Cezaevi yönetimlerinin bir dizi kesin ilkeye dayandırılmaları gereklidir. Dünyadaki bütün cezaevi sistemlerinde kullanılmak üzere ölçü olarak kullanılacak ilkelerin, her ülkeye uygulanabilir olması gereklidir. Bu ilkeler tek bir kültürden ya da tek bir ülkede veya bölgede kabul gören ölçülerden kaynaklanamaz. Uluslararası insan hakları ölçülerinden yola çıkmalıdır.
***
Mahkeme karar verir: ‘Şu kadar yıl özgürlüğünüz kısıtlanacak ve alıkonulacaksınız.’ Hapislik başlar. Bütün kuralların sizin dışınızda belirlendiği bir yerde, bir mekanda, yani hapishanedesinizdir. Yani artık sevdiklerinize merhaba bile diyebilmenizin bir günü, bir süresi ve neler konuşabileceğinizin bir çerçevesi vardır. Çok dikkatli olmalısınız. Bu çerçeve aşılırsa eğer sevdiklerinize merhaba deme hakkınız askıya alınır ve cezalandırılırsınız. Çok dikkatli olmalısınız.
Sevdiklerinizle görüşmeler yapabilirsiniz, üstelik tam bir saat, hem de ayda dört defa, üstelik bir tanesi açık görüştür. Muhteşem, yani sadece ayda bir kere bile olsa sevdiklerinizle arada çoğu zaman kirli ve puslu bir cam, demir parmaklıklar ya da tel örgü olmadan görüşeceksinizdir. Ama yine dikkatli olmalısınız, o çerçeve burada da var ve aşarsanız yine cezalandırılırsınız. Çok dikkatli olmalısınız.
Evet, mahpuslar temel haklarını kaybetmemek için çok dikkatli olmalılar. Ama her mekanda da ‘adalet’ gerekir, hapishaneler de buna dahil yerlerdir. Peki ama Türkiye hapishanelerinde bu ‘adalet’ var mıdır, uluslararası insan haklarına uygun adil ve eşit bir yaşam ya da infaz süreci gerçekleşmekte midir? Yani bu mekanı, hapishaneyi yönetenler ‘adaletli’ midir? Bu konuda dikkatli davranıyorlar mı? İnsan olmanın ve adaletli insan olmanın bir çerçevesi var. Çok dikkatli olmalısınız.
Uluslararası cezaevi standart kuralları ve ilgili sözleşmelerin hepsi kişinin, yani mahpusun sadece ‘özgürlüğünden mahrum bırakılacağını’ kesin bir dille söyler.
Hapishane yönetimi gerçekten karmaşıktır ve çeşitli zorlukları barındırır. Bu zorluklardan yola çıkarak alanda çalışmalar yürütenler, iyi bir cezaevi yönetimi nasıl olmalı, nasıl oluşturulabilir ve kişilerden bağımsız nasıl sürdürülebilir üzerine epeyce emek harcamışlardır.(1) Cezaevi yönetimlerinin bir dizi kesin ilkeye dayandırılmaları gereklidir. Dünyadaki bütün cezaevi sistemlerinde kullanılmak üzere ölçü olarak kullanılacak ilkelerin, her ülkeye uygulanabilir olması gereklidir. Bu ilkeler tek bir kültürden ya da tek bir ülkede veya bölgede kabul gören ölçülerden kaynaklanamaz. Uluslararası insan hakları ölçülerinden yola çıkmalıdır.
Uluslararası insan hakları ölçüleri, uluslararası düzeyde kabul edilen ölçülerdir ve genelde Birleşmiş Milletler aracılığıyla kabul edilmiştir. Uluslararası Hukuki ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi gibi temel insan hakları belgeleri, bunları onaylamış ya da kabul etmiş bütün devletler için yasal olarak bağlayıcı olan anlaşmalardır. Anlaşmaların yanı sıra doğrudan doğruya mahpuslarla ve hapis koşullarıyla ilgili bir dizi uluslararası belge de vardır. Bu belgelerde, ilkeler ve asgari kurallarla yol gösterici talimatlar yer alır.
