Cezaevinden 221 gün sonra tahliye edilen Bernard van Leer Vakfı'nın Türkiye Temsilcisi Yiğit Aksakoğlu, adalete olan inancını ve güvenini kaybetmediğini söylüyor ve ekliyor: “Umutluyum.”
6 Ağustos 2019
Yiğit Aksakoğlu, Bernard van Leer Vakfı'nın Türkiye Temsilcisi. Vakıf, 0-3 yaş çocukların gelişimine dair projeler üretiyor. İstanbul’da iki CHP ve iki AKP’li belediyeyle çalışıyorlar.
16 Kasım gecesi sabaha karşı Aksakoğlu, aralarında akademisyen ve başka sivil toplum çalışanlarının da olduğu 16 kişiyle birlikte gözaltına alındı. 17 Kasım gecesi tutuklandı. Gezi Davası nedeniyle Silivri Cezaevi’ne konuldu.
Tutuklandıktan 221 gün sonra, 24-25 Haziran’da görülen ilk duruşmada serbest bırakıldı. Aksakoğlu ile yaşadıkları üzerine söyleştik.
"O antrenmana yedi buçuk ay sonra gidebildim"
Gözaltına geldiklerinde ne yaşadınız?
Sabah 6.30’da geldiklerinde çok şaşırdık tabii. O saatte kimseyi beklemiyorduk. Aklımıza polis gelmedi. Polis olduklarını söylediklerinde çok şaşırdık.
Eşim avukatlara ve arkadaşlara haber verirken, ben diğer isimleri görmeye çalıştım listeden. Baktığım isimleden çoğu birbiriyle alakasız isimler. Vakıfla ilgili olmadığını anladım ama bu neydi, neden bunu yaşıyorduk anlamadım.
Yaklaşık 8-10 polis vardı. Evi aramadılar mesela, telefonumu da almayı unuttular. "Telefonumu yanıma alayım mı?" diye sordum. “Yok onu bize vereceksin” dediler.
Eşim “Bir yanlışlık olmasın” gibi bir cümle söyledi. O kadar inanamıyoruz ki, polislerden biri “Bizde yanlışlık olmaz” dedi.
Sonra araca bindik ben, “Akşam 17.00 gibi antrenmanım var, ona yetişebilir miyim?” diye düşünüyorum. O anteramana yedi buçuk ay sonra gidebildim.
Gözaltı süreci nasıl geçti?
16 saat gözaltında kaldım. Benim sorgum sürerken Turgut hocayı bıraktılar “Demek ki bırakıyorlar” diye düşünmeye başladım. Ama benim sorgum 10 saat sürdü ve 100 sayfalık soru vardı karşımda.
En son dört kişi kaldık. Birini Emniyet’ten serbest bıraktılar. Sonra Adliye'ye gidince, birini daha adli kontrolle serbest bıraktılar. İki kişi kaldık. Sonra o arkadaşı da serbest bıraktılar. O akşam bırakılan arkadaş dava dosyasında yok. Tutuklanmaya en yakın olan arkadaşlardan biri dava dosyasında yok.
"Benim burada ne işim var"
16 kişi arasından sadece siz tutuklandığınızda “Neden ben?” diye düşündünüz mü?
Evet düşündüm. Kim düşünmez bunu? Şöyle bir film var ya, bir adam bir sabah uyanıyor ve kendini Bulgaristan’da buluyor. “Benim burada ne işim var?" diyor. Ben de aylarca “Benim burada ne işim var?” “Benim burada ne işim var?” diye düşündüm. Herhalde, bu kadar büyük operasyon yaptık hiç olmazsa birini tutuklayalım dediler.
“Toplantıların içeriğine dair belge sunduk, bir şey değişmedi”
Gözaltında neler sordular?
Altı aylık bir dönemi kapsayan süreçte 150 küsur bir dinleme yapılmış. Dosyada biz bunları tam göremiyoruz tabii. Dinleme yaptıkları dönemde, serbest çalışıyordum. En azından 10-15 iş yapıyordum. Şu an çalıştığım vakfa danışmanlık yapıyordum. Onun işleri vardı.
Bilgi Üniversitesi’ne ayrı iki iş yapıyordum. Vakıflara, derneklere iş yaptım. Hepsini Gezi’yi bağlayan sorular sordular. Bunların hepsini tek tek anlattık. Sonra o toplantıların toplantı notlarını paylaştık, nette yayınlandığı söyledik.
Sonrasında itiraz dilekçelerinde de belgeler sunduk. Hangi toplantının ne olduğunu anlattık. Ancak bir şey değişmedi.
Cezaevi sürecini anlatır mısınız?
