12 Eylül ve Hapishaneler

'' İnsanın kendi kalabilme savaşı savaşların en zoru, en onurlusudur.''
 

Sınıf mücadelesinin en keskin süreçlerinden biri olan 70'li yıllarda, bizler 15- 20'li yaşlarda gençlerdik. Keskinliğini salt çatışmalı bir süreç olmasından değil, aynı zamanda toplumun tüm kesimlerini mevcut düzenden yana olanlarla sosyalist sınırsız- sınıfsız bir dünyadan yana olanlar olarak saflaştırmasından da alıyordu. Ve bizzat yaratıcısı olduğunuz bir gelecek düşünün. Sahipleri olmanın inancı ve coşkusu ile dopdoluyduk. Doğru ve haklı bir davanın neferleriydik. Devrim uzak bir ihtimal de değildi bize! Soluğumuzu katmadığımız bir yer yoktu nerdeyse. Işçi direnişlerinde de vardık, faşist saldırılara karşı mahallelerdeki gece nöbetlerinde de. Okul boykotlarında da vardık, köylü direnişlerinde de.Halkla birlikte diktiğimiz gecekonduları yıkım saldırılarına karşı savunmalarda da.

Devrime, halka adanmış genç yüreklerdik.

Ve bir Eylül gecesinde bölündü düşlerimiz! Kopkoyu karanlık bir dehlize itilmiştik bir anda. Düşlerimizi orada boğmak istediler. Gelecek güneşli güzel günlere olan umudumuzu karartmak adınaydı yaşanan ve yaşanacak olan ne varsa. 12 Eylül askeri faşist cuntasının ilk hedefi devrimci hareket oldu. Halkın en örgütlü, en bilinçli ve en direnişçi kesimleri olarak etkisizleştirilmemiz cuntaların amaçlarını gerçekleştirmeleri açısından elzemdi. Böyle başladı kitlesel gözaltılar, her türlü hak arama eyleminin yasaklanması, askeri operasyonlar. Yüzlercemiz için 'vur emir'li afişler çıkarıldı. Onlarcamız bu fermanın sonucu düştü toprağa. Halktan yana binlerce insan spor salonlarına, yatılı bölge okullarına, liselere, kışlalara vd. Dolduruldu. Resmi rakamlara göre 650.000 kişi göz altına alındı. Üç ay olan gözaltı süresinin sınırı yoktu aslında. Istenildiğinde aylarca uzatılabildiği gibi hapishaneye konulanların da yeniden sorguya alınmalarının önü açıktı. Kimi yerlerde izne bile gerek yoktu. Alt katı sorgu merkezi olan Kayseri Zincirkıran Askeri hapishanesi gibi örnekler de vardı. Bu uzun ve vahşi sorgu süreçlerinde işkencede ölenlerin sayısı 171 olarak belgelendi. Yüzlerce arkadaşımız sakat kaldı. Sadece örgütlü kesimleri dağıtmakla, etkisizleştirme ile yetinilmiyordu. Askeri faşist cunta tam bir teslim alma politikası güdüyordu. Bunu denediği yerler de esas olarak hapishanelerdi. Askeri hapishaneler ise bunda özel bir yer tutuyordu.
 

Hapishaneler her dönem mevcut düzene karşı çıkan sistem muhaliflerini sindirme ve teslim alma mekanları olarak işlevlendirilmişlerdi. Darbe/cunta gibi özel koşullarda ise sınırsız bir zulümle en etkili sonucu almak genel bir kuraldı. 12 Eylül askeri faşist cuntasının özellikle askeri hapishanelerdeki uygulamaları bunu başarmak üzere planlanmıştı.

Buralarda tutsaklara özellikle herkesin asker olduğu, askeri disiplin ve uygulamalara tabi olduğu söylendi. Askeri sayım düzeni, tekmil zorunlu spor, yat-kalk saatleri, istiklal marşı ve askeri marşlar ile yemek duası vd. dayatmalar ile tam bir itaat düzenini egemen kılmaya çalıştılar. Bunlara bir de adına ''karıştır barıştır politikası'' dedikleri faşistlerle aynı koğuşlarda yan yana yatma zorunluluğu da eklemek gerekir. Tüm bu dayatmalarla biz siyasi tutsakları kimliksizleştirme ve kişiliksizleştirmeyi sağlamak amacındaydı cuntacılar. Başarmaları devrimcilerin morallerini de yitirerek yeniden etkin olmalarının, ayağa kalkmalarının engelleyicisi olacaktı. Ama yanıldılar. Her türlü saldırıyı direnişle karşılayan bir tavrın sahibiydi devrimci tutsaklar. Belli süreçlerde geri adımların atılması söz konusu olsa da direnişle yol alındı hep.