Bu belgelerin başlıca olanlarını burada anmak isterim:
Mahkumlara Uygulanacak Muameleye İlişkin Standart Asgari Kurallar,
Herhangi Bir Şekilde Tutuklu Ya Da Hapiste Olan Bütün Kimselerin Korunmasına İlişkin İlkeler Demeti,
Mahkumlara Uygulanacak Muameleye İlişkin Temel İlkeler ve Küçük Yaşta Kimselere İlişkin Adli Süreçler Hakkında Standart Asgari Kurallar,
Mahkum ve Tutukluların İşkenceden ve Başka Zulüm, İnsanlık Dışı ve Aşağılayıcı Uygulama ve Cezalardan Korunmasına İlişkin Olarak Sağlık Görevlileri ve Özellikle de Doktorlar İçin Geçerli Olan Tıbbi Ahlak İlkeleri ve Kaba Kuvvet ve Silah Kullanılmasına İlişkin Temel İlkeler vb…
Yani bütün bu anlaşmaların ve sözleşmelerin uygulanmasında çok dikkatli olmalıyız.
Çünkü demokratik bir toplumda hapishaneler kamu hizmeti sunar ve hapishaneler de tıpkı okullar ve hastaneler gibi, kamuya yararlı olma amacını güden kuruluşlar olmalıdır. Hapishanelerde çalışanlar da ahlaki ve hukuki bir çerçeve içinde kamu personeli görevini yapıyor olduğunu bilmelidir. Bir grup insanın başka bir grup insan üstünde önemli bir güce sahip olması ve üstelik dışarıya sıkı sıkıya kapalı bir kurumda kolaylıkla bu gücün kötüye kullanılması riski vardır. Bu nedenle alıkoymanın ahlaki temellerinin uluslararası deneyimlere oturtulması son derece önemlidir.
Sürekli vurguladığım, özellikle son dönemde artan yeni hapishane ‘CEZA İNFAZ KURUMLARI KAMPÜSÜ/CİK’ modelini ben DEPO HAPİSHANELER olarak nitelendiriyorum. Hapishanelerin yaşam alanı ve içinde insanların olduğu unutulup depo olarak yönetilmesi son dönemde bütün dünyada ve ne yazık ki ülkemizde de fazlasıyla yaygın. Bir cezaevindeki en önemli iki insan grubu, mahpuslar ve bu mahpuslarla ilgilenen görevli personeldir. Bir hapishanenin iyi yönetilmesine ilişkin temel öğe de bu iki grup arasındaki ilişkidir. Bu ilişki insani, ahlaki ve hukuki olmak zorundadır. Bu konuda çok dikkatli olmalıyız.
OSMAN KAVALA’NIN 1000/BİN GÜNLÜK TUTUKLULUĞU VE MAHPUSLUĞU
Bugün, hapishaneler konusunda önemli işler yaptığımızı düşündüğüm, 1000 gündür hapsedildiği o küçücük mekanı, fikirleri ve çıkınca yapmayı planladığı işlerle nasıl büyüttüğünü ve kocaman bir alana dönüştürdüğünü hayal edebildiğim insan Osman Kavala’dan bahsetmek istiyorum. Gazetelerde iş insanı dediklerinde çok şaşırıyorum ben, çünkü Osman Kavala ile tanışıklığımız 21 yıllık ve ben onun hep bu ülkenin yaralarına merhem olmaya çalışır hallerini biliyorum. Burada hepsini anlatamayacağım ama onunla, insan hakları alanında birlikte yaptığımız çalışmaları kısaca özetlememde yarar var.
Osman Kavala ve eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra… Silivri Cezaevi…
Osman Kavala’nın 17 Ağustos 1999’da, deprem bölgelerine yardımların koordinasyonunda önemli işlevi oldu ve kurumların oluşmasında, yönetiminde, bu yapıların uzun süre ve verimli çalışmasında ciddi emeği var. Neler yapılmadı ki bölgede birlikte. En önemlisi galiba; sadece barınma ve yiyecek meselesinin ötesine bakabilmek ve onca yıkımın içinde kültürel-sanatsal faaliyetlerin mutlaka olması gerektiği düşüncemiz. Çok doğruydu. Barınma ve yemek ihtiyaçları dışında insanların dünyalarındaki yıkımı onaracak işler de yapılmalıydı. Üretime yönelik faaliyetler, ‘Kreş isteriz vermezseniz küseriz’ diyen çocuklara sosyal alanlar açmak, Düzce’de ahşap evler, kültür sanat çadırları, iş atölyeleri vb.
