“Sanırım Mehmet Gök arkadaş, senin "karanlığın içinde aydınlık yüzler (ölülerimiz konuşuyor)" adlı kitabının Kürtçeye çevirisi hakkında sana genişçe yazmıştır. Çeviriye başlarken, sana yazmamamı, sürpriz yapmak istediğini söylemişti. Bu nedenle bir şey belirtmedim. Çeviri eline ulaştı mı bilmiyorum? Karınca kararınca bir şeyler yapmak istedik. Umarım bir yanlışlık yapmamışızdır? Kitap güzeldi, anlamlıydı, içimizden geldi, çevirdik. Oyun'u özellikle iki açıdan çok önemsiyorum. Birincisi, topluma mal olmuş insanların değerli anılarını toplum hafızasına dayatması, ikincisi ise, politik tiyatroya yaptığı katkı dolayısıyla. Çeviriye başladığımız günlerde sürgün edilmiştik buraya ( Karabük'e ) mekanın yeni olması, açlık grevinde oluşum biraz işi zorlaştırmış ise de sonunda tamamladık."
CEVAT YERDEGÜL
T Tipi Cezaevi
KARABÜK
***
26.10.2013
Sevgili Adil Merhaba,
Gönderdiğin mektubu aldım, yazıların, kart ve Öykü'nün fotoğrafı için teşekkür ediyorum.
Çağımız teknoloji ve iletişim çağı olarak ifade edilse de, biz içerdekilere yansıyan fazla bir şey yok. Güzel çalışmaların paylaşıldığı kimi gazete, dergi, radyo, Tv vb. ne malum nedenlerden ötürü ulaşma imkanımız yok. İnternet üzeri paylaşılan çalışmalara ise neredeyse hiç ulaşamıyoruz mektup yoluyla paylaşılmadıkça. Bu da her zaman olabilecek bir şey değil. İki yazını de zevkle okudum ve mutluluk duydum. Eline, yüreğine sağlık.
Yılın başından bu yana ha geldi ha gelecek denilen, ülkemizin evvel ahir sorularına sihirli değnek misali bir çırpıda çözüm getirip kuşkuyla bakanları atlatacağı söylenen " muhteşem " paketin içeriğini daha doğrusu içerisizliğini öğrenmeye nail olduk sonunda. Ülke insanının bir türlü kavuşamadığı demokratikleşmenin nasıl bir şey olduğu büyük bir merasimle takdim edildi. Kimilerine göre sorgusuz sualsiz herkesçe kabul edilmeliymiş. Ne de olsa darbelerin toplumun bünyesinde açtığı yaraları unutacak kapsam ve içerikte imiş. Sorunların büyüklüğünden mi paketin küçüklüğünden mi bilinmez, tüm çabalarıma rağmen dişi dokunur bir şey bulamadım. Gösterilen " derinliği" ve " kapsamlılığı " görmeye benim gibi bir faninin gücü mü yetmiyor acaba diye düşünürken, tüm kesimlerin itirazlarını duyunca, sorunun cingöz Recailerden olduğu anlaşıldı.
Pakette kırıntı babında kimi şeyler olsa da bu, devletin ve hükümetin bir lütfu değil. Halkların uzun yıllara dayanan soluksuz mücadelesinin bir sonucudur. Ödenen bedellerle birçok yasak pratikte anlamsız hale getirilmiştir. Yapılan, bunları resmiyete kavuşturup seçim yatırımı haline getirme cingözlüğünden başka bir şey değildir. Devasa sorunlar dolu dizgin ortada dururken, buna evet demek kendini kandırmaktır. Temel bir insan hakkı olan anadilde eğitimi özel okullara ( yandaş şirketlerde denebilir ) havale etmekle, kürt alfabesindeki X,Q W harflerinin kabulüne dönük bir şey belirtmeden klavyeye özgürlük şeklinde göz boyamaya çalışmakla, camilerin gölgesinde Cemevlerinin kurulmasını salık vermekle üst üste yığılmış sorunlar çözülmüş olmuyor. Sadece Kürt ve Alevilere ilişkin değil tüm azınlık, inanç ve kültür gruplarının sorunlarına da dokunulmamıştır.
