"Bizim ödevimiz bıkmadan, usanmadan bizim için, çocuklarımız için, doğa için, özgürlük ve eşitlik için mücadele ederken esir düşen bu insanların seslerini duyurmaya çalışmaktır..."
Adil Okay
HAPİSHANE KAPILARINDA BÜYÜYEN ÇOCUKLAR... ve POLİTİK TUTSAKLAR
Mahpus mektuplarında kimi zaman satır aralarından süzülüyor özlem ifadeleri, kimi zaman da daha açık ve çarpıcı tümceler yumruk gibi boğazımda düğümleniyor. İşte Turan Demir’in Tekirdağ hapishanesinden kızım Öykü’ye yolladığı mektuptan bir bölüm.
“Sevgili Öykücan, Annen seni güzel anlatmış ama ben sana kendi kızımı bu kadar iyi anlatamam. Çünkü ben kızımla hiç birlikte kalamadım fazla gözlemleme imkânım olmadı, yeteri kadar tanımıyorum. Şu anda 21 yaşında üniversite öğrencisi ama toplam 21 defa ya görmüşüm ya da görmemişim, toplam 21 defa dokunmamış, sarılmamış, kucağıma almamışım. Büyüdü kocaman bir genç kız oldu ona bir şeker, bir çikolata alamadım, bir oyuncak almadım, bir giysi alamadım, oysa ellerimde büyümesini, büyüdüğünü an be an görmeyi çok isterdim. Benden ihtiyaçlarını temin istemesini çok arzulardım. Gece yarıları ağladığını, kapının önünde oynarken çamura batmasını sonra da taşı minik ellerine alarak her şeyi bir birine katmasını görmek isterdim ama hiç biri olmadı. Şimdi geliyor, olgun bir insan gibi karşımda oturuyor. Oysa ben onun çocuk kalmasını isterdim. Ben çıkacaktım, birlikte büyüyecektik ama olmadı…”
Sevgili kızım bağışla beni
Bu güne kadar hapishanelerdeki hak ihlalleri, işkenceler, keyfi cezalar ve tecrit içinde tecrit hakkında defalarca yazdım. Demokratik kitle örgütleriyle beraber birçok eyleme katıldım. Hapishane ziyaretleri yaptım. Ama elbette daha fazlası yapılabilir. Yapmalıyım, yapmalıyız. Bu yazımda da doğrudan göremediğimiz “hapishane kapılarında büyüyen çocuklar”ın ve mahpus anne ve babaların yaşadıkları travma konusunu işlemeye karar verdim. Yaz başında 23 yıldır zindanda olan Kasım Karataş’ın 25 yaşındaki kızı Gülistan beni babasının adına düğününe davet etmişti. Kasım’ın kızına Gaziantep hapishanesinden yolladığı mektubu düğünde okuma görevi de bana düşmüştü. Onurlu ama duygusal anlamda zor bir görevdi. “Görüş günlerinde büyüyen” Gülistan’a babasının yolladığı mektup, düğünde bulunan herkesi ağlattı. Düğünde okuduğum Karataş’ın mektubunun son paragrafını paylaşmak istiyorum:
“Sevgili Kızım, hayatınızın en anlamlı ve mutlu gününde yanında olamadığım için, bağışla beni!.. Sana özgür bir ülke bahşedemediğimiz için, kendi payıma senden özür diliyorum. Umarım doğacak olan çocuklarınız, sizinle aynı kaderi paylaşmaz, özgür bir vatan toprağına sahip olurlar. İdeallerime, düşüncelerime anlam verip kurtlar sofrasında başı dik, beni sahip-lenerek gururla savunduğunuzu biliyorum. Ben de seninle gurur duyuyorum bir tanem. Seni tüm benliğimle, ruhumla tebrik ediyor, mutluluklar diliyorum… Seni çok seviyorum…”
Yedi yıl sonra fotoğrafta kızlarımı görmüş oldum
İşte bu olay beni düşünmeye, araştırmaya ve yazmaya teşvik etti. Biliyordum ki hapishanelerde binlerce Kasım Karataş vardı. Binlerce Turan Demir vardı. Onlardan biri de 17 yıldır içeride olan, ağırlaştırılmış hapse mahkum edilen Ali Baba Arı, Tekirdağ hapishanesinden yolladığı mektubunda aynı sorunu yalın olarak ifade etmişti:
“Merhaba Dostlar, bayramın ilk günü, benim için zengin bir gün oldu diyebilirim… Öncelikle altı-yedi aydır kızlarımdan haber alamıyordum, onlardan –kızımdan- mektup ve kardeşiyle çekilmiş bir fotoğraf aldım. Nihayet yedi yıl sonra fotoğrafta kızları görmüş oldum. Evet, yedi yıl sonra sadece fotoğrafta… İkinci haber ise, dünyamıza taze bir yeğen geldi. Aslında iki tane, ama dediğim gibi, birinin ki henüz taze anne-baba oldukları için özel bir vurgu yaptım.”