Osman Kavala ile Afyon, Fevzi Çakmak Yetiştirme Yurdu’nun fiziki yapısının onarılması, nasıl hizmet verileceğinin belirlenmesi, gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri bir yapının oluşması ve bunu başardığımız yıllar.
2001-2003 Diyarbakır Sur Belediyesi çocuk şenlikleri inanılmaz bir serüvendi. Hareketli ve gerilimli günler bölge için, tarihlere dikkat edersek anlarız. Ve biz sokakta beş gün sürecek çocuk şenliği düzenliyoruz. Kullanılmayan Emek Sineması temizlenecek, film makinesi, makinist bulunacak ve 30 bin çocuk filmler izleyecek. Çocukların yaptığı resimlerden sergiler açılacak. Surların duvarlarını kocaman bezlere yapılmış resimler süsleyecek. Tiyatro gösterimleri, fotoğraf kamyonu, ritim atölyelerine katılmak için uzun kuyruklar oluşacak. Ah çok güzeldi. Osman Kavala oradaydı, surlara çocukların yaptığı resimleri asıyordu heyecanla.
Ve Kocaeli. Çöp toplayan çocukların okula gitmemelerini dert edinmiştik ve eğitimlerine devam edebilmeleri için çözümler üretmeye çalışmıştık. Epeyce mesafe almış ve kamu kurumlarına yol yordam göstermiştik.
Ve tabii benim için en önemlisi ‘Cezaevi Duvarlarını Aşmak’ Projesi. Bandırma ve Kars hapishanelerinde 18 ay boyunca kültürel sanatsal faaliyetler yapıyoruz. Mahpusları, hapishane çalışanlarını bu faaliyetlere katmaya özel önem veriyoruz. Sonra F Tipi yüksek güvenlikli hapishanelerde izolasyonu kırabilmek için ortak alanları nasıl verimli kullanırız diye çalışmalar yapıyoruz. Kütüphanelerde yeni kitapların var olması için uğraşıyoruz.
‘Cezaevi Duvarlarını Aşmak’ projesi sonunda bir rapor hazırlamıştık. Osman Kavala’nın bu raporda günlerce süren titiz emeği vardır. Rapor hem Adalet Bakanlığı’na hem de Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne sunulmuştu. Bütün hapishane müdürlerine ve personeline yararlanmaları amacıyla gönderilmişti. Sivil toplum örgütleri ve kamuoyuyla da paylaşılmıştı.
Raporun tamamına linkten(3) ulaşabilirsiniz, ancak bazı bölümleri buraya almakta yarar var. Raporun yazıldığı yıl 2008, fakat problemler çok daha arttı. Ve öneriler hala çok güncel ve gerekli ve maalesef hala orta yerde çözüm yolu olarak uygulanmayı bekliyor.
Bu proje kapsamında ayrıca, söz konusu cezaevindeki yönetim, infaz koruma memurları, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, öğretmen ve diğer görevlilerle de yakın çalışma imkanı bulmuştuk. Resim, heykel, ebru, karikatür, ahşap, seramik boyama ve tiyatro atölyeleri, film gösterimleri gerçekleştirmiştik. Edebiyat ve felsefe söyleşileri yapmış, cezaevi kütüphanesini desteklemiştik. Rona Aybay, Turgut Tarhanlı gibi önemli hukuk insanları, İonna Kuçuradi ve Ferda Keskin gibi felsefe hocaları, Derya Alabora ve Genco Erkal gibi oyuncular, Ressam Gökhan Deniz,Şair Şükrü Erbaş ve daha bir çok, yüzlerce, adını saymaktan gurur duyacağımız bilim insanı, sanatçı aydın bu proje kapsamında hapishanelere gelmişlerdi. Çeşitli çalışmalar yapıp hapishane personeli ve mahpuslarla olmuşlardı.
