“Cezanın mantığına doğru inildiğinde, ceza verilenin duraksız tahakküm altında tutulması karşımıza çıkar. Bu nedenle özellikle zindanlarda durdurak yoktur. Bir şeyler biter başka şey, önceki daha bitmeden devreye girer. Ceza nedenlerinin adli ya da siyasi olmasının bir ayrımı yoktur özde. Biçimdedir fark. Hapishane dahi kavram olarak baskı, şiddet algısını içerir. (…) Sistem, sistem olarak kabul edildiği zaman baskı-tedirginlik-tecritten sözedilebilir. Peki öyle kabul etmeyenler için? 12 Eylül’de baş edemedi. Saygon’un kaplan kafeslerinde, IRA’ya uygulanan H.Blokları’nda vs."
(Tayyar Eroğlu bu mektubu bize Sincan’dan; yani Tekirdağ’a sürülmeden bir süre önce yazmış).
***
09.07.2016
Adil Hocam, Merhabalar!
Yaşamın akışı, her yerde olduğu gibi, bazen burada da ters gidiyor. Farklı etmenler teklifsiz dengeleri değiştirmeye yönelirken ne yazık ki nesnel gerçekliğin duvarına çarpıyor. Tarih kanıtladı ki duvara toslayarak da öğrenenler var. Acı bir yöntem.
İşte burada ne anlatsan boş oluyor. Mantık bürokratlaştığında onu durduracak tek şey duvar oluyor. Ne yaparsan yap nafile.
Bizim dışımızda bir yerlerde, başka bir hapishanede veya şurda buda siyasi bir gelişme yaşandığında bizi de etkiliyor. Bunun önüne geçemeyiz tabiki, dışarıdakilere, bizim dışımızdakilere durun diyemeyiz. Lakin kapsama alanımıza girenlere bir şeyler söyleme hakkımız doğar. Bazen bürokratizm bunu engeller.
Şu genelge mevzusu vardı. Tüm tutsakların gündemine girdi. Amacı, hedefi kapsamı neydi flu. Net olanı şuydu ki yaşam karşısında uygulanabilirliği yoktu. Çünkü günlük yaşamı sınırlayan ne olursa olsun tersine dönmek zorunda kalacaktır. İdeolojisi, siyaseti ne olursa olsun.
Hiçbir şey bırakılmayan, “Genelge” kapsamında, hücrelerde hergün 3-5 hücreye girilip (adli-siyasi) arama yapılıyor. Aramanın amaçsızlaştığı noktada amaçlaştıran bir neden aramak sanırım bir yerlerde buzağı aramaya benzer. Bunun baskı-tedirginlik, tecriti hissettirme gibi etkenlerin kullanılması gibi yanları var tabi ki. Fakat bu ancak bu sistemi sistem olarak kabul edenlerde geçerli, etkili olur. Peki ya sistemi toptan reddedenler için? 12 Eylül’de baş edemedi. Saygon’un kaplan kafeslerinde, IRA’ya uygulanan H.Blokları’nda vs.
Cezanın mantığına doğru inildiğinde, ceza verilenin duraksız tahakküm altında tutulması karşımıza çıkar. Bu nedenle özellikle zindanlarda durdurak yoktur. Bir şeyler biter başka şey, önceki daha bitmeden devreye girer. Ceza nedenlerinin adli ya da siyasi olmasının bir ayrımı yoktur özde. Biçimdedir fark. Hazır genelge varken şu kitap mevzusunu da gündemleştirelim denildi. Peşinden kameralar devreye girdi. Yasada kitap sınırlaması yok. ama her daim günem konusu. Sudan sebepler gündem-bahane ediliyor. Gözlem Kurulu karar aldı. 20 kitap 5 dergi diye. Bahane güvenlik. Aramada zorluk çıkarıyormuş. Oysaki aramaya gelenler Kapitalleri okumuyorlar ki, zorlansınlar? Dini kitaplar serbest bu karara göre. Dini kitaptan kasıt ne ola ki? Kutsal kitaplar, Hadisler, Risaleler vs. Ya da, İŞİD’in kitap ve dergileri. Bir nedende şu, sevk sırasında taşınacak eşya 50 kg.mış, tamam 50 kg.dan fazlasını ben öderim kitaplar bende kalsın. Gerekli itirazımızı yaptık. Daha fazlasını yazdık. İnfaz Hakimliği kabul etti itirazımızı. 2. Ağır Ceza ne diyecek onu bekliyoruz. Uygulama açıktan düşünceye, bilime, bilmeye aykırı.
