Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarından Özlem Gümüştaş, tutuklamaya karşı özgürlükçü olarak sunulan adli kontrol yöntemleriyle cezaevlerinin yaşamın içine kurulduğuna dikkat çekti, "Bu bir çitli, denetimli özgürlük" dedi.
Etkin Haber Ajansı / 10 Ocak 2013 Perşembe, 09:54
İSTANBUL (Arzu Demir)- Uzun tutuklu yargılamaları nedeniyle AİHM'de alınan cezaların ardından yasalarda yapılan değişiklik ile adli kontrol yöntemleri uygulamaya sokuldu. Ancak, mahkemeler, pankart asmaktan yürüyüşe katılmaya kadar her türlü soruşturma dosyalarında "karakola giderek imza atma, her duruşmaya katılma, yurtdışına çıkış yasağı, ev hapsi, belli bir bölgeyi terk etme ya da belli bir bölgeye girmeme" şeklinde adli kontrol kararları vermeye başladı.
Konuya ilişkin olarak sorularımızı yanıtlayan Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarından Özlem Gümüştaş, adli kontrol kararlarıyla cezaevlerinin dışarıya kurulduğu görüşünde.
Yasal düzenleme hakkında bilgi veren Gümüştaş, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun özünde "tutuklama en son gidilecek yoldur" şeklinde yaklaşım olduğunu hatırlattı, "Ceza mevzuatında 2004 yılında düzenleme yapıldı. Her türlü suçla ilgili olarak 'suçu oluşturan davranış ve düşünce tiplerinin net olarak tanımlanması ve cezalandırmaya gidilmesi', bu tiplerdeki haller oluşmadığı durumlarda ise tutuklu yargılamanın esas alınmaması kanunun ruhunda var" dedi.
Hukukun genel ilkesinin de "Şüpheden sanık yararlanır" olduğuna dikkat çeken Gümüştaş, "Bu durumda ceza yargılaması sanığın haklarını teminat altına alan bir yargılama olmalıdır ve tutuklama çok ağır bir tedbir olur. Bu yüzden tutuklamanın tercih edilmemesi unsuru vardır" diye konuştu.
'OTOMATİK TUTUKLAMA'
Avukat Özlem Gümüştaş, ceza yargılamasının ilkelerine rağmen "örgüt üyeliği, anayasal düzeni değiştirmek, hükümet aleyhine fiil içerisinde bulunmak" suçlamalarıyla açılan davalarda tutuklamanın otomatik hale getirildiğine dikkat çekerek, "Katalog suçlar, denilerek, tutukluluk devamı veriliyor" dedi.
Türkiye'nin AİHM'de uzun tutukluluk nedeniyle aldığı mahkumiyet kararlarının ardından yeni bir yasal düzenlemeye gidildiğini kaydeden Gümüştaş, şöyle konuştu: "AİHM'in eleştirdiği konu, kanunun bir ilkesinin her durumda uygulanacak bir emredici hüküm gibi uygulanması.3. Yargı Paketi'nde AİHM kriterlerinin dikkate alınacağı çokca söylendi. 4. Yargı Paketi'nde de aynı durum geçerli. Uzun tutukluluk ya da her durumda tutuklama yoluna başvurulmasına son verileceği söylendi. Bu kapsamda, mahkemelere, CMK'nın 101. maddesinde tutuklamayı somut olgularda gerekçelendirme zorunluluğu getirildi. Ayrıca, tutuklamanın karşılığında getirilen adli kontrol uygulayarak serbest bırakma maddesinin sınırı genişletildi. Madde, 5 yıla kadar hapis öngören suçlarda uygulanıyor. Karakolda imza verme, adres değişikliğini bildirme ve yurtdışına çıkış yasağı uygulamalarına ek olarak, konutu terk etmeme, belli bir yerleşim bölgesini terk etmeme, belirlenen yer ve bölgelere gitmeme getirildi."
