Mektup yazma isteğim, bir süre sonra mektup yazma tutkusuna evrildi. Mektup yazmaya başlarken, bunun 20 yıl boyunca sürecek olan mektuplar yazışmasna döneceğini tahayyül bile edemezdim. Ne de çok sevmişim bu yazışmaları. Kısa süreçler zarfında mektup yazmadığımda, kendimden bir eksiklik hissetmeye başladım. Onun için yazmaya devam etmekte kararlıyım. Yaşadığımız süreç ve şartlar da zaten bu tür yazışmaları zorunlu kılıyor.
Yıllara yayılan mektup yazışmalarım bu konuda farklı araştırmalarıma da neden oldu. Zengin denebilecek bir kütüphanem de şimdilik bu konuda dört kitap bir araya getirerek, karşılaştırmaya başladım. Aslında hepsi farklı içerikli gibi görünse de, siyasi düşünce ağırlıklı. Mesela Rosa Luxemburg(CEZAEVİNDEN MEKTUPLAR), Hüseyin Çelebi(MEKTUPLAR), Franz Kafka(MİLENA’YA MEKTUPLAR ve ben/Gül Güzel(ZİNDANDAN MEKTUP VAR) kitabı ortaklığı...
MİLENA’YA MEKTUPLAR
Yukarda adlarını saydığım bu dört kitabın içinden Franz Kafka’nın kitabının farklı bir ayrıcalığı var. Çünkü kendisi Yahudi ve sevgilisi Milena ise hem evli, hem de Ortodoks inancındaydı. O yüzden birleşmeleri hiç mümkün olmayacak bir aşkın serüveninden oluşan mektuplarla başlayıp, biter. Onun için önce bu kitap ile konuya girmek istedim. Çünkü Kafka’nın bu kitap ile okurlarını vazgeçilmez bir edebiyata sürükleyerek, zihinlerde çağ açan buluşma noktası oluşturduğu iddia edilir. Bütün yazışmaların temeli Prag’da tanıştığı gazeteci Milena Jesenka’dan yazdığı öykülerini Çekçeye çevirmesini istemesiyle başlayıp, mektup yazışmalarıyla sürüp, gider...
Kitaptaki mektuplar, Franz Kafka ile sevgilisi gazeteci Milena Jesenka’yla yazışmalarından oluşur. Milena’ya Mektuplar Kafka’nın 1920 Nisan’ında, yağmurlu bir günden söz ederek başlattığı yazışmalardan başlayıp, ölümünden kısa bir süreye kadar süregiderken ümitsizliğin, çaresizliğin ve tıkanışın anlatımına dönüşür. En çok eleştirdiği konusu ise, evlilik kurumudur. Neden insanlar bir kerede , bir ömür için birbirleriyle yaşama sözü verirler... gibi ve benzeri konuları eleştirerek işler.
Prag’da 1883’te doğup, 1924’te Viyana’da vefat eden Franz Kafka’nın, Yahudi asıllı oluşu, içinde yaşadığı toplum ve çevresine yabancılaşmasına neden oldu. Yapıtlarında çağımız insanının korkularını, kendi kendine yabancılaşmasını ve çevresiyle iletişimsizliğini de dile getirdi. Ölümünden sonra tüm yapıtlarının yakılmasını vasiyet etmesine rağmen dostu Max Brod bu isteğini yerine getirmedi ve onun eserlerini 20.yy edebiyat tarihine kazandırdı.
