Hapishanede yazılan Öykü: DAYIMIN HIRSIZLIK HASSASİYETİ

DAYIMIN HIRSIZLIK HASSASİYETİ

Annem kardeşleriyle bir araya geldiğinde dönem dönem sohbetleri Boşnakçaya dönerdi. Sohbetlerinde Boşnakçaya karışan Türkçe kelimelerden sohbetlerinin konusunu az çok çıkarabilirdim. Sohbet konularının biri de hiç gidip görmedikleri, büyüklerinden –özellikle annelerinden- duydukları Sarayova* idi.

Hiç kuşkusuz ninem ve diğer büyüklerin büyük umutlarla geldikleri topraklarda karşılaştıkları yokluk, doğup büyüdükleri topraklara özlemlerini katbekat arttırmıştır. Ve çocuklarına anlatırken “oralar”, “büyük umutlarla terk ettikleri” yer değil, çok güzel, yaşanılası mekânlardır.

İşte benim çocukluk dünyamda annemin teyzelerimle sohbetlerinden duyduğum Sarayova-Sokoloviç, yeşillikler içinde bir cennettir. Ve yine dönem dönem konuştukları ve anlamadığım Boşnakça da ilahi bir dildir. Belki o yüzden, annemin kardeşleri içinde en büyükleri ve Sokoloviç’te doğmuş tek kişi olan Selim dayımın apayrı bir yeri vardı yüreğimde. Bir çocuğun “ilahi olan”a beslediği merak ve korku duyguları oluşurdu Selim dayımı gördüğümde. Ve saçımı-yanaklarımı okşayışında oluşan sevgi…

Yılda birkaç kez, annemle beraber Yenibosna’dan Küçükköy’e ziyaretine giderdik. Bu ziyaretlerimiz dayımın ölümüne kadar sürmüştü. Yine bir gün dayımlara gittiğimizde evde sadece yengem vardı. Annem ile yengem sohbet ederlerken ben de onların evindeki Spor Ansiklopedisi’nde Fenerbahçe tarihimize göz atıyordum. Yengemle annemin sohbet konularının başında çocukları vardı. “O okulu bitirdi”, “bu falanca işe girdi”, “şunun bir sevdiği var”… Yengemin ve annemin bol çocukları var. uzunca bir sohbet konusu yani.

Annem yengeme “İsmetinden bir haber var mı” diye sorduğunda elimdeki ansiklopediyi bırakıp onların sohbetine dikkat kesildim. İsmet abim birkaç yıl önce bir iki hafta bizim evde kalmış, sonrasında “anarşik” olduğunu ve polisçe arandığı için yurtdışına kaçtığını duymuştuk. Yengem annemin sorusuna cevap vermeden kapı açıldı ve dayım girdi içeriye. Annemle kalkıp elini öptük. Yine beni mutlu eden saç ve yanak okşayışları…

Kısa bir hâl hatır sormadan sonra yengem, annemin sorusuna yanıt verip İsmet abimi anlatmaya başladı. Başlar başlamaz da heyecanlı ve yüksek bir sesle dayım girdi lafa. O an tam olarak ne anlattığını hatırlayamıyorum ama adi suçlularla kıyaslama yapıp oğlunu savunuyordu sanırım. “Hırsızlık yapmış olsaydı silerdim onu. Ama onunki başka” gibi… Sonra birden bana döndü. Karşısına oturtup öğüt vermeye başladı:

“Bana bak, dayının. Uzunca bir yaşamın var önünde. Olur, insan hâlidir, hapse de düşebilirsin. Ama hapse düşeceksen sakın da hırsızlıktan düşme. Gasp yap, hırsızlık yapma. Gaspta hiç yoksa bilek hakkı vardır. ama hırsızlık öyle mi…”

O güne kadar büyüklerimden çokça duymuştum hırsızlık yergisi. Ama bu şekilde olanını ilk kez duyuyordum. Belki de bu yergilerden hafızamda bu kadar canlı kalanın dayımınki olması bu yüzdendir. Dayımın “Gaspta hiç yoksa bilek hakkı vardır” derken yumruğunu sıkarak bileğini gösterişi, “Hırsızlık öyle mi, kimse görmeden çalıp kaçacaksın. Yok onda hak-mak!” derken yaptığı hareketler, hepsi daha dün gibi gözlerimin önündedir tüm canlılığıyla.

Daha önce dayımın hapiste yattığını duymuştum. Bu öğüdünü duyar duymaz kafamda “herhalde gasptan yattı” yargısı oluştu ama ona soramadım. Eve döndüğümüzde anneme sordum:

“Anne, dayım gasptan mı yattı hapiste?”

Şaşıran annem, “nereden çıktı şimdi bu” diye yanıtladı.

“Dayım dedi ki, ‘hapse düşersen sakın hırsızlıktan düşme. Gasp hırsızlıktan iyidir. Onda bilek hakkı var hiç yoksa’ dedi.”

Dayımın bu öğüdüne yüzünü ekşitti annem. Anlattı sonrasında.

“Dayın iki kere düştü apse. Birinde Vize’de kaavede otururlarmış. Radyoda başbakan anlatırmış, ‘şunları şunları yaptık, şunları yapçaz’ diye. Dayın da ‘ay senin yaptığın işi de, yapçaan işi de, seni de…’ diye küfretmiş. Duyanlardan biri gidip jandarmaya yetiştirmiş. Öyle girdi apse. Ama çok kalmadı o zaman. Bir süre sonra iitilal oldu. Dayın ‘em adamı astınız, em beni burda tutarsınız ona küfrettim diye’ demiş, bırakmışlar.”

“Peki ikincide mi girdi gasptan?”

“Ayır be! Girmedi iç gasptan. Onda köyde koruculuk yapardı. Birinin tarlasından ırsızlık yapan birini vurdu, o yüzden girdi apse.”

Demek dayımın gaspçı hayranlığından vermemişti o öğüdü. İkinci hapis macerasında, yıllarına sebep gördüğü hırsızlığa özel bir hassasiyet geliştirmişti yıllar boyu içeride.

 

*Annem ve diğer büyüklerimden hep Sarayova diye duyup öğrendim. Sonraları ilk harita incelemelerimde Sarajevo’yu gördüm. Saraybosna olarak 90’larda kullanılmaya başlandı.

MESUT DENİZ

2 NO’LU F TİPİ CEZA İNFAZ KURUMU A-İ/137

TEKİRDAĞ