Bu çalışma süresince cezaevindeki uygulamaları değerlendirme imkanı da bulunmuştu. Projenin sonunda, 3 Nisan 2008 tarihinde, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü ve yardımcıları, 13 F Tipi müdürü ve önemli sivil toplum örgütü temsilcileriyle birlikte bir çalışma toplantısı gerçekleştirilmişti. Aşağıda ifade ettiğimiz tespit ve öneriler tüm bu çalışmalardan kaynaklanmıştı. Raporda ortak kullanım alanlarına ilişkin sorunlar ve çözüm önerilerimiz şunlardı:
-Sohbet hakkı, ‘yer sorunu var’ denilerek engellenmemelidir. Bazı düzenlemelerle gerçekleşmesi mümkün bir taleptir. Cezaevleri yönetimi ve personeli, sohbet hakkının önemine inandıkları zaman yaratıcı çözümler bulabilmektedirler. Bazı müdürlerin pratik sorunları aşarak sohbet ya da atölye çalışmalarını gerçekleştirdikleri gözlemlenmiştir
-Sohbetlerde siyasi/ideolojik propaganda yapılması ihmal edilebilir bir risk sayılmalıdır. Bu nedenle sohbetlerin kısıtlanması hak ihlali olarak algılanacaktır. Aynı şekilde Kürtçe konuşmanın da sohbet hakkını engellememesi gerekir.
-Bazı cezaevlerinde yapıldığı gibi, sohbet hakkının günde 2 saatten fazla tutularak haftada daha az gün uygulanması sakıncalıdır, sohbetin düzenli olması önemlidir.
-Cezaevlerinde sohbet, atölye çalışmaları, eğitim öğretim kültürel faaliyet gibi etkinlikler arasında tercihler yapılması gerektiğinde mutlaka bu sürece mahkumların dahil edilmesi, anketler ya da mahkumlarla düzenlenecek sohbetlerle onların tercihlerinin belirlenmesi gereklidir. Böylelikle mahkumların kendi yaşamları hakkında karar verebilme haklarını kullanmaları ve etkinliklere katılımın arttırılması gerçekleşecektir.
-Atölye/ Eğitim Çalışmaları; Sanat atölyelerinde temel eksen gelir getirici zanaat kazanmaya yönelik uzmanlaşma doğrultusundadır. Bu faydalıdır, ama sosyal alanların ‘risksiz’ ve yetenekli mahkumlar tarafından kullanımı sonucunu ortaya çıkartmaktadır. Halbuki, sanatsal faaliyetler aynı zamanda en geniş kesimin katılması amaçlanan, mahkuma psikolojik ve zihinsel açıdan yarar sağlayıcı faaliyetler olmalıdır. Sanat atölyelerinin planlama ve uygulama safhalarında bu amacı gözeterek, uzman sivil kuruluşlarla işbirliğiyle düzenlenmeleri faydalı olacaktır.
-Odalar; Atölyelerdeki eğitimin sürekliliği ve ayrıca zamanın olumlu bir şekilde değerlendirilebilmesi için mahkumların odalarında da resim çalışması yapabilmeleri faydalı olacaktır. Bunun için kantinde malzeme bulundurulması gerekir. Bu konuda kısıtlamaların kaldırılması için odalarda resim çalışmasına izin verildiğinin cezaevleri idarelerine aktarılması gerekmektedir.
-Kütüphaneler okuma alanları olarak değil, kitap bulundurulan yerler olarak çalışmaktadır. Mahkum liste üzerinden kitap sipariş etmekte, kitabı odasında okumaktadır. Bu uygulama kantinden yiyecek malzemesi siparişinden farksızdır. Halbuki, F tipi cezaevlerinde geniş, ferah kütüphaneler bulunmaktadır. Kütüphanede kitapları incelemek ve kütüphanede okumak, kendi başına önemli bir kültürel faaliyettir.
-Psiko-sosyal servis; Cezaevlerinde, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, öğretmen ve doktor, sivil dünyayla cezaevi arasındaki halkalardır. Bu yüzden cezaevlerinin şartlarını göz önüne almakla birlikte, mesleklerinin hakkını verebilmeleri önemlidir. Bu kadroların zaman zaman cezaevi personeli gibi, güvenlik meselesini çok fazla ön plana çıkartan bir anlayışla çalıştıklarını gözlemledik. Aslında bütün cezaevi personelinin, güvenlik anlayışını, sosyal, kültürel ihtiyaçlarla bütünleşmiş halde düşünmeleri amaçlanmalıdır. Nitekim uluslararası standartlar, Avrupa Cezaevi Kuralları, sosyalleşme ve cezaevlerindeki hayatın, mümkün olduğunca normalleşmesine vurgu yapar. Bu konuda psiko-sosyal kadrolar özellikle hassas olmalıdırlar.