'DENETİMSİZ SERBESTLİK YOK'
8 yıllık pratiğe bakarak uygulamayı eleştiren Gümüştaş, "Bu düzenlemelerin özgürlüklerin önünü açacağı öne sürüldü. TMK 10. maddeyle görevli bölge terör mahkemelerinin yanına soruşturma için özgürlük hakimleri atandı. Temmuz ayından bugüne olan süreçte tutuklama ilk başvurulacak yöntem olarak düşünülmese bile, denetimsiz bir serbestlik hali ise uygulanmıyor" dedi.
Ezilenlerin Hukuk Bürosu Avukatlarından Özlem Gümüştaş, son günlerde alınan adli kontrol kararlarına ilişkin şu örnekleri verdi: "Çağlayan Adliyesi'nde pankart asan SGD'li gençler, haftalık imza atma koşuluyla serbest bırakıldı. Boğaziçi Köprüsü'nde pankart açan SGD'li gençlere bütün duruşmalara katılma zorunluluğu getirildi. Duruşmalara katılmadıkları durumlarda haklarında otomatik olarak tutuklama kararı çıkacak. 'Örgüt üyeliği' davasında 3.5 yılını hapiste geçirmiş insanlar da, ancak haftalık imza ve yurtdışı çıkış yasağı ile serbest bırakılıyor."
'OTOMATİK ADLİ KONTROL'
"Mahkemeler eski otomatik tutuklama kararlarının yerine adli kontrol kararlarını geçiriyorlar" diyen Avukat Gümüştaş, konutunu ya da belli bir yerleşim bölgesini terk etmemek ya da belli bir bölgeye girmemek gibi uygulamaların da kabul edilemez olduğunun altını çizti. Gümüştaş, "Tutuklama kararlarını eleştirirken, yerine denetimli, çitli özgürlük kararlarının alınmasını istemedik. Binlerce insanı muhalif kimliğinden dolayı sanık konumuna getiren yargılama pratiği karşısında özgürlüğü savunuyoruz. Ama bugün karşımıza sınırlandırılmış özgürlük çıkartılıyor" dedi.
Belirlenen yer ve bölgelere gitmemenin siyaset yasağını da beraberinde getirdiğine dikkat çeken Gümüştaş, "BDP'li ya da ESP'li birine, yarın BDP ya da ESP'ye gitme kararı verebilecekler. Böyle bir karar siyaset yapma hakkını ortadan kaldırır. Dolayısıyla tutuklamanın karşısına daha özgürlükçü bir durum ortaya çıkmıyor. Sonuçta yargının hedef aldığı şeylerle mücadelede bakış açısı değişmemiş oluyor" dedi.
'F TİPİ HAPİSHANELER YETMİYOR'
Gümüştaş, Türkiye'de henüz uygulamaya geçirilmeyen elektronik kelepçenin sürekli dinleme ve izleme faaliyeti anlamına geldiğine dikkat çekerek, "Kişilerin özel hayatı da ihlal edilecek, dinleme ve izleme aleni hale getirilerek bütün hayatının içine yerleştirilecek. Bu insanın sosyal hayatını yok eden bir uygulamaya dönüşecek. Hapishaneyi yaşamın içine kurmaya çalışıyorlar" diye konuştu.
Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarıdan Özlem Gümüştaş, son olarak şu değerlendirmeyi yaptı: "F tipi hapishaneler bugünkü sisteme yetmiyor. Çünkü tutuklamayla geriye çekilen bir muhalefet yok. Hem yargının hem de siyasi otoritelerin karşısında yok. Bu nedenle sınırlandırma bütün yaşama oturtulmaya çalışılıyor. Hem denetimli serbestlik, hem de adli kontrol yeni yeni uygulanıyor. Ancak yerleşmeye başladığında her yerde insanların kelepçeleyle dolaştığına, evlerin hapishaneye dönüştüğüne, kurumlara herkesin gidip gelemediğine tanık olabiliriz. Çünkü, hepsini yasal düzlemde gerçekleştirmiş durumdalar."
Kaynak: Etkin Haber Ajansı
- 4 gösterim