Bir Tutsak Öyküsü: “KİRLİ BİR NEHRE ATILDIĞIM GÜN”

“30 Ağustos 2006”

“KİRLİ BİR NEHRE ATILDIĞIM GÜN”

Bakkalın borcu, elektrik, su, taksitlerinin birkitğinden yakınan annemin sesini duydum. Ağlamaklıydı sesi. Odadan çıkmadan oyalandım biraz. Babamın cevabını bekledim belki de, oysa işe de geç kalıyordum. Beş-on yada onbeş dakikadır babamdan bir ses yoktu.

Odamdan çıktığımda babamla gözgöze geldik. Burnumun ucu biran sızladı. Konuşulanları duyduğumu sezmişti sanki. Bir anda enseme yapışıp gülümseyerek 

  • Bakma sen yaşlı olduğuma, dedi. Herkül gibi adamım ben, yıkarım valla seni şuraya!

Derken gülümsüyordu. Baba oğul görüşmeye başladık. Ayağa kalkıp evden çıkıyordum ki ansızın kalkıp boynuma sarılıp

  • Gitme lan dedi. Çalışma oralarda. Sana göre yerler değil oralar. Aç değiliz açıkta değiliz, şükürler olsun.
  • Ooo! Saat çok geçmiş, işe geç kaldım, deyip bir koşu attım kendimi sokağa.

Yüreğim bir tuhaf olmuştu. Burnumun ucu sızlıyor, gözlerim ağlamaklı, bilincim kapalı ama ayaklarım yürüyor. Kafamdaki ses, otur şöyle, bağıra çağıra, söv say ağla diyor; bakkalına da, Tedaş’ına da Aski’sine de, mağazasına da, yaşamın bütün iğrençliğine, bütün adaletsizliğine de söv ulan. Hem de şöyle bağıra bağıra ağla oluk oluk aksın gözlerinden yaşlar.

Az sonra Ali yanımda bitiverdi!

  • Ne oğlum gemilerin mi battı lan?
  • Yok be oğlum, dalmışım işte.
  • Hadi hadi ciğerini bilirim ben senin, kesin bişey oldu.
  • Oğlum sen onu bunu boşver de bana biraz borç versene?

Her zamanki gibi gülmeye başladı. Bir yandan gülüyor bir yandan da içinden yoksulluğa ve hayata küfrettiğini seziyordum.

  • Ha Haa Haaa! Bak! Bak! Gördün mü? Ayakkabının halini görüyor musun? Para olsa şunu diktireceğim. Baktım ayaklarına, yüreğime bir çivi daha saplandı. Utanıp kafamı çevirdim. Bayram Bey’i görünce dükkanın önünde olduğumuzu farkettim...

Bayram Bey dikilmiş gazinosunun önüne, elinde çay bardağı, çayını yudumluyor. Bardağı ağzına götürüken, kolundaki altın saati resmen gözümüze sokuyordu. Yanından geçerken içimden çok pis sövmüştüm. İnsan bazen çalıştığı işten nefret etse de çalışmak zorunda kalıyor. Ali de ben de bu pavyonda bu pavyonda komilik yapmaktan hiç mi hiç hoşlanmasak da burada hayatı daha iyi anlıyorduk.

O gecenin sonunda iyi bahşiş almıştım. Dükkandan çıkarken 50 lirayı yere attım.

  • Şşt ! Lan Ali paranı düşürdün cebinden.
  • Para benim değil ki oğlum müşteriler düşürmüştür.

O an içim içimi yedi. Korktum yine. Patrna götürüp verecek diye atıldım hemen.

  • Yok lanyok, benden düşmüş dedim. Eğilip parayı geri aldım.

Gecenin zifiri karanlığında eve doğru yol koyulduğumuzda Ali tutturdu hadi bize gidelim diye. Sahi bu gece onlara misafir olacaktım Zehra Teyze’ye de sözüm vardı. Küçüklüğüm onun elinde geçti. O ikinci annem gibiydi. Onların evi de kendi evim gibiydi. Zehra Teyze adımı “Karabiber” koymuştu. Benim Karabiberim de gelmiş diye öptü kokladı beni.

O gece yemekten sonra yüreğime bir sancı düştü. Boğazımı sıkıyorlardı sanki. İçimdeki kötü his birşey olacakmış gibi hissettiriyordu bana. Yatağa grdiğimde sabah ezanı okunuyordu. Tam dalıyordum ki içim cız etti. Koşar adımlarla çıktım Alilerin evinden.

Hızlı adımlarla mahalleye yaklaştım. Evimize çıkan yokuşun başında, bu saatte ablam ve yeğenim Batuhan’ı gördüm. Küçücük bedeninin arasına başını sıkıştırmış, ablam da o da ağlıyordu. Adımlarımla birlikte kalp atışlarım da hızlandı. Yeğenim birden bire bana doğru koşmaya başlayınca ablamın ağlayış sesi yerini çığlığa bırakmıştı...

Yeğenim ağlaya ağlaya sarılmıştı bacaklarıma. Ağlamaktan konuşamaz halde baktı gözlerime. O küçücük beden sanki o an dev olmuştu da gözleri gözlerime yetişecek boya ulaşmıştı. Hıçkıra hıçkıra döküldü ağzından kurşun gibi kelimeler. İlk kurşunu kulaklarıma ve gözlerime isabet etti: DAYI. İkinci kurşunu yüreğime isabet etti: DEDEM. Üçüncü ve son kurşunu da beynime sabet etti: ÖLDÜ. Dizlerimin bağı çözüldü. O gün bugündür düştüğüm o yerden kaldıramadım.

Saygılarımla,

MELİH

MELİH GÜRLER

T tipi Kapalı Cezaevi

Bafra/Samsun