Yedi buçuk ay cezaevinde kalmak bir şey değil. Orada yıllarca kalan neyle suçlandığını bilmeden tutulan insanlar var. Hiç kolay değil. Orada tek başına sürekli sesini dinleyerek “Ne zaman çıkacağım?” diye düşünmek, sonra bunu daha az düşünmeye çalışarak orada olmak çok zor.
Bir süre bunun böyle sürmeyeceğini anladım. Ne zaman çıkacağım diye düşünmekten vazgeçmedim ama bunu çok düşünmemeye başladım. Avlu değişti, havalar ısındı, serçeler geldi. Mevsimler değişti, hayatlar değişti. Kitaplar okudum, gazeteler okudum. Her gün bir saat spor yapmaya çalıştım. Her gün bir saate yakın salata hazırladım. Ukulelemi çaldım, komşularımı rahatsız etmemeye çalıştım.
Birlikte çalıştığınız derneklerden ve belediyelerden bir destek gördünüz mü?
Belediyeler sürekli olarak arıyordu eşimi. Biz insanî ilişki kurmuşuz, onu anladım.Tutuklanmadan önce Antep Belediyesi ile iş yapacaktık. Şimdi yeniden o görüşmelere başladık.
Biz çocuklara yönelik projeler yapıyorduk belediyelerin bu konuda bilgi ve bütçe eksiği vardı buna dair konuşuyorduk. İstanbul’da bunu dört belediye ilçe yapıyoruz.
İşler içeride olmama rağmen iyi gitti. Projeler devam etti. Birlikte çalıştığım herkes kendi alanında tutarlı bir şekilde ilerlemiş. Çok keyifli. Belediyelerde şimdi değişmeler var. Herkes çok heyecanlı ve potansiyel var.
“Kavala’yı cezaevinde tanıdım, 'keşke daha önceden tanısaydım' dedim”
Siz tahliye oldunuz ama aynı davadan yargılandığınız iş insanı Osman Kavala’nın tutukluluğu devam ediyor...
Osman Bey’i tanımıyordum. Tanımak suç değil ama tanımıyordum. Kendi sektörünüzdeki bir ismi tanımak kadar. Belki aynı toplantıda denk gelmişsinizdir ama sohbet yok. Sonra ben tutuklandıktan 4-5 ay sonra benim koğuşun yanına getirdiler. Orada bir "Nasılsınız? İyi misiniz? Sağlığınız nasıl?" gibi sorularla konuştuk.
En yoğun duruşma günü beraber zaman geçirdik. Tüm gün birlikteydik, bizi beraber alıp mahkemeye gördüler. Onu tanımak ya da tanımamak, ona yapılan bu duruma üzülmek ya da üzülmemek anlamına gelmiyor.
Tanıdıkça keşke daha önce tanısaydım dediğim bir isim oldu. Ona yaşatılan bu duruma hiç anlam veremiyorum.
Dayanışma nasıldı?
Tutuklanınca ilk cezaevinde aylarca “Ne kadar şansızım” demekle geçti. Serbest bırakılınca kapıda bekleyenleri, o dayanışma halini görünce, arkadaşlarımı, dostlarımı, aileleri görünce de tam tersi ne kadar şanslıymışım dedim.
Dünyanın her yerinden insanlardan destek gördüm. Uzaktan yakından onlarca insan. O zaman çok şanslıymışım dedim. Bu kadar insan iyi hissettirdi.
"Osman Bey'i kelepçelediler, tahliyemden nasıl bahsedeyim"
Mahkemenin tahliye kararı vermesiyle tahliye edilmeniz arasında geçen 6-7 saatlik sürede neler hissettiniz?
Kolay geçmedi aslında. İlk aşağı indirdiler bizi, yine Osman Beyle. Ben tahliye oldum, o olmadı. Ne diyeceksin orada adama. Çok sevinçliyim mi diyeceksin? Ne yapacaksın? Yan yanasın.
Cezaevine getirilip götürülürken bizi kelepçeliyorlardı. Tahliye olduğum için beni kelepçelemediler ama Osman Kavala’yı kelepçelediler, aynı arabaya koydular. Yan yana gidiyoruz, ben kelepçesizim, o ise kelepçeli yani. Orada ben tabii kendi tahliyemden nasıl bahsedeyim ona. Bu onun tarafıyla zor kısmıydı.
Odaya çıkardılar, hemen hazırlandım tabii. Bastım zile, dedim "Tamam ben hazırım, çıkalım artık." "Yok, karar daha UYAP’a düşmedi" dediler. "Ha siz çıkaracaksınız yani, ben hazır olunca değil" dedim. E bu sefer Eren Erdem, Selçuk Kozağaçlı’da olduğu gibi bir itiraz olacak diye kaygılanmaya başladım. TV’yi toparladım, açamıyorum. Dedim bari gazete okuyayım.