Birkaç hücrede kameralar tekrar devreye konuldu. Tabi özel yaşama müdahale, ihlal kabul edilemez. Arkadaşlarımızda etmediler zaten. Bazı arkadaşlara fiziki müdahale yapılıp, elleri kelepçeli süngerli hücreye atılıp 1 saat sonra çıkarıldı. Ne yapılırsa yapılsın o kameraları kabul etmemiz beklenmemeli. Dışarıda bile yatak odasını, oturma odasını gören mobeseler özel yaşamı ihlal ediyor denilerek söküldü. Israrın nedeni açık ve kabul edilemez.
Yaşam salt saldırılardan ibaret değil tabi. Sorunların anlatıldığı ve bunun sürekli oluşu algılarda yanılsamaya neden oluyor. Hapishane dahi kavram olarak baskı, şiddet algısını içerir. Bir de sorunlar anlatıldığında tencere yuvarlanır diyeyim. O zaman kapağını bulmasına izin vermeyeyim. Şu an enfes bir müzik var. Tınılar insanı özlemini duyduğu yaşama doğru götürüyor. Düşleri zenginleştiriyor. Hırpalanan duyguları tamir ediyor sanki... Gün 24 saat ve her bir saat aynı işi yapmış olsak da aynı değil. 2 saat 3 saat kitap okurken düşüncenin devingenliği bazen yoruyor insanı. Ya yakaladığın ya da yakalayamadığın düşüncenin peşinden koşarken bir sonraki sayfada hayretler içinde kalıyorsun. Okuduğun bir romantik karakterin gizemini çözerken yaşanan bir olay ve onun kendi yaşamında uyandırdığı etkiler seni başka bir dünyaya taşıyor. Yaşamla kurulan bağın etkisi kimi zaman derin oluyor. Okuduğun bir devrim romanıysa eğer, devrim görevini anlatan araştırma incelemeyse eğer. Duygular hiçbir zaman kitap bitene kadar yerinde durmuyor. Çin Devrimi’ni okuyordum. Kızıl Ordu bir köprüyü geçecekti. Köprünün öbür başında Çan Kayşek faşistleri vardı. Köprüye çıkanı tarıyordu. Plan yapıldı. Gönüllüler seçildi. Köprü geçilmek zorundaydı. Ve yoldaşlar harekete geçti. Düşenler oldu. Hem de onlarca. Zihnimde canlanan olayın akışına duygularım esir oldu. Fedanın, fedakarlığın, inancın pratiği karşısında derin etkilendim. Bazen kızıyorsun, gülüyorsun, şaşırıyorsun. Zaman içinde akarken aynı işi yapmana rağmen aynı şeyi yaşamıyorsun.
Belki birgün Zindan Halleri diye bir kitap yazıp, en komik, şaşılası durumları yazarım. Yaşam varsa bunu devrimciler yaşıyorsa biraz farklı oluyor. Çok muamma birşey değil, oldukça sade olunası şeyler ama içeriği farklı. Halin, gün içerisinde aldığı biçim, politik, ciddi olan öyle algılanan şeyin hiç de öyle olmadığını kanıtlıyor. Sanırım başka yerde yaşanmayan özgünlükler de var. Sana, size soyut gelen ama oldukça canlı olan bir durum bahsettiğim.
Soyutluk yazma-yazı dilinden kaynaklanıyor. Dili somutlamak zor bir mesele. Bir olayı anlatmak dili somutlamaz. Umarım birgün başarırım ve zindan yaşamının salt baskıdan-şiddetten ibaret olmadığını, direnişin nasıl da yaşamı rengarenk yaptığını anlatabilirim.
İşkence bir insanlık suçudur. Kime yapılırsa yapılsın insanı olumsuz etkiler. Gerginleştirir. Duyguları karmaşıklaştırır. Ve bir slogan gelir ardından, kapı dövme sesleri. Duyguların aldığı biçim nehrin coşkun akısı gibidir. Birgün yine direnişin başladığı anda kapı seslerini dinledim. Muazzam geldi, bana. Çıkan gürültünün taşıdığı anlam, apayrı bir atmosferdi. Direnişin sesi dünyanın en güzel sesidir.
Şimdilik bunlar diyeyim. Belgelerin ulaştığını avukatım söylemişti. Sansür her yerde. Kartları aldım, çok teşekkür ediyorum.
Sıkıca kucaklıyor, selam ve sevgilerimizi yolluyoruz.
Çalışmalarınızda başarılar.
Umutla ve Dirençle
Tayyar Eroğlu
- 10 gösterim