43. Gün... Hiç Olmazsa Korkuluk Ol...

Yollar kesilmiş alanlar sarılmış Tel örgüler çevirmiş yöreni Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende Benden geçti mi diyorsun Aç iki kolunu iki yanına Korkuluk ol… Rıfat Ilgaz

Çocuksunuz ve dışarı çıkmama cezası alıyorsunuz. Ah özgürlük, diyorsunuz.
 

Sevmediğiniz bir dersin sonunu sıkıntıyla bekliyorsunuz. Kapıyı çarpıp çıkma hakkınız yok. Ancak zil çalınca özgürleşeceksiniz.

Toplu taşıma aracı yolcususunuz. Canınızın çektiği bir yerde duramıyor, saatlerce sürecek yolculuğun sonunu, ya da sizin karar verme özgürlüğünüzün olmadığı, ‘ihtiyaç molası’ saatini bekliyorsunuz. Diziniz ağrıyor, çişiniz geliyor veya sigara içme özlemiyle yanıp tutuşuyorsunuz.

Reşit bir kadın olduğunuz halde, evlenmeden önce, geceleri baba evinden izinsiz çıkamayan büyük çoğunluktansınız. Sabahı, sevgilinize ulaşacağınız saati tutsaklık duygusuyla bekliyorsunuz.

Hayatınızı idame ettirmek için sevmediğiniz bir işte, cumartesi dahil altı gün çalışıyorsunuz. Özellikle cumartesileri esarete isyan ediyorsunuz.

Hastanedesiniz. Hasta veya refakatçi olarak günler, geceler boyu hapishaneyi çağrıştıran hastane odasında kalmak zorundasınız. Evinizi, arkadaşlarınızı, komşunuzu, tavla oynamayı, balık tutmayı ya da fal bakmayı, baktırmayı yani ‘özgürlüğünüzü’ özlüyorsunuz.

Uçağa binme olanağınız oldu mu hiç. Varsayımlar çıtasını yükselteyim. ‘ÇÜK’ yani çok ünlü kişi, basın diliyle VİP olanaklarını kullanıyor ve birinci sınıfta yolculuk yapıyorsunuz. O konfora rağmen uçağın yere inmesini ve ‘özgürleşmeyi’ bekliyorsunuz.

Ya yıllarca gökyüzünü, toprağı, ağaçları, çiçekleri, arkadaşlarını, sevgililerini göremeden yaşayan insanlar. Kader mahkumları. Politik tutuklular. Savaş tutsakları. “Suçlu ya da suçsuz” cezaevlerinde yatan insanlar. Ya onlar. Ya günün birinde onlardan birinin yerinde olma olasılığınız. O zaman mı tutuklu ve hükümlü haklarını, onlara yapılan haksızlığı öğreneceksiniz. Mektup yazma, gazete, kitap edinebilme ve görüş günleri yasaklarını… Tedavi sorunlarını. Dünyanın en geri ülkelerinde bile var olan bu haklar sizden veya eşinizden, kardeşinizden esirgendiğinde mi‚’Hop nerede kaldı mahkum hakları, insan hakları?’ diye itiraz edeceksiniz.

Belki de günün birinde, şu veya bu nedenle gireceğiniz cezaevindeki yaşantınız‚ ’sosyal ve ekonomik hayata, topluma kazandırma’ değil, sistematik işkenceye dönüştüğünde kininiz bilenecek.

Belki de ’masum’ girdiğiniz cezaevinden, kin ve nefret dolu, intikam için fırsat kollayan potansiyel suçlu olarak çıkacaksınız…“

***

Yukarıdaki satırlar 12 Eylül 2004‘te yani sekiz yıl önce yayınlanan “korkuluk ol“ adlı bir makalemden alınmıştır. 8 yıl sonra bu gün yine 12 Eylül hukuku ile yönetiliyoruz, itiraz edenler perder pey zindanlara dolduruluyor… ve yine hapishanelerde açlık grevleri.

Sürgünler, tecrit içinde tecrit devam ediyor.

Mektup yasakları devam ediyor. Yolladığım bir mektup iletişim yasağı nedeniyle bir tutsağa tam 3 ayda ulaştı. Bir başka tutsağın bana yollamak için idareye verdiği mektup 2 ay sonra postaya verilmiş. Ve diğer defalarca yazdığımız, tutsakların yazdığı sorunlar.

Ve bu gün açlık grevlerinin 43. günündeyiz.

Geri dönüşü olmayacak hasarlar başladı.

Yarın da ölüm haberleri ile uyanacağız.

Açlık grevleri ölüm orucuna dönüşmeden, yeni ölümler olmadan ne yapabiliriz diye soruyor muyuz? Eylemi doğru bulmayabiliriz. Ama sonuç itibariyle tutsaklar kendi iradeleriyle bu « eylem biçimini » seçtiler.

Metin Bakkalcı’nın dediği gibi [i] "İnsan sosyal bir varlık ve çeşitli şeylerden etkilenerek mevcut cezaevi koşullarında kendisini ifade etmenin bir yolu olarak açlık grevine giriyorlar. Bunu bizim kabul etmemizin ya da etmemizin ötesinde bir durum. Sorunun özü açlık grevi doğru mu yanlış mı tartışması değil. Demek ki öyle bir ortam söz konusu ki, bir insan kendini ifade etmeye yönelik olarak tüm alanların kapatıldığını hissediyor ve kendini ifade etme aracı olarak kendi bedenine zarar vererek bir çığlık atıyor. Bu noktada açlık grevleri hepimizi doğrudan ilgilendiren süreçtir. Çünkü kendisini ifade etme alanının kendi bedenine kadar daraltıldığı ortam, bizim de içinde yaşadığımız ortamdır. Bu ülkede insanların kendilerini ifade etme özgürlüklerinin ne kadar daraltıldığını yıllardan beri dozu artarak görüyoruz. Bu bakımdan açlık grevleri başta siyasi iktidar olmak üzere hepimizin sorumluluğudur.”

Metin Bakkalcı’nın çok yerinde vurguladığı gibi yaşanan hak ihlallerinde, tecritte, siyasi iktidar asıl suçlu olsa da hepimizin sorumluluğu var. Zira büyük çoğunluk “korkuluk bile olmadı, olmuyor”.

Adil Okay

www.gorulmustur.org

[i] https://gorulmustur.org/icerik/bakkalci-sorunun-ozu-aclik-grevine-neden…