Ayhan Kavak'tan bir Öykü

Değerli Can Yeğenim Öykü Can’a

Çok çok çok selamlarımla, gözlerinden öpüyor, merhaba diyorum… Çoktandır sevgili yeğenim, dağ yürekli arkadaşım Öykü Can’dan her hangi bir mektup alamadığımdan meraklanıp, kaygılanmıştım. Meğerse benim değerli arkadaşım fotoğraflarda da açık bir şekilde görüldüğü gibi kocaman olmuş. Tabii gözlerindeki ışıltılı gülümsemesi henüz abla olmaya zaman kalmışsa da yakında kendi kendine güzelim mektuplar yazıp göndereceğinin umudu ve sevincini hissettim. Ne mutlu bana ki böylesi süveydasında özgür yaşam ateşi ve güneş olan bir arkadaşım, bir yeğenim var diyorum…

Bu arada ne çok şeyler yaşanmış. Başta Kont’un yaşlılığından aranızdan ayrılmasına çok üzüldüm. Sen de hastalanmışsın bu arada çok geçmiş olsun diyorum ve dikkat et de bir daha hastalanma emi! Elbette babanı kollaman, gözlemen lazım. O sigaranın dumanı çok kötüdür. Astımını azdırabilir. Toza- polene- dumana dikkat et. O bahsettiğin şarap için de bir şey demiyeyim. Çocuklara zararlı elbet . iyisi mi sen çıktığımda taze üzüm veya kuru üzüm ye yerine. Eğer bir gün çıkarsak bu duvarların dışına söz senin yerine de ben içerim ki sana dokunmasın Anlaştık mı? İyisi mi babana söyle de, Hatay- Samandağ’ın meşhur boğmasını hazırlasın geldiğimde… Bir de öneride bulunayım: Bence Kont’un yerini doldurmasa da onun boşluğunu doldurmaya bir kangal yavrusunu bulup büyütsen ne kadar güzel olur? Öyle kocaman olana değin biz kesin o vakit dışarı çıkar gelip yeni köpeğinle de tanışmış oluruz. Bu arada İlya ve Karya’ya da çok çok selamlar. Bende geçenlerde bir rüya görmüştüm. İçinde sen, İlya ve Karya vardı. Bari fazla uzatmadan anlatmaya başlayayım.

Kötü günler daha da çoğaltılmıştı. Zaman zaman içinde değil zaman kötülük ve karanlığın egemenliğine girmekteydi. Dünya dünya olalı böyle bir şey yaşamamıştı. Yüzünde maskeler olmasına rağmen dışa taşan çirkinlikle dolu karanlık mahlukatlar hükmetmeye başlamışlardı dünyaya. Duvarlar yetmezmiş gibi beyinlere girip her yeri açık cezaevlerine dönüştürmüşlerdi. Karanlık mahluklu kralları. Bu kral kendini simsiyah taşlardan kocaman bir saray yaptırmış ve sarayının orta yerine nasıl oluştuğu bilinmeyen dipsiz bir kuyu varmış. Yeryüzündeki tüm aydınlığa- ışığa düşmanmış ve düşüncesinde parıldayan yıldızlar barındıran insanlar bile bu düşmanlıktan nasibini alıyormuş. İşte bu kuyunun en büyük özelliği var olan tüm ışıkları yutmasıymış. Mahluk kral karanlıkta net görüyormuş ve tek amacı bitmez kötülüklerini her yere yaymak ve insanları köleleştirmekmiş. Bunun içinde beyinlerindeki ışığı yok edip, karanlığa hizmet eden robotlara dönüştürüyormuş meğer. Evrende yanıp sönen yıldızlara tahammül edemediğini yetmezmiş gibi dünyanın çevresinde karabulutlardan örtüler oluşturmuş ve yıldı. Güneş ve ay ışığının dünyaya varmasını engelliyormuş. Gelen ışıkları da dipsiz kuyusunda hapsediyormuş…

Her yer karanlık, her yer mahluk kralın işgali altındaymış. Göz gözü görmediğinden anneler çocuklarından, kardeşler kardeşlerden ayrı düşmüşler. Kimse kimsenin akıbetini bilmiyormuş…

Önüm arkam, sağı, solum kötülükle dolmuş. Herkes kendi başının çaresine düşmüş. Zaten bu kötülük kralın ilk amacı da insanları parçalayıp bir başına bırakmak ve istediği gibi karanlıkta boğmakmış insanları. Tam da tüm dünyada başarılı oluyormuş olmasına da bu karanlığın bir tek etki etmediği üç arkadaş varmış. Bunlar Öykü Can ve arkadaşları İlya ve Karya’ymış meğer. Rivayete göre her üçü de Öykü Can’ın Anne-Babasına ve herkese inat dans etme ısrarından dolayı çevrelerinde ışıklar yayıyorlarmış ve bu dans ışığını yok edemiyormuş. En çok da Öykü Can’dan korkuyormuş. Ama daha Öykü bu karanlığı nasıl yok edeceğini ve nasıl Anne ve babasına kavuşacağını bilemiyormuş. Her üçü dışında kimse yokmuş yanlarında yörelerinde…