Bir kez daha anlaşıldı ki demokrasi ve özgürlükler, iktidar ve devletlerin insafına bırakılmayacak kadar önemli şeylerdir. Devlet olgusu, toplumsal değerlerin geliştireni değil olsa olsa ket vuranı olur. Sistemin mağduru olan hiç bir bireyin, grubun, halkın bu şark kurnazlığı örneğine kanmayacağı ortada. Kürt halkı kendi iradesine dayanarak kendi öz kurumlarını inşa etme mücadelesini daha kararlı bir şekilde sürdüreceği anlaşılıyor. İzzettin Doğanlar hızır paşaların sofrasına buyurmayı marifet saysalar da, Pir sultanların ruhuyla hareket eden Aleviler bu tuzağa düşmeyeceklerdir. Yavuz isminin köprüyle güncelleştirilmesi tesadüf müydü? Değil. Otoritenin, geçmiş trajedilerin günümüze kodlanmasıdır. Muğlalı kışlasıyla verilmek istenen mesaj ne ise köprüye Yavuz Selimin isminin verilmesi de odur.
Batı merkezli kapitalist modernite ile ulus-devlet formu, kimilerinin iddia ettiği gibi Ortadoğu'ya medeniyet değil, günümüzde yaşanan kanlı boğazlaşmalara neden olan toplumları getirdi. ..........iz düşümlerini yarattı. Kuzey Afrika da başlayan ve Ortadoğu'ya yayılan isyan dalgası dikta rejimlerine karşı makus tarihini değiştirme ve kaderini eline almaydı. Belki gerçek bir bahara dönüştürülemedi ama farklı coğrafyalarda farklı formlarda yansımaları olacağı muhakkak.
Geziyle başlayan, ODTÜ'de süren olaylar yaşanan rahatsızlığın çok anlamlı bir şekilde dışa vurumuydu. Bu anlamda Türkiye sosyolojisinde yaşanan değişimler iyi okunmalı. Özellikle de gençlik alanında. 12 Eylül faşizminin arabesk kültürüyle zehirlenen kaderci, sorgulamayan, sorumsuz ve asalakça yaşamayı esas alan gençlik yerine daha heyecanlı, sorgulayan, itiraz hakkını kullanmaya hazır ve her şeyden önemlisi özürlüğün farkında olan bir gençlik ruhu gelişiyor. Belki daha toydur ama zamanla esas içeriğine kavuşacağı umudunu yaratıyor bu dinamizim. Bu anlamda toplumsal uyuşukluğun reddidir denebilir. Bundan 21. y.ya özgü demokratik bir halk hareketi çıkar mı? Eğer iktidarın insafına bırakılmazsa, 20. yy'dan kalma yanlış söylemlere hapsedilmese, en önemlisi her yer geziye dönüştürülüp bir toplumsal sinerji yaratılırsa imkansız değildir. Yani demokratik ve meşru talepler çerçevesinde ortaya çıkan bu durum, bir son değil bir başlangıç olarak ele alınmak durumunda.
Bugün dünden daha rahat değiliz. Ülkemizin Güneyinde ( Suriye'de ) yaşanan karmaşa Akp ve devletin yanlış siyaseti sonucu Kuzeyde de yansıması buluyor yavaş yavaş. El Kaidenin Suriye'deki kolu el-nusra çetelerine verilen destek, kan ve göz yaşı olarak kürtlere, Asuri-Suryani, Ermeni ve Araplara geri dönüyor. Sınırlar çetelerce kalbura döndürülürken, kürtler arasına utanç nişanesi olan duvarlar yükseltiliyor, kapılar kapatılıyor, gidecek olan yardım malzemeleri engelleniyor. Türkiye Suriye'den pay kapmaya çalışırken Pakistanlaşmaya doğru gidebilir. Gidebilir diyorum çünkü bunun potansiyeli var. Suriye'de süren savaş sadece Suriye rejimi ile muhalefet arasında gelişmiyor. Bölge ülkeleri ( özellikle Türkiye, S. Arabistan, Katar ) başta olmak üzere tüm emperyalist güçler finanse ettikleri çeteleri aracılığıyla dahil olmuş durumdalar. Etnik ve mezhep savaşına dönüşmüş bu boğazlaşma pekala Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Çerkez halklarının ve Sunni, Alevi, Hristiyan inancının iç içe olduğu Hatay, Adana ve Mersin gibi illere yansıyabilir. Rojava'da halk, çetelerin saldırılarıyla, açlıkla kısacası ölümle boğuşurken kuzeydeki kardeşlerinin buna seyirci kalmayacağı muhakkak. Taliban ve El-kaide nasıl Pakistanın bir parçası haline geldiyse, El-nusra vb. çete grupları da Türkiye'nin bir parçası haline gelebilir. İşte o zaman halkların bir arada yaşama zemini kalmamış olacak.