İlerleyen saatlerde yan koğuştaki bir arkadaş "Yiğit Abiii, geliyorlar" deyince aha tamam dedim çıkıyorum. Ama aradaki o saatler "acaba" diyerek geçti.
"Mahkemede yıldızlar gibi karşılandım"
İlk duruşmanın yapıldığı gün, salon çok kalabalıktı. Avukatlar, izleyiciler, gazeteciler. Salona getirilirken neler hissettiniz?
7 ay, 220 gün tek başınıza bir süreç yaşamışsınız. Sonra bir anda insanların sizi ayakta alkışladığı bir salona giriyorsunuz ve hala müebbet hapisle yargılanıyorsunuz. Karşınızda alçıdan kolonlar, adalet mülkün temelidir yazıları. Dev bir hikayenin içindesiniz sanki.
Sanık olarak oradasınız ama yıldızlar gibi karşılanıyorsunuz. Çok acayip bir şey. Böyle bir şey beklemiyordum. Hoşuma gitti demek garip kaçar ama çok iyi hissettim. Çok güzeldi o kalabalığı görmek.
Orada olmak, bireysel olarak, kurum olarak, avukat olarak, tanık olmak önemli. Biraz günah çıkarmak gibi ama daha önce ben benzer davalara bu kadar ilgi göstermemiştim. Bundan sonra elimden geleni yapacağım. Bu da kişisel tarafı işin.
İddianameye karşı savunmanızı nasıl hazırladınız?
Bir kere okudum daha sonra bana ayrılmış kısmı okudum. Sonra ismimin geçtiği yerleri okudum. Sonra bir kere daha okudum, sonra sorguya döndüm. Yani git gelli bir süreç oldu.
Savunma için sizi haftada üç saat içinde bilgisayar olan bir odaya çıkartıyorlar. Ama orada başka davalardan yargılanan ama aynı saatte sizinle savunma hazırlayan bir iki kişi oluyor. Şimdi herkes sohbete aç bir yandan. Giriyorsunuz oraya sohbet mi etsek, yoksa oturup çalışsak mı ikilemlerini yaşadım ama öyle hazırladım.
Orada yazıyorsunuz savunmayı. Daha sonra CD’ye kaydediyorsunuz. Sonra o CD’yle çıktı almaya gidiyorsunuz. Çıktı alıyorsunuz ve tabii ki hem CD’nin hem kağıdın parasını ödüyorsunuz. Oraya gidip, çıktı alıp, odada düzeltmelerimi yapıp, öbür hafta onları geçirip falan diye her hafta yeni bir versiyonu oldu aslında.
“Mahalleler uzak değil”
Son olarak ne eklemek istersiniz?
Adalet meselesi konuşmak isterim: Gözaltı, tutukluluk, dava meselelerinin bizim mahallenin hastalığı olmadığını sanıyordum aslında. Ama olması an meselesiymiş. Yani mahalleler uzak değil. Karşı mahallede varsa, yolun bu tarafına geçmemesi diye bir şey yok o virüsün.
Benim için mesele o. Ciddi bir adalet problemimiz var. Ama umudum var. Çünkü adalet ve güven olmazsa herhangi bir toplumsal mekanizma işlemez. Yani bankalar kredi veremez güven olmazsa. İnsanlar ticaret yapamaz güven olmazsa. Dolayısıyla bunun altını kazarsak bu memleketin çöküşünü hazırlıyoruz demektir. O bunun düzeleceği umudum var. Hani buralıyız. Memleket burası. Gidecek yerimiz yok.
Yiğit Aksakoğlu hakkında
Lisans eğitimini Yıldız Teknik Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü'nde, yüksek lisans eğitimini London School of Economics'te STK Yönetimi alanında tamamladı.
İstanbul Bilgi Üniversitesi, STK Eğitim ve Araştırma Merkezi'nde 2003-2008 yılları arasında çalıştı, STK Eğitim ve Sertifika Programı'nda savunuculuk, örgüt yönetimi ve proje döngüsü yönetimi gibi çeşitli eğitimler verdi.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları'ndan Sivil Toplum Kuruluşlarına yönelik yayımlanan STK Çalışmaları – Eğitim Dizisi'nden çıkan Proje Döngüsü Yönetimi ve Savunuculuk ve Politikaları Etkileme kitaplarına katkıda bulundu. Sosyal Projeler ve STK Yönetimi Yüksek Lisans programında proje döngüsü yönetimi dersleri verdi.
Çocukların daha sağlıklı, güvenli ve destekleyici bir ortamda yetişmelerine katkıda bulunan Hollanda merkezli Bernard van Leer Vakfı'nın Türkiye temsilcisi olarak görev yapıyor, Türkiye'de 0-3 yaş arasındaki erken çocukluk dönemiyle ilgili çalışmalar yürütüyordu (EMK/HA/DB)
Kaynak: BİANET
- 16 gösterim