Rosa Luxemburg’un ise 1916 – 1918 yılları arasında cezaevindeyken Sophie Liebknecht ve Luise Kautsky’ye yazdığı siyasi içerikli ‘Cezaevinden mektupları’ndan oluşan bir kitap. Rosa Luxemburg (5 Mart 1871, Zamość, Polonya Krallığı'nda doğdu; 15 Ocak 1919'da ise ne yazık ki Berlin'de işkence ile katledildi. Avrupa işçi hareketinin, Marksizm’in, anti-militarizmin ve proleter enternasyonalizminin etkili bir temsilcisiydi. Bu sosyalist yapısı nedeniyle birkaç defa(1904 Berlin, 1906 Weimer, 1914 – 1918 Berlin, 1916 x3 Berlin, Breslauer cezaevlerinde kaldı. 15 Ocak 1919’da Karl Liebknecht ile birlikte sebep belirtilmeden Berlin’de tutuklanır. Eden-Otelinde yapılan soruşturma ve uygulanan işkence sonucu aynı gece katledilir. Cenazesi aynı gece Berlin’de Landwehrkanal’ına atılır ve ancak 31 Mayıs 1919’da bulunur.
Rosa’ nın 1915’ten itibaren cezaevinde kaldığı 3 sene, 4 ay zarfında Sophie Liebknecht ve Luise Kautsky’ye siyasi içerikli yazdığı mektuplarından oluşan kitabı onun hiç bir şekilde sisteme boyun eğmediği, bütün zorluk ve olumsuzluklara rağmen direnmeyi simgeler. Yazdığı mektuplarla dışardaki mücadele arkadaşlarına bu şekilde perspektifler sunarak, güç verir. Onun İşçi örgütlenmesinden aldığı gücünü, hiçbir sistem yalancı, imhacı baskılarıyla esir alamadı. Cezaevlerindeyken de bitmeyen günlerin ve gecelerin tarifsiz yalnızlığını yenilmeyen iradesiyle, ruhunda ve gönlünde tüm gücünü toplamasına vesile yaptı. İşte böyle bir irade ve direnişin ürünü olan Rosa Luxemburg’un ‘Cezaevinden mektuplar’ kitabı, işçi devrimci mücadelesinde ve silahlı savaşlara karşı teziyle günümüzde de önemini koruyor.
Hüseyin ÇELEBİ ise ‘’MEKTUPLAR’’ kitabını devrimci Kürt öğrencilerine büyük bir miras olarak yazıp, bırakan genç öğrenci bir yazar. Bu mektuplar yalnız dışardaki arkadaşlarına değil, aynı zamanda birlikte tutuklanan Düsseldorf ve Bielefeld Cezaevlerindeki siyasi tutuklu arkadaşlarına da yazıldı, perspektifler sundu. Almanya!nın Hamburg şehrinde doğan Dersim’li Hüseyin Çelebi’nin siyasi mücadelesi, 7 yaşındayken Türk Başbakanı Ecevit hükümeti tarafından 169 Kürt’ün Saddam rejimine teslim edilmesini protesto etmek üzere Almanya’da yapılan protestoya katılmasıyla başladı. Türkiye’nin Saddam’a teslim ettiği bu 169 Kürt’ün hepsi idam edilmişti. Bu olaydan, o çocukluk yaşında çok etkilenen Hüseyin Çelebi, sonraki çocukluk ve gençlik yıllarında kimliği ve özgür ülkesinin gerçekliğine dair verdiği mücadelesi etrafında döndü. 13 yaşındayken makaleler yazmaya başladı. Politik mücadele ve yapısından dolayı 1988 yılında 20 diğer Kürt siyasetçilerle birlikte tutuklandı. Düsseldorf davaları olarak bilinen bu süreç içinde ağır tecrit koşullarına rağmen dışarıya yazdığı mektuplarla genç arkadaşlarına ışık tutmayı sürdürdü. Bütün yazıları ve mücadelesinin amacı Almanya ve Avusturya’ya Kürt ve Kürdistan gerçekliğini yansıtmaktı. Cezaevinden çıktıktan sonra da Kürt sorunun adaletli bir çözüme ulaşması için mücadelesini yürütmek istediği Kürdistan topraklarına gitti. Ancak 11 Ekim 1992’de Heftanin’de çıkan bir çatışmada yaşamını yitirdi. Hüseyin Çelebi bir şiirinde, “Birazdan sessizlik yarılacak/ Aydın bir geleceğin gürültüsü kopacak“ demişti. Yazdığı mektuplarına yansıyan yaşam tutkusunu ise, yine onun cezaevindeyken kendi yazı dilinde büyük anlam buluyor, ’Bu günlerde bir coşku, bir sevinç yaşıyorum ki, tarif edilmesi pek güç, hatta mümkün değil. Bu coşku ve sevincin kaynağını sorarsan, dört bin kilometre uzakta, dağlarımızın doruklarında, aynı zaman içerisinde de şu 10 metrekarelik küçücük hücremdedir... Ve şuna inanıyorum ki, acının en derinini yaşamış bir halk, sevincin de en coşkulusunu hissetmesini bilir...’’ diyor.