Dayatmaya karşı tavır işkenceyle, toplu cezalandırmalarla ve koşulların daha da ağırlaştırılmasıyla yanıtlanıyordu. Diyarbakır, Metris,Mamak adları cuntanın sınır tanımaz zulmü ile anılan hapishanelerdi. Ancak Diyarbakır '5 no'lu zindan'ı vahşet ve zulmün simgesiydi adeta. Kürt tutsaklara karşı tam bir Türkleştirme programı uygulanıyordu, akılalmaz işkence yöntemleri eşliğinde. Öyle ki yaşananların anlatıldığı Azizi Nesin'e ''Ben Kürt'lerin hayal güçlerinin bu kadar geniş olduğunu bilmiyordum.'' dedirtecek kadar!

Herşey işkence nedeniydi. Nedene de gerek yoktu aslında. Boyun eğdirme ve mutlak itaati sağlama adına dizginsiz bir faşist terör estiriliyordu devrimci tutsaklar üzerinde. Yıllar boyu bu saldırı ve baskılara karşı fiili tavırlarla, süresiz açlık grevleri ve ölüm oruçlarıyla karşı durduk. Diyarbakır '5 nolu zindanı'nda ise özel koşullardan da kaynaklı cehennem zebanilerine dur demek ve tutsak kitlesini de tümüyle ayağa kaldırmak için Dörtler gibi bedenlerini tutuşturanlara, iple asanlara da şahit olduk.

Bu sınır tanımaz baskı, zulüm ve işkenceler kitlesel direnişlerle geriletildi.

Cuntanın politik tutsaklara yönelik bu politikaları sadece o dönemle sınırlı kalmadı elbet. Onların zihniyetlerinin taşıyıcısıydı sonradan gelenler de. O nedenle sadece cuntacıların gözünde değil, devamı olan iktidarların 'sivil' hükümetlerin gözünde de hep 'özel' olduk! Askeri hapishanelerden sonra bu defa da bize özel olduğu açıklanan 'özel L tipi (hücre) ve E tipi' hapishanelerde bulduk kendimizi. Yine bildik askeri kurallar ve tek tip elbise ile çıktılar karşımıza. Uygulamaların zaman, biçim ve dozajlarında kimi farklılıklar olsa da tüm bu politik kimliğimizden arındırma saldırıları her hapishanede yaşandı. Cuntanın saldırılarına karşı ilk dönemlerde esasta aile çevreleri ile sınırlı bir destek söz konusu olduysa da sonraki yıllarda dışardaki mücadelenin gelişiminin de etkisiyle destek sunan çevreler arttı. Saldırılar merkezi politikaların ürünü olunca ülke genelindeki hapishane direnişleri de lokal olmaktan çıkıp genel ve çok kitlesel bir özellik kazandı. Öyle ki kimi direnişler uluslararası kamuoyunun ilgi alanına da girebildi. Dışarıyla içerinin karşılıklı etkileşimi gün geçtikçe arttı. Yaşam koşullarımızı da tüm bu süreçte daha olumlu ve ileri noktalara taşıyabildik. 80'li yıllarda hapishaneler dışarıdaki toplumsal muhalefetin gelişimini de etkileyen bir rol oynadılar.

Eylül suskunluğunu başından beri ilk bozan yer hapishaneler, kitle olarak da politik tutsaklar oldu. Ve sınıf mücadelesinin önemli bir mevzisi haline geldi bu alanlar.

Son olarak önemli bir nokta olarak şu da söylenebilir; askeri faşist cunta döneminde sorgu süreçlerinden genel olarak yaralı, zaaflı olarak çıkan devrimci hareket hapishaneler cephesindeki mücadeleleriyle inişli çıkışlı da olsa ivmesi sürekli yükselen direngen/direnişçi tavrıyla kendini onarıcı da oldu.

Bugün de şu temel kural işlemeye devam ediyor.

Baskının zulmün olduğu yerde mutlaka direniş de boy verir/verecektir! 

Hasan GÜLBAHAR

T Tipi Kapalı Cezaevi A- 5

Bafra / SAMSUN