“HER TUTSAĞIN BİR GÜN UZAKLARA BAKABİLMESİ DİLEĞİYLE”
Uzaklara bakabilmenin de bir özleme, hasrete dönüşmesidir tutsaklık.
Bir uzun anlatıdır içeride olmak.
Zindanda olmak, zamana ve hayata, dışarıda hiç tahayyül edemeyeceğiniz kadar kısıtlı sınırlarda anlam yükleme çabasıdır. Ve dilin sınırlarını zorlayan daha çok şeydir.
Adil Okay da yıllardır bıkmadan, yorulmadan bu sınırları zorluyor. Sesleri duyulmayan içeridekilerin sesleri oluyor. İçeridekilerin kimi zaman açık, kimi zaman da satır aralarına gizlenmiş seslerini – sözlerini dışarı taşıyor.
Bunun öyle kolay olmadığını, feryatlarının kimi zaman sağır duvarlara çarpıp kendilerine geri döndüğü hissine kapılan tutsak aileleri daha iyi bilir.
Çünkü içeride olana ilgi, zaman törpüsünde un ufak olur, dağılır. Geriye tutsak ailelerinden çok sınırlı insan kalır.
Ama Adil Okay, ailesi ve Görülmüştür Kolektifi, yıllardır içeride yankılanan, dışarıda sağır duvarlara çarpıp kaybolan sesleri kaydediyorlar. Duyulur / görünür kılmaya çalışıyorlar. Onları şaşkınlıkla ve hayranlıkla izliyorum.
İşte bu yazıyı yazmama vesile olan “Uzaklara bakamamak” adlı tiyatro oyunu bu birikimin, kolektif bir çalışmanın sonucu olarak doğmuş. Oyunu Adil Okay kaleme almış ama metine içeriden sansürü ve otosansürü aşıp gelen binlerce mektup sığmış. Oyunda benim gibi binlerce tutsağın sesi var, parmak izi, gönül izi var.
Adil Okay bu eserinde çok boyutlu, farklı ve geniş bir yelpazede içeride yaşanan sorunları, sıkıntıları