Dumanları hâlâ tüten 19 Aralık yangını… Katliamı…

“Yeni Türkiye, cezaevlerinde kuruldu derken şu var. Epey Amerikanvari bir adlandırmayla uygulanan Hayata Dönüş katliamı, paradoks gelebilir, özünde sosyalist sol için bir okul görevi de gören cezaevlerini hücreye dönüştürme operasyonu idi. “ diyor Cemal Dindar ve “Hafize Z. İtil vakfını hatırlar mısınız?” diye sorup devam ediyor:  “1971’de Prof. Dr. Turan İtil tarafından kuruluyor. Turan İtil o dönemde ABD’de St. Louis Missouri üniversitesinde psikiyatri bölüm başkan yardımcısı. (…) Bu arada ABD Hava Kuvvetleri laboratuarında çalışıyordu. Türkiye’de bilinen asıl etkinliği ise 12 Eylül döneminde (…) cezaevlerinde gerçekleşiyor. Özellikle biyolojik deneylerinin sonucu kamuoyundan saklansa da NATO’nun 23 Ocak 1985 tarihinde yaptığı toplantıda sunuyor. 12 Eylül darbesi sonrasında mahkumlar üzerinde hem ruhsal hem biyolojik deneyler yaptığı, en büyük destekçisinin Prof. Ayhan Songar olduğu biliniyor. “

Cemal Dindar yukarıda bir bölümünü aktardığım yazısında bu deneylerin politik tutsaklar üzerinde de yapılmak istendiğini ama onların karşı çıktığı canlı tanık ifadeleriyle açıklıyor: “Turan İtil, 1985’te NATO toplantısında hapishane araştırma sonuçlarını sunarken ‘çözüm önerileri” de bildiriyor. Koğuş sistemi yerine hücre sistemini öneriyor. Psikiyatrist Mustafa Sercan, 1984’te Bursa’daki psikiyatri kongresinde Ayhan Songar’ın bu araştırma sonuçlarını ‘bilim camiası” ile paylaştığını ve “solcuların genetik olarak suçlu olduğunu” ileri sürdüğünü anımsıyor.”

Sanırım bu açıklamalardan, hapishanelerden gelen birinci elden tanıkların (www.gorulmustur.org adlı web sitemizde yayınladığımız) mektuplarından sonra, yeni yeni Ayhan Songar’ların, Turan İtil’lerin AKP hizmetinde, “devletin bekası” için yeni kötülükler icat etmeye çalıştıklarını görebiliriz                                       

Cemal Dindar'ın altını çizdiği gibi 19 Aralık “Hayata dönüş operasyonu”, Türkiye hapishanelerinde dönüm noktasıdır. Olaydan yıllar sonra bu operasyonun “hayata dönüş değil, hayat söndürme harekâtı” olduğu uluslar arası mahkemelerce kanıtlandı.

T. C. Devleti yaptığı katliam nedeniyle mahkûm edildi.

Neler oldu bu operasyonda. Bilmeyenlere özetleyeyim. F tiplerine geçişe direnen ve bu nedenle süren ölüm orucu direnişini kırmak için eş zamanlı olarak birçok hapishaneye saldırıldı. Saldırıya uğrayan tutsaklardan onlarcası yakılarak ve kurşunlanarak katledildi. Birçoğu bedeninde – yüzünde ömür boyu geçmeyen yanık izleriyle yaşamaya başladı.

Sağ kalanlar yarı baygın oldukları halde işkenceden geçti.

Erkeklerde copla makat araması yapıldı.

Bu da bir tecavüzdü.

Anlatılmadı.

Yeterince yazılmadı.

Bir şiirimde bunun nedenini betimlemeye çalışmıştım:

“korkuyu belledik belleyeli / biz hep sürgünüz /öyle anadan babadan /sevdadan korku değil / ne aşk / ne ayrılık hali / apaçık tensel / falaka / tecavüz / elektrik / ve zindan işte / cop demeye utanırız hâlâ…”

Türkiye İşkence hanelerinde tecavüz

Türkiye işkence hanelerinde de tecavüz tehdidi ve uygulaması hiç sona ermemiştir. Ve bu bir devlet politikasıdır. Bu konuda çalışma yapan avukat Eren Keskin, gözaltında tecavüze uğrayan kadınların çoğunun tanıklık yapmak istemediğini anlattı bir TV programında. Neden olarak tecavüzü işkencenin parçası olarak göstermeleri ve adalete güvenmemeleriydi. Ama bu tavrı koymayan, “tecavüzcüler yargılansın” diyen devrimci kadınların tanıklığı da var. İçlerinden –adalete güvenmeseler bile- konuşma ve tecavüzcüleri teşhir etme cesareti gösteren Muhabbet Kurt ve Arzu Torun, 19 Aralık Katliamı, Ölüm Orucu ve gördükleri cinsel işkence konularını “İçimizdeki Bahar” adlı kitapta anlattılar. “ (…)Tecavüz işkencesi, çırpındığın ya da buza kestiğin andır. Bu işkenceyi izlemeye zorlandığın çığlık bile atamadığın, gözlerini kapatamadığın o andır işte. Bedensel bir acı, bedensel bir kirlenmişlik duygusu değil bu. Ruhunun, onların izleriyle yara almasıdır’ diye anlatıyor Muhabbet. Arzu Torun ise beynimize ördüğümüz duvarların cinsel taciz ve tecavüze başka anlamlar yüklememize neden olduğunu söylüyor ve öğretilmiş kadınlık ve erkekliği sorguluyor şu sözlerle: ‘Çünkü esas sorun, kafalarımızın içindeki duvarlardır. O kirli duvarları bir bir yıktığımız oranda, yabancı nesnelerin izi silinir. İyileştirici ilaç, gerici değer yargılarıyla hesaplaşmaktır.’“

Gözaltında tecavüze uğradığı, Çapa Tıp Fakültesi raporuyla doğrulanan Zeynep Avcı da,  Muhabbet Kurt gibi halen cezaevinde.

Ve konuşan – konuşmayan – konuşamayan diğerleri…

Sonsöz

“Ölüm Orucu Gazileri”nden Ganime Gülmez’in mektubundan bir alıntı ile bitiriyorum diyeceklerimi:

"Bedenlerinin tüm çıplaklığıyla direnenler / namusun çıplaklık olmadığını gösterenler /  Kadınlar ve erkekler / Tanıklar! / Kimileri hala "F Tipi tabutluklardalar" / kimileri hâlâ sürgünde yaşamak zorunda / kimileri yanı başımızdalar...

Unutmak yok - alışmak yok.”

...

[email protected]

Dipnotlar:

Cemal Dindar, “Suç ve sinizm”, Mesele Dergisi, Nisan 2016.

Eylül Kokusu, Adil Okay, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2013.

Nadiye Gürbüz, İçimizdeki Bahar ? A. Arzu Torun / Muhabbet Kurt, http://www.insanokur.org/icimizdeki-bahar-a-arzu-torun-muhabbet-kurt/