Ben gelene kadar çok büyüme tamam mı
Kanser hastası şair Erol Zavar da çocuklarından yıllardır ayrı. Onları ancak yılda bir iki kez açık görüşlerde kucaklayabiliyor. Erol Zavar, Sincan- Ankara hapishanesinden yolladığı mektubunda sanki kendi çocuklarına seslenmiş gibi:
“Sevgili Öykü… Mektubun o kadar canlı ve neşeli ki “nasılsın?” sorusu fazla kalıyor. Çok, çok iyi olduğun anlaşılıyor. Tamam, çıkınca size geleceğim, ben de aslında güzel yemekler yaparım ama yemek işini babana yükleriz, ben misafirim, sen de çocuksun, iş yapmak düşmez bize, yemek olana kadar parkta gezdirirsin beni, Özge Can’ı ve Özgür Deniz’i. Ama pastayı ben yapayım olur mu? Baban ve annen bilirler, Metris pastası diye hapiste yapılan bir pasta var. Onun meyvelisini yapıyoruz burada. Çıkınca sana o pastadan yapayım ben de. Sen, ben gelene kadar çok büyüme tamam mı?”
18 yılda sadece bir kez oğlumla görüşebildim
Zeynel Karabulut’un Aygün adlı bir oğlu var. Bir konferansta yanıma gelmiş kendini tanıtmıştı Aygün. Bana yıllardır içeride olan anne ve babasının hapishane adreslerini vermişti. Bu kez hem anne hem baba hapishanedeydi. Hem Münevver hem de Zeynel ile yazıştım. Münevver geçen yıl tahliye oldu. Zeynel hasta olmasına rağmen hâlâ içeride. Zeynel Karabulut Hacılar- Kırıkkale hapishanesinden yazdığı mektubunda çocuklarından söz etmiş:
“Sevgili Öykü (…) Bu arada münevver teyzen geçen mayısta tahliye oldu. Şu an Aygün ağa-beyinle birlikte ikamet ediyorlar. Onların durumu çok iyi. Fakat ben bu güne kadar, 18 yılda bir kez oğlumla, Aygün ağabeyinle görüşebildim. Münevver teyzenle resmi nikâhımız olmadığı için görüştürmüyorlar. Bu arada 1 yıla aşkın açık görüşe çıkmama “ceza” sı var. 6 ayda kapalı görüşe çıkmama cezası var. Onun için mektup aracılığıyla sohbet ediyoruz. Tabi Aygün ağabeyinle – mektupla da olsa- sohbet etmek bayağı benim hoşuma gidiyor.”
Çocuklarımın hepsi zindan yolunda büyüdüler
20 yıldır hapishanede olan Felemez Erdem de Elbistan- Kahramanmaraş cezaevinden yolladığı son mektubunda beni oğlunun düğününe davet ediyor:
“Size 2 resim gönderiyorum. Biri 7 Eylül 2007 tarihli tüm ailemle çektiğim bir fotoğraf: 4 kızım, oğlum ve sevgili eşim, hevalim Zeynep. Diğeri, en son oğlum Yunus’la çektiğim fotoğraf. Ben 1992’de zindana girerken, şimdi gördüğün oğlum 7-8 aylık bir bebekti. Hepsi zindan yolunda büyüdüler. Ben de ailemle gurur duyuyorum. 3 kızım evlendiler. Şu an bir kızım ve bir oğlum kaldı. Oğlum şu an nişanlıdır. Ben de Kasım (Karataş) gibi, onların en mutlu gününde yanında olamadım.”
Bu trajik örnekler çoğaltılabilir. Binlerce çocuk anne ve babalarını görüş günlerinde tanımaya çalışıyor. Ne okul kapısında onları bekleyen anne veya babaları var ne de doğum günlerinde hediye alan. Bu tutsaklardan Mehmet Gök’ün çocukları Avrupa’da. Ve Gök, çocuklarını 20 yıldır görmemiş. Yirmi yıldır seslerini duymamış. Tersinden okuyacak olursak o çocuklar da baba hasretiyle büyümüşler. Büyüyorlar.
Sonsöz: Evet, mahpus mektupları anlayanların, insanlıktan istifa etmemiş “kadın gibi kadınların, adam gibi adamların” yüreğini yakıyor. Öfkemizi büyütüyor. Ülkenin başındaki ceberut hükümetin kara propagandası ve yandaş medyanın yarattığı sanal alem, halkın büyük çoğunluğunu kör-sağır-dilsiz eylemiş. Ama bizim ödevimiz bıkmadan, usanmadan bizim için, çocuklarımız için, doğa için, özgürlük ve eşitlik için mücadele ederken esir düşen bu insanların seslerini duyurmaya çalışmaktır.
[email protected]
Grafik: İsmail Cem Özkan tarafından hazırlanmıştır.
- 7 gösterim