Bir gün nasıl olduysa karanlık bulutların ardından bir ışık huzmesi belirmiş. Bu ışık huzmesi kötülüğe isyan edp dünyanın karanlığını yırtıp düşmeye kara veren kayan bir yıldız değilmiş mi! İşte bu yıldız hemen Öykü Can’ın ayaklarını dibinde parıldayarak yere düşmüş. İlk başta çok korkmuş ve birbirlerine yapmışlar üç arkadaş. Sonra Öykü Can bir ses işitmiş çok çok uzaklardan ve derinden. Kont’un sesiymiş ve Öykü Can’a “Korkma” dedi “Korkma!” “Al o yıldız parçasını. Siyah olmasına bakma ve tılsımdır o taş. Al ve gizlice Karanlık kralın kuyusuna götür ve içine fırlat” der. Yine “Bu taş seni doğruca oraya tehlikesizce götürecek sizleri ve her üçünüz birlikte tutup atın ki her yer yeniden güzelleşsin, aydınlansın” diye söyleyip duyulmaz oldu hiçbir şey. Bundan sonra üç kişilik semah tuttular. Semahın başında Öykü Can tutuyordu. Semah esnasında birden kuyunun yanı başına uçup geldiklerinin ayırtına vardıklarında her üç arkadaş Öykü Can’da olan yıldız parçasına dokununca karşıda kendilerini görüp korkan Karanlık mahluk “Yapmayın” diye çirkin sesiyle bağırmaktan başka bir şey yapmadı.

Öykü Can arkadaşlarına dönüp “Haydi atalım bu kötü kuyuya” dedi ve bir anda attılar kuyuya. Gök gürültüsünden kuyuya” daha şiddetli sesler yükseldi kuyudan ve yavaş yavaş ışık saçmaya başladı. Kara bulutlar dağıldı ve güneş olanca ihtişamıyla ışıtmaya başladı dünyamızı. Kötülük yayan karanlık mahluk kral Güneşin ışınları arasında yazıp kül oldu. sarayı da çatlayıp yerle bir oldu ve her yer güller, çiçekler ve ağaçlarla kaplandı. Kuş seslerinin cıvıltısı selamlıyordu Öykü Can ve arkadaşlarını. Sonra karanlık tarafından köleleştirip robotlaştırılan tüm insanlar sanki kırk yıllık uykudaymışcasına kendilerine geldiler. Yeryüzündeki tüm çirkin duvarlar yok oldu ve her yer rayiha kokularıyla kaplanıverdi. Üç kafadar arkadaşlar yine dans etmeye başladılar ve bir de baktılar ki Anne ve babaları da yanı başlarında hep yasaklasalar da dans etmiyorlarmış mı? “Aferin Öykü, iyi ki de dans etmekten vazgeçmedin hiç. Yoksa Dünyaya aydınlık gelmeyecekti” diyerek kucaklayıp yanaklarından öptüler sevgili çocuklarını ve Öykü Can’ın çok sevdiği balonları şişirip bir sopaya bağladılar. Başına da defne ağacından güzel bir taç yapıp taktılar. Çevredeki tüm kuşlar Öykü Can’ın etrafında fır uçup güzel ötüşleriyle şarkılar – türküler söylediler. Eee ne de olsa Karanlığı yenip Aydınlığı getirmişti bu güzel dünyaya…

Yaa işte böyle bir rüya gördüm benim dağ yürekli yeğenim. Sonu böyle bitince ilk önce korksam da sonradan huzur içinde yattım sabaha kadar…

Şimdi 6 Mayıs’ta 68’liler Barış ve Kardeşlik ormanında sergi açmışsınızdır. Bana nasıl geçtiğini ve ne yaptığını yazarsan çok sevinirim, haberin olsun. İhmal etme emi… Zaten senin resimlerine diyecek yok. Bir de baban o güzelim resimlerinden kart yapıp gönderince de çok sevindim ve yapmış olduğun resimden gözlerimi alamadım. Buradaki diğer amcalarına da gösterdim ve hepsi de çok hayran oldular resmine. Sana çok selam söyle dileyip,gözlerinden öptüklerini öptüklerini ilettiler…

Benim Dağ yürekli küçük arkadaşımı çok eskiden daha ben de çocukken öyle hazır uçurtmalar alacak paramız olmazdı. Üstelik o vakitler böyle Çin işi ucuz uçurtmalar da bulunmazdı. Bizlerde ince çıtalar alır ve süslü kağıtlarla katlayıp büyücek uçurtmalar yapar ve açık alanlarda uçurtma yarışı yapardık. Söz geldiğimizde, yapmasını unutmamışsam büyük rengarenk bir uçurtma yaparım sana. Şimdilik kısa günün karı diye Babanın aldığı Çin uçurtmasıyla yetin.

Değerli Can Öykü Yeğenim, Kendine çok ama çok iyi bak . Sakın ola ki bir daha hastalanma. Yoksa çok üzülürüm bilesin. Tekrardan arkadaşlarına çok selamlar eder, gözlerinden öper, selamlarımı, sevgilerimi kucak dolusu yollarım…

Amcan Ayhan Kavak

AYHAN KAVAK

E.Tipi C.evi B-1 16.05.2011

SİİRT