Sivil Toplum İşbirliği; Bütün F tipi cezaevlerini ziyaret edip eksiklikleri tespit edecek, sorunların çözümüne destek verebilecek sivil toplum uzmanlarından oluşan bir grubun ulusal düzeyde oluşturulması da, bu çalışmaların sürdürülebilirliği, şeffaflığı ve STK-kamu işbirliği açısından yararlı olacaktır.
Evet, bu raporda Osman Kavala’nın emeği çok. Bu ülkeye, bu ülkenin sorunlarının çözümüne bunca yıl hizmet etmenin karşılığı 1000 gün tutukluluk. Anlaşılır gibi değil. Bu durumda olan sadece Osman Kavala da değil elbette. Çözülmesi gereken çok ciddi bir hukuk sorunu. İnsan hakları sorunu. Bakın Osman Kavala birinci yılın sonunda hapishaneden yolladığı mektupta bunu çok güzel ifade ediyor aslında,
‘Silivri’de ikametimin birinci yılı tamamlandı. Beni anayasal düzeni ve hükümeti devirmeye teşebbüsle suçlayanların her geçen gün bu suçlarla alakam olmadığını daha iyi fark ettiklerine inanıyorum. Ancak bu öğrenme süreci benim özgürlüğüm pahasına oluyor, hayatımdan aylar eksiliyor. Bir an önce özgürlüğüme, aileme, dostlarıma kavuşmak istiyorum.
…Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi normlarına aykırı, insan özgürlüğüne değer vermeyen bir anlayış nedeniyle mağdur olanlara özgürlüklerinin iade edilmesinin devletin en önemli önceliklerinden birisi olduğunu düşünüyorum.’
OSMAN KAVALA’DAN AÇIKLAMA: SİLİVRİ’DEN… 2.5 YIL SONRA…
“Bu ayın sonunda tutukluğumun otuzuncu ayı tamamlanmış oluyor. Kurgulanan yeni, üçüncü suçlamadan dolayı Silivri’de daha ne kadar kalacağımı kestirmem mümkün değil. Tutuklanmamın ve bu davanın, iddianamede hiçbir somut delil bulunmaması ve birçok mantık kopukluklarından dolayı, yargıdaki vahim sorunlara yansıtılan çarpıcı bir örnek teşkil ettiğine, hukuksuz uygulamaların anlaşılmasına ve sonlandırılmasına katkıda bulunacağına inanıyordum.”
Son olarak Anadolu Ajansı’nın ‘FETÖ’ nün ünlü isimleri hesap verdi’ başlığıyla bir liste yayınlaması ve burada Osman Kavala’ nın adının da yer alması üzerine avukatları aracılığıyla açıklama yaptı.
“Anadolu Ajansı’nın 14 Temmuz 2020 tarihinde ‘FETÖ’ nün ünlü isimleri hesap verdi’ başlığıyla bir liste yayınlaması ve burada benim adımın da yer alması son derece yakışıksız ve hayret verici.
Mantığa aykırı, olgusal temele oturmayan üç ayrı suçlamadan dolayı dört defa tutuklandım. Ancak, bu suçlamalarda dahi FETÖ üyesi ya da destekçisi olduğuma dair bir iddia öne sürülmedi. Buna karşılık, beraatla sonuçlanan Gezi davasının iddianamesinde benimle ilgili suçlamaların FETÖ üyeliğiyle suçlanan emniyet ve yargı mensupları tarafından kurgulandığı, onlar tarafından yapılan hukuksuz dinlemelere dayandığı mahkeme belgelerinde ortaya çıktı, mahkeme kararı bu durumu teyit etti.Uzun bir süredir hakkımda çıkan asılsız haberlerden dolayı yayın sorumlularının hesap vermesi gerektiğine inanıyorum.”
Osman Kavala için ülkeyi yönetenlerden daha fazla bu hukuksuzluğa izin vermemelerini diliyor ve bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.
Zafer Kıraç
İnsan Hakları Çalışanı
Kaynak: Gazete Duvar
(2) https://www.prisonstudies.org/sites/default/files/resources/downloads/turkish3.pdf
(3) http://panel.stgm.org.tr/vera/app/var/files/c/e/cezaevi-calismalari.pdf
(4) https://www.osmankavala.org/tr/aciklamalar/517-osman-kavala-dan-1-yil-aciklamasi
- 3 gösterim