Durum vahim ama Devrimci güçler, halklar o kadarda çaresiz değiller. Kürt özgürlük hareketinin yirmi otuz yıllık mücadele tarihi büyük birikimleri ortaya çıkardı. Mustafa Suphilerin, Mahirlerin, Deniz ve İbo’ların anlamlı mirasları var. Üçüncü yol olarak ifade edilen bu yol, iki savaş cephesi dışında bir üçüncü savaş cephesi değil, halkların bir aradalığını sağlayan bir paradiğmaya dayanıyor. Dolayısıyla Rojava halkına el vermek, üçüncü yolun başarıya ulaşmasını sağlamak Ortadoğu konfederasyonuna kapıyı aralamak anlamına gelecektir. Zaman tamda Amed'de, Qamişlo'da, Gezi'de demokrasi ve özgürlük adına çarpan yürekleri buluşturma zamanı.
Sevgili Adil, amacım ülkemiz ve Ortadoğu'da olanlara uzun uzadıya değinmek değil, vurgu yapma babında da olsa bir şeyler paylaşmaktı. Umarım bu yoğunluk içinde başını ağrıtmamışımdır?
Sanırım Mehmet Gök arkadaş, senin " karanlığın içinde aydınlık yüzler ( Ölülerimiz konuşuyor ) " adlı kitabının Kürtçeye çevirisi hakkında sana genişçe yazmıştır. Çeviriye başlarken, sana yazmamamı, sürpriz yapmak istediğini söylemişti. Bu nedenle bir şey belirtmedim. Çeviri eline ulaştı mı bilmiyorum? Karınca kararınca bir şeyler yapmak istedik. Umarım bir yanlışlık yapmamışızdır? Kitap güzeldi, anlamlıydı, içimizden geldi, çevirdik. Oyun'u özellikle iki açıdan çok önemsiyorum. Birincisi, topluma mal olmuş insanların değerli anılarını toplum hafızasına dayatması, ikincisi ise, politik tiyatroya yaptığı katkı dolayısıyla.
Çeviriye başladığımız günlerde sürgün edilmiştik buraya ( Karabük'e ) mekanın yeni olması, açlık grevinde oluşum biraz işi zorlaştırmış ise de sonunda tamamladık. Çevirinin sadece kelimeleri çevirmek olmadığı, aynı zamanda yazarın verdiği duyguyu da korumak gerektiğinin ayırdındaydık. Ne kadar başardık bilemiyorum. Kürtçenin yüzyüze bulunduğu dezavantajlar malum. Sözlük yetersizliği, deyimlerle ilgili kitapların elimizde olmayışını da eklediğimizde işin neden zor olduğu anlaşılıyor.
Şunu ifade etmek isterim, kimi cümleleri bir kaç şekilde kurduk ve içinde kendimizce en uygun olanı seçtik. Uygun gördüğümüz cümle kuruluşu, bir başkası tarafından pekala uygun görülemeyebilir. Bunları normal karşılıyorum. Kaldı ki iyisini yaptık iddiasında da değiliz. Tüm hata ve eksiklikler bize ait. Hiç uygun görülmese dahi ( çeviri bağlamında) bana faydalı olmuştur. Bu bile benim için mutluluk vesilesi.
(…)
Sevgili Adil, kendine çok iyi bak. Sana, Öykü'ye, tüm ailene selamlarımı iletiyorum.
saygılarımla,
Cevat
- 22 gösterim