Kolektifimizden yazar Adil Okay'ın "Hapishanelere Esinti Yollayalım" adlı kitabı uzun zaman önce yayınlandı. Aradan geçen süre boyunca politik tutsakların koşullarında iyileşme olmadı. Bu nedenle hala güncel olduğunu düşündüğümüz kitabın önsözünü yeniden yayınlıyoruz:
"YAZARIN ÖNSÖZÜ
“Tutsak, Esir, Mahpus, Mahkûm, Tutuklu veya Hükümlü… “
Bu saydıklarım Türkiye hapishanelerinde “yatan” insanlar için kullanılan sıfatlar. Bunlara “Rehine”yi de ekleyebiliriz belki. Adları ne olursa olsun, onlar insan. Rakam değil. Sadece raporlarda, istatistiklerde geçen verilerden, deneklerden ibaret değil. Onlar, önce insan. Bizim insanlarımız; dostumuz, kardeşimiz, anamız, babamız, yârimiz, yoldaşımız.
“Hapishane, Cezaevi, Tutukevi, Islahevi, Ceza İnfaz Kurumu, Esir Kampı, Zindan, Mahpus Damı, Tevkifhane, Mahpushane…”
Bu sözcükler de o insanların kapatıldığı mekânlar için tarih boyunca kullanılan isimler. Devletin “Adaleti”nin “Ten’e Cezadan, Tin’e Eza’ya” evirildiği yolda türeyen adlandırmalar. Türkiye’de bu mekânlar için en çok “Cezaevi ile Hapishane” sözcükleri kullanılıyor. “Cezaevi”, devletin resmi adlandırması. Politik tutsaklar bu sıfata, “Ceza” kelimesinden türetildiğinden dolayı, “Biz suç işlemedik ki “ceza” çekelim…” diye karşı çıkıyorlar. Onlar daha çok “hapishane” kavramını kullanıyorlar. Adli mahkumlar ise günlük sohbetlerinde “Mahpus damı, mahpushane, hapishane” gibi isimleri tercih ediyorlar. Türkülere, şiirlere destanlara sızıp sembolleşen de bu kavramlar.
“Adli mahkûmlar” demişken bir konuya açıklık getireyim. Kitabımda daha çok politik tutsakların sorunları yansıtılmış gibi görünse de, “Adliler”, “Kader Mahkûmları" da siyasiler gibi benzer hak ihlallerine uğramakta, aynı ceza yasalarından mağdur olmaktadırlar. Dönem dönem keyfi cezalardan, baskı ortamlarından muaf tutulsalar da. Örneğin bu gün itibariyle “Devletin Savaş Konsepti” sadece siyasilere yönelik. Ama açıktır ki, dışarıda ve içeride verilecek mücadele sonucu, Siyasi Tutsaklar için yapılacak her “iyileştirme”den, doğal olarak adli mahkûmlar da yararlanacaktır. Uygulamalarda sorunlar – engeller yaşansa da, ‘Yasalar Karşısında Eşitlik’ İlkesi söz konusudur.
İşte bu kitabın bir amacı, ara sıra gazete haberlerinde ya da sosyal paylaşım ağlarında rastladığınız o insanları (tutsakları- mahpusları), yaşadıkları mekânı ve onlara uygulanan zulmü size yakından göstermektir. Elbette “İnsan Hakları Örgütleri”nin bin bir emekle hazırladığı raporların yararı vardır. Ki ben de kitabımda bu raporlardan yararlandım. Ama okuyucu sadece rapor ya da gazete-dergi haberi okuyarak empati yapamıyor. Bu nedenle, Ekim 2015 itibariye Türkiye hapishanelerinde “yatan” 173.000 insanın yaşadığı sorunları; hak ihlallerini, sürgünleri, keyfi cezaları, tecrit içinde tecridi, ziyaretçilere yaşatılan eziyeti, Hasta Tutsakları, onların bana yolladığı mektuplardan yola çıkarak anlatmak istedim.
“Rakamlar ve harfler”, birinci ağızdan tanıklıklarla canlanıp zindan kokusunu – kalın duvarların ve dikenli tellerin boğmaya çalıştığı çığlığı size ulaştırsın istedim.
