1988 yılı, benim sekizinci sınıfa başladığım yıl. O yıl, Bulgaristan’dan Türkiye’ye yoğun göçün yaşandığı bir yıldı. Mahallemize oradan göçüp yerleşen aileler olduğu gibi, sınıfımızda da oradan gelen bir öğrenci olmuştu.
Okulların yeni açıldığı günlerden biriydi. O gün ilk ders din idi. Hoca sınıfa girip yoklamayı yaptıktan hemen sonra bir müdür yardımcısı yeni bir kız öğrenciyle sınıfa girdi. Sınıftaki hocaya “ Yeni öğrenci ” deyip yanındaki kızı bırakıp çıktı. Yeni öğrenci arka sıralarda, sağışda boş olan Sevda ile Sibel’in yanına oturtulurken ergenliğe adım atmış sınıfın bütün erkeklerinin gözü üzerindeydi.
Hoca yeni gelene “ Sen Bulgaristan’dan gelen öğrenci misin ? ” diye sordu. Ayağa kalkıp “ Evet “ diye yanıtladı yeni gelen.
“ Adın ne senin ? “
“ Burçin Kamberoğlu “
“ Nasıldı oralar Burçin ? “
“ Çok fena... “
.......
Soru cevaplar bittiğinde hoca “ Otur kızım ” deyip sınıfa döndü ve Burçin’e hayran hayran bakan biz ergen erkeklere gevrek gevrek sırıtarak ve çenesini sağa sola oynatarak “ Siz de artık buraya dönün ” dedi.
Hocanın yaptığı bu çene hareketleriyle sırıtışı ikinci kez görüyordum. İlkini yakın zaman önce televizyonda Baş Tombiş icraatlarını anlatırken meşur eylemleriyle ilgili “ Geçinemiyoruz diyorlar. Benim memurum işini bilir. “ derken onun suratında görmüştüm. Evdeki büyüklerim buna homurdanıp kaşlarını çatarak tepki vermişlerdi. Ben de bu harekete nasıl tepki verileceğini öyle öğrenmiştim. Homurdanarak kaşlarımı çattım ve dersin sonuna kadar o şekilde oturdum.
Ders bitip hoca çıktığında kaşlarım normale döndü. Hemen cebimden ilk kez o gün satın aldığım pilot kalemi çıkararak heyecanla defterimden boş bir sayfaya yazı denemeleri yapmaya başladım. Bu arada çocuklar da o civarda toplanmış, Burçin’e sorular soruyordu :
“ Sen şimdi Bulgaristan’dan mı geldin ? “
“ Bulgarca anne ne demek ? “
“ Ya baba ? “
“ Seni seviyorum ne demek ? “
......
Bu konuşmalar olurken arada ben de dönüp Burçin’e bakıyordum. Elimdeki kalemi bir de Burçin yazarak denedim. Denemelerim devam ederken Burçin’in yanındaki Sibel benim yanıma oturup omzuma dokunduğunda ona döndüm.
“ Al... hediye... “ diyerek elindeki anahtarlığı uzattı.
“ ...! Teşekkür ederim... Nereden aldın ? “
“ Babam bu işi yapıyor. Babam getirdi... “
Elimdeki anahtarlığı incelemeye koyuldum. Bir deri parçasının üzerinde deriye tek tarafından tutturulmuş, ondan daha küçük bir metal plaka vardı. Metal plakada bir otomobil markasının ismi yazılıydı. Gözlerim bir elimdeki anahtarlıkta, bir de onu bana veren Sibel’deydi. Sibel’in gözleriyse bir anahtarlığı inceleyen ellerimde, bir gözleriyle buluşan gözlerimdeydi.
Öğretmen gelene kadar kısa bir süre, öyle konuşmadan, yan yana oturduk. Öğretmen geldiğinde Sibel yerine geçti.
O gün okulda, dersler haricinde satın aldığım pilot kalem ve hediye aldığım anahtarlıkla ilgilendim. Okul çıkışında ise elimde anahtarlıkla oynaya oynaya eve geldim. Anahtarlığın halkasından tutup ileri geri salladığımda metal plakanın deriye çarpmasıyla “Şak Şuk “ ses çıkıyordu. Bu çok hoşuma gitmişti. Eve gelene kadar elimde anahtarlıkla şakada şukada sesler çıkarmıştım. Eve girdiğimde, yorgan dikmekte olan annemin yanına gidip “ Anne bak “ diye anahtarlığı ona gösterdim.
Annem “ Nereden buldun onu “ diye sorunca “ Bizim sınıfta bir Sibel var. Babası bu işte çalışıyormuş. O verdi bana. Hediye. “ diye cevapladım. Ben henüz hediyenin anlamını anlayacak hayat tercübesine sahip değildim ya, annem ankadı durumu ve yüzünde bir gülümsemeyle başını önündeki işe eğdi.
Ertesi gün okulda ilk dersteki öğretmene tahtadaki yazıları okumakta zorlandığımdan bahsedince öğretmen masasının karşısındaki en ön sıraya oturtuldum. Evet, buradan daha rahat görüyordum.
Ders bittiğinde yanımdaki çocukla sohbete başladık. O sırada arka sıralardan Sevda gelip karşımızdaki öğretmen masasına oturdu ve heyecanla anlatmaya başladı :
“ Mesuuut, var ya ; dün beden dersinde soyunma odasında kızlarla konuşuyorduk aramızda. Kızların hepsi ‘Bizim sınıfta yakışıklı erkek yok’ dedi. Bir tek Sibel ‘Yaa olurmu, var’ diye karşı çıktı. ‘Peki kim’ diye sıkıştırdık. Dedi ki ‘Mesuuut’ “.
Söyleyeceklerini bir çırpıda söyleyip kıkır kıkır gülerek kaçtı karşımızdan.
Sevda’nın anlattıklarını duyunca aklıma anahtarlık geldi. Elime alıp baktım.
Yüzümü arka sıralara, bana gülümseyerek bakan Sibel’e döndüm. Yüzüm kızardı, ben de gülümsedim.
Mesut Deniz
2 NO’LU F TİPİ CEZA İNFAZ KURUMU
TEKİRDAĞ
- 10 gösterim