Sensizlik uzadıkça
gün doğmayacak
Uğruna terk ettiklerim
benden intikam alacak
(Mircan K.)
Sevgili Adil Can Merhaba
Seni dostlukla kucaklıyor ve sevgilerimi gönderiyorum. Umuyorum iyisindir.
Uzun zamandır görüşemiyoruz. Uğrayıp halini hatırını sorayım dedim.
Önce benden havadisler: on günlük hücre cezası vardı. Onu yeni bitirdim. Bu on günlük yalnızlığım boyunca varlığınızı duydum, kulaklarınızı çınlattım.
Ondan önceki hücre cezası sırasında Berivan Kaya arkadaş ( “Akla uygun aşk” kitabının yazarı ) bana mektup yazmış ve bir de kitabını göndermişti. Ben de onun isteğine cevap vermiştim.
Bu yeni hücre cezası sırasında da ne tesadüftür yine Berivan arkadaştan mektup aldım. Beni hücrelerde yalnız bırakmıyor. Bir de senin “ şair kapıları” nı da getirmiş yanında. Bu nedenle diyorum kulağını çınlattım diye.
Sonra bu on gün içinde üniversite final sınavlarımı verdim.
Sonra dünyevi işlerimi bitirince acele işlerden kurtuldum ve başladım özlemeye. Biliyorsun özlemek aceleye gelmez. Usul usul ama coşkunca, ince ipeksi bir duyguyla özledim Akdenizi, (…) , geçmişten taşıdığım ne varsa bugüne eski bir sandıktan odaya saçar gibi zihnimin her köşesine saçtım. Ne çok şey biriktirmişim. Ne çok şeyi taşımışım bu uzun yolculuğum boyunca. Gündelik hayatın koşuşturmasında sandığın bu kadar çok şeyi almış olabileceği hiç aklıma gelmezdi oysa. Ne kadar da büyük bir sandıkmış. Çocukluk koşuşturmalarım, ilk çocukluk aşklarım, söyleyemeyişlerim, ilk hırsızlıklarım, ilk paylaşımlarım ilk kavgalarım ilk öpmelerim ilk babama isyan edişim ilk evden kaçışlarım ilk bilinçli aşklarım ilk şiirlerim ilk ayrılık acılarım ilk uzaklar özlemim, ilk gemilerin nerelere gittiğini merak edişlerim, ilk ağlamalarım, ilk sergilerim, ilk mitinglerim, ilk humus, ilk cezerye yemelerim ilk tantuni şalgam, bicibici tatmalarım ilk gözaltılarım, ilk işkenceler, ilk mahkeme, ilk mapusluklar… Velhasıl Adil Can, özlemek benim saklı okulum. Ne çok şey öğreniyorum ondan. Ne büyük bir kitap oluyor o dönüp dönüp okudukça. İnsana yaraşmayan bu F koşullarında insan kalabildiysek biraz da bundandır.
F tipi hapishaneler açılmadan önce, koğuş dönemlerinde ailelerimizin getirdiği yiyecekler içeriye alınıyordu. Annem de Mersin’den gelirken cezerye getirmişti İzmir’e; Buca Hapishanesi’nde tutuluyorum o zamanlar.
Annem benim ziyaret günümde değil de PKK’li arkadaşların ziyaret gününde gelmişti ziyarete. Annemle biraz özlem giderdikten sonra cezerye getirdiğini ve başkaca yiyecek, giyecek vb. söyledi. Cezeryeye çocuklar gibi sevindim. Aslan annem. Nasıl da biliyor neleri sevdiğimi?
Annemle görüştükten ve görüşme süresi bittikten sonra koğuşa döndüm. Annemin getirdiği eşyaların içinden cezeryeyi göremedim. Başka hiçbir eşyaya bakmadım, sadece cezeryemi arıyordum. Yoktu. Ne olmuştu acaba? Muhtemelen PKK’li arkadaşların eşyalarıyla karışmıştır. Her ziyarette olur böyle karışmalar. Hesabı tutulmaz. Kimin neye ihtiyacı varsa zaten gönül rahatlığıyla herhangi bir devrimci koğuştan alabilirdi.
Tamam öyleydi de benim gönlüm şimdi hiç rahat değildi ki arkadaş. İşin ucunda cezerye vardı, az şey mi? bizim komün işleriyle uğraşan görevli arkadaşımdan izin isteyip diğer koğuşta kalan PKK’li arkadaşların komüncüsüne not yazıp utana sıkıla cezeryenin onların eşyalarına karışıp karışmadığını sordum nezaketle. Biraz sonra bir poşet dolusu çerez geldi. Bendeki tam bir hayal kırıklığı.
Ben artık tüm "arsızlığımı" kuşanıp, arkadaşların koğuşuna gittim. Komüncülerine, nedenini söylemeksizin cezeryenin bizim için çok önemli olduğunu söyledim. Yüzümün ifadesinden ve sesimdeki hafif gizimle karışık heyecanlı havadan etkilenmiş olacak ki, "hewal İbrahim, gönderdiğin notu aldık ve sana poşeti açmadan çerezleri gönderdik" dedi, karşımdaki genç.
- Teşekkür ederim hewalim ama ben çerez değil cezerye yazmıştım” dedim.
- Hııı?