Bu kitapla, gizlenen ya da çok az insanın gördüğü- görebildiği bir eza deryasının, zulüm evlerinin fotoğrafını -içeriden tanıkların sesleriyle- betimlemeye çalıştım.
Kitapta bu minvalde -halen hapishanede olan- tutsakların mektuplarından, çizgilerinden, karikatürlerinden, resim çalışmalarından, şiirlerinden, fotoğraflarından örnekler bulacaksınız.
Böylelikle “Tutsakların – Mahpusların” kanayan yaralarını yakından görecek, onlara dokunabilecek, onlarla konuşabilecek, onlarla beraber sorgulayıp yanıt arayabileceksiniz.
Kitabın ilk bölümünde benim “Hapishanelerde Hak İhlalleri” ve “Hasta Tutsaklar” odaklı yazılarım yer alıyor. İkinci bölümde ise hasta tutsakların ve müebbetlik tutsakların bana yazdığı mektupları okuyabileceksiniz. Üçüncü ve son bölümde ise aynı temada bizimle yapılan söyleşiler ile hakkımızda yazılan gazete haberleri yer alıyor.
İçeriden tanıkların gözüyle - diliyle betimlemeye çalıştığım bu fotoğrafları gördükten sonra okuyuculardan ‘Ne yapılabilir’ sorusu gelebilir. Ki bu konuda araştırma yapan, önermelerde bulunan siyasi örgütlenmeler olduğu gibi, Demokratik Kitle Örgütleri de var. Kitabın konusu doğrudan “ne yapılabilir” sorusuna yanıt aramak olmasa da satır aralarında ipuçları var. Ama kanımca yanıtlar ararken ve “Nihai Çözüm” için düşünce üretirken, ivedi olarak yapılacak iş “Hapishanelere Esinti Yollamak” olmalıdır. Hapishaneler için de en büyük gıda kaynağı da mektuplardır.
Eski bir mahpus ve firari olarak hapishanelerde “legal”, “illegal” haberleşme araçlarını ben de çok kullandım. İçeriden dışarıya şifreli-kodlu mektuplar yolladım ve aldım. Mektubun verdiği morali bizzat yaşadım. (...)
Ve o gün bu gündür, mahpuslarla dayanışma amacıyla (ama bu kez legal) mektuplaşmalarım devam ediyor. Hapishaneden aldığım çok sarsıcı mektuplar oluyor. Elle hazırlanmış zarflar.
Ellerinde bulunan sınırlı boyalı kalemlerle süslenmiş mektuplar. Gazetelerden kestikleri resimleri ya da onlar için çok kıymetli olan, zor temin edebildikleri kurutulmuş çiçekleri mektup kâğıdının kenarına yapıştıran sevgi dolu insanlar.
Şikâyet etmeyen, kendilerini, çocuklarını, özlemlerini dolaylı anlatan, kimi zaman da hapishanelerdeki yönetimin keyfi uygulamalarını, tecrit içinde tecridi, yasakları ve cezaları betimleyen tutsak mektupları.
Kitaba sığmayacak kadar çok olan bu mektupların hemen hepsini bir grup arkadaşla beraber kurduğumuz www.gorulmustur.org web sitesinde yayınlıyoruz. (Arşivimiz konuyla ilgili sosyal çalışma yapacak her araştırmacıya açıktır.)
Bu sitenin kuruluş amacını açıklarken şöyle demiştik:
“Bir tutsak için en önemli moral kaynağı: ziyaretçi ve mektuplardır. Hele de bu tutsaklar, toplumsal fayda için bedel ödüyorlarsa ve hapishanede de türlü baskılara maruz kalıyorlarsa biz 'dışarı'dakilere düşen en azından onlarla dayanışmaktır.”
Sözlerimi ‘Görülmüştür Ekibi’nin temel sloganı ile bitiriyorum:
“Sizin hâlâ bir mektup arkadaşınız yok mu? Ama onlar sizin için hapisteler, unuttunuz mu?”
Adil Okay
- 44 gösterim