GÜNEŞ ÜLKESİNİN ÇOCUKLARINDAN – ZİNDANDAN MEKTUP VAR
Güneş ülkesinin çocukları, özgürlükleri için her zaman büyük bedeller ödediler. Tarih onları unutmasın diye onlarla gerçekleşen mektuplaşmalardan oluşan bir kitap. Herkes hikayeler yazar, bizler ise gerçekten yaşar, görür, hisseder, bilir ve yazarız. ‘ZİNDANDAN MEKTUP VAR - ERLEBNİSSE AUS DEM GEFÄNGNİS – DENGéN Jİ ZİNDANAN’’ kitabımız bu çerçevede oluşup, yazılan bir kitap.
Bu kitap aslında belgelerden oluşan; onlarca siyasi tutsak/mahkumların gerçek hikayelerinin bir kitapta buluşmasından oluştu. Ağırlıklı olarak politik mücadele veren kadın tutsak/mahkumların yazışmalarından oluşan bu mektuplar, aktüel süreci ve geçmişi belgeliyor. Hükümlülük süreleri bittiği halde, hazırlanan ek uydurma dosyalarla zindanlardan çıkmaları engellenen mahkumların durumu, günümüzün mektuplarında ağırlıklı yazılan konulardan. Onun için yazmamız gereken o kadar çok gerçek hayat öykülerimiz var ki, hikayeler yazmaya gerek bırakmıyor.
2003-2013 yılları arası siyasi tutsak/mahkumlarla karşılıklı yazılan mektuplardan oluşan bu birinci cilt Kürtçe, Türkçe ve Almanca dillerinde okuyucularıyla buluşmaya hazırken; 2. Cilt kitabımız ise 2013-2020 yılları arasında karşılıklı yazılan mektuplardan oluştu ve yine aynı şekilde basıma hazır durumda. 3.cilt ise ne kadar sürer bilemiyoruz. Ülkemizde, tekçi zihniyetin mağdur ettiği ötekilere karşı tutuklama/mahkumiyetler devam ettiği sürece devam edecek gibi görünüyor...
Konuyu toparlayacak olursak, Franz Kafka’nın umutsuz bir şekilde sevip mektuplar yazdığı sevgilisi Milena’ya Mektuplar kitabının dışındaki diğer 3 kitap, siyasi süreç ve gerçekleri belgeleyen özellikleri taşıyan mektuplardan oluşuyor. Bu tür kitapların ileri süreçlerde daha da çoğalacağı ihtimali oldukça yüksek. Çünkü dünyanın her yerinde Kapitalizm, Emperyalizm, Irkçılık, Din istismarları bahanesiyle insanın cins ve renkleri de özel imha statüsünde bunlara eklenerek baskı, savaşlar devam ediyor. O yüzden ne zindanlar bitecek, ne de onurlu özgürlük, adalet, hukuk, hakkaniyet mücadelesi verenler... Aynı şekilde bu zindanlarda mektup yazmaya mecbur kalanlar da... Sayın Abdullah Zeydan’ın Edirne Cezaevinde yazdığı mektubunda dediği gibi, "Her şeye rağmen dirençli bir şekilde barış, demokrasi, birlikte yaşam yolunda milyonlarla birlikte yürümeye devam ediyoruz. Her attığımız adımla onurlu özgür yaşama biraz daha yakınlaştığımızı görüyor, geleceğe daha büyük umutla bakıyoruz..."
- 16 gösterim