- Cezerye
- Valla hewal onun ne olduğunu bilmiyorum ama istersen görüş yerinden gelen eşyalarımız buradadır. Onların içine bak” dedi. Bir komüncü olarak önemli bir hata yapmış olduğunu sanıyordu, herhalde. İllegal bir iş yaptığımızı düşünüyor olabilirdi.
Yine de yiyeceklerini kontrol edecek değildim. Ben ona tam durumu izah edecekken eliyle "hewal bir bakar mısın İbrahim arkadaşın bir işi var da" diye temsilcisini çağırdı. Hayda, ne gereği vardı örgütler arası bir probleme çevirmeye işi, canım. Ama geç kalmıştım. Temsilci karşımdaydı.
Ona da durumu izah ettim "cezerye" dedim o da ne olduğunu bilmiyormuş.
- Hewal hani lokuma benziyor ama değil, böyle koyu kahverengi ve fındık filan… derken
- Haa! Dedi temsilci, renkli lokum ha?
- Hah, işte o. Heyecanlandım. Bulmuştum cezeryeyi nihayet.
Ben içten içe seviniyordum da karşımdaki yüzü bir tuhaftı.
- Hewal biz onu koğuştaki arkadaşlara dağıtıp ziyareti kutladık, dedi. Suçluluk duygusuyla karışık tedirgindi.
Belli etmemeye çalıştığım bir sukutu hayal içindeydim.
- Tamam hewal önemli değil dedim. Yarasın, diliniz tatlansın.
Kulağıma yanaşıp kısık sesle "hewal içinde bir şey mi vardı" diye de haklı bir merakla sordu.
Yok hewalim, dedim önemli değil.
Çay demlemişlerdi. Bir bardak çaylarını içtim ve bir sonraki ziyarete Mersin den geleceklerin yanında cezerye getirmesini umdum.
İşte böyle sevgili Adil hocam. Ama paniğe gerek yok kapitalizm olayı çözmüş; cezeryeleri küçük dilimler haline getirip cicili bicili paketlere sarmış ve parası olanların arzularına sunuyor. Şimdilerde, şu an bulunduğum hapishanenin kantininde de satıyorlar.
Bakarsın yakında Tantuni de satarlar ha. Olmadık olmaz.
Biliyorsun uzun zamandır beklediğim romanımın basılma serüveni sanıyorum yakında beklenen sonuca kavuşacak. Konuyla ilgilenenlerin sözlerini esas alırsak şu an yayınevinde olması gerekiyor. Belki de baskıda. Bilemiyorum. Bu romanın "dışarıda" çektiği rezilliği düşündükçe yine biraz temkinli konuşmak lazım diyorum. Ama en azından sonuca yaklaşmış olmaktan sevinçliyim. Ben de ne-nasıl bir şey olacağını merak ediyorum.
Adil Can bende durumlar özetle böyle. Bugün aldığım bir notta ağırlaştırılmış müebbet hapis yatanların havalandırma kapılarını bundan sonra üç saat açacakmış idare. Şimdiye kadar dört saat açık oluyordu ama şimdi "bakanlık emri" diyerek üç saatte düşürdüler.
Haklarında alınan hükümlerde "hiçbir aftan yararlanamaz ölünceye kadar hücrede, tek başına tutulur" gibi ifadeler bulunan insanların bir de havalandırma kapılarını kapalı tutarak kelimenin gerçek anlamıyla beton bir tabutta tutmak, orada tutulanların değil orada tutanların insanlığına gönderme yapan bir ibret kıssasıdır. Öte yandan da yaşamı savunmak bakımından herkesin bilincine, yüreğine, harekete geçmeleri için motivasyon kaynağı olmalıdır. Biraz sonra değil, yarın değil, hele elimizdeki işi bitireyim de ondan sonra değil, şimdi ve hemen. Hasta tutsaklar konusundaki kampanyayı biliyorum ama bir başka bakışı da kaçırmamak gerek; o da, F Tipi hapishanelerin kapatılması talebidir. Zira F Tipi hapishaneler insana aykırıdır, insana iyi gelmiyor ve hasta ediyor. Gün gün saat saat insanı fizyolojik, psikolojik olarak bildiğimiz anlamda kemiriyor, yiyor, tüketiyor. İnsanın insanlığına saldırıp onu düşürmeye çalışıyor ve insanın kendini, insan yanını, benliğini savunabilmesi belli düzeyde gelişmiş bir irade gerektiriyor. Ancak insanın kendini, böylesi bir koşulda gün yirmi dört saat savunur halde tutmaya çalışması bile yıpratıcıdır ve onun kendini böylesi tetikte-gerilim altında tutması yıpratıcıdır ve koşulların saldırısının ciddiyetini ele verir. Bütün bu nedenlerden dolayı F Tipi hapishanelerin kapatılması talebinden vazgeçilmemelidir.
Sevgili Adil Can, bende burada durumlar böyle mevsim bahar oldu artık. Yani uzaklar zamanı. Haydi beni tutma, kaçayım;
Sevgilerimle Düşle
İbrahim ŞAHİN
Az kalsın unutuyordum: Şair kapıları'ndan dolayı kutlarım seni. Yine bizlere uzun serüvenler nedeni verdin. Şimdi o kapılardan birer birer geçip belki de daha önce yaşanmamış hayatlarda, uzaklarda kaybolacağız.
Kalemin ölmesin Adil hocam.
İbrahim ŞAHİN
1 No'lu F Tipi Hapishane
C-8-91 Sincan/ANKARA
- 52 gösterim