Haziran 2019
1970 ve 1980’li yılları yaşayanlar, İstanbul’da 80’lerin sonuna kadar, şehirler arası otobüslerde ve bagajlarında tavuk - kuzu - oğlak gibi küçük canlılara denk gelmiştir. Sanırım o zamanlarda İstanbul’da et çok pahalı ve köyden eve bozulmadan taze olarak et getirmenin en pratik yolu da canlı olarak getirmek.
Babam da bir köyden dönüşünde beraberinde bir oğlak getirdi. Bu küçük yavruyu, henüz küçük bir yavru olan ben çok sevdim. Ne zaman evin altındaki kapatıldığı yerden çıkarılıp beslense ya da dolaştırılsa hemen soluğu yanında alıyor, onu ellerimle besliyor, bazen de sarılıyordum. Dolaştırılırken ipini ben tuttuğumda koşarak beni düşürdüğü ve sürüklediği oluyordu. Evin altındaki yere kapatılmaya direnirken yakınındaysam çarpıp düşürmesi gibi ufak kazalar da olmuyor değildi ama yine de aramız çok iyi idi.
Bu sevimli oğlağı kaç gün besledik bilmiyorum ama çok olmasa gerek. Oğlağın İstanbul’a neden getirildiğini girişte anlattım. Yani anlayacağınız, günü geldi, babam bıçak takımını hazırladı. Oğlağı yatırıp üç ayağını bağladıklarında “yaa, niye kesiyonuz onu” diye ağlamaya başladım. “Yiyeceğiz” denince ve ağlamalarımın oğlağı kurtaramayacağını anladığımda “ben yemiycem işte” deyip oğlağı kesecekleri yerden ayrıldım.
Bahçemize girdiğimde komşu evin duvar dibinde bir kedi gördüm. Kediye yaklaştığımdq benden kaçmadı. Oysa daha önce gördüğüm tüm kediler yaklaştığımda kaçıyordu. Ama o olduğu yerde durup bana bakıyordu. Tam karşısında durup diz çöktüm. Halen çakmamıstı. Ellerimi uzatıp koltuk altlarından tutarak göz göze gelecek şekilde havaya kaldırdım. Arka ayakları asağı doıru sarkmış durumdaydı ve ben ona o da bana şaşkın ve meraklı bir şekilde bakar durumdaydık. Oğlağı kaybetmiştim ama onun yerine koyacak birşey bulmuştum galiba… böyle düşünerek güldüm. Benim gülmemle dişlerimi görüp saldırı altında olduğunu düşünmüş olsa gerek harekete geçti. Ön patileriyle suratıma doğru bir hamle yaptı ve tırmalayıp kaçtı. Hemen yüzümü tutarak cıyakladım ve sesli sesli ağlamaya başladım.
Çığlığımı ve sonrasındaki ağlama seslerimi duyan annem koştura koştura bahçeye geldi. Yüzümü kanlar içinde görünce “ ne oldu” diye sordu. “ Kedi” deyip durdum, kedinin ne yaptığını kollarımı savurarak ellerim ve tırnaklarımla taklit ettim. Annem “tırmaladı mı” deyince öğrendiğim yeni kelime ile üstüne bastıra bastıra cevapladım : “Tırr-ma-la-dı”.
Hemen elimden tutup eve soktu ve pamuk tentürdiyot hazırlayıp yarayı temizlemeye basladı. Tentürdiyotlu pamuk yaraya temas eder etmez hızlı hızlı “anne acıyo, anne acıyo”demeye basladım. Annem üfleyip yaraıi serinleterek acıyı azalttı. Temizlemeye devam etti fakat yine acıdı. Bu kez” anne üf, anne üf” diye sesimi yükselttim. Annem üfledi tekrar. Böyle böyle yarayı temizleyip bantladı. Sonra oğlak ile uğraşan babamın yanına döndü.
Ben annemin peşinden gidemedim ve evde bekledim. Oğlak parçalara ayrılıp tepsilerde eve girdi, evin içinde doğranmaya başladı. Sevdiğim kanlı canlı bir varlığı o şekilde doğranan et olarak görmeye dayanamıyordum. Evin içinde yer değistirerek onlardan kaçtım bir süre. Belki uyudum kısa bir zaman.
Aksam yemeğinde annemin et ve pirinçle yapılan ve adına “kapama” denilen Balkan yemeğini yaptığını hatırlıyorum. Kapama tepsiyle sofranın ortasına kondu ve herkes kaşıklamaya başladı. Bense yutkunuyor ama yiyemiyordum. Yanımdaki annem “hadi Mesut, sen niye yemiyorsun” deyince yüzüm ekşidi, ağlamaklı “bi de kestiniz, bi de yiyonuz yaa…” diye haykırdım. Annem “ Ama bu oğlağın eti değil ki. Seni tırmalayan kediyi yakaladık, Mesut’u nasıl tırmalarsın deyip kestik. Onun eti bu, hadi ye.” Deyince “hııı, tamam o zaman yerim ben de” diyerek beni tırmalayan kediyi kaşıklayarak iştahla yemeye başladım.
Mesut Deniz
Tekirdağ 2 Nolu F tipi hapishane
Fotoğraf: Nurcan Ucoz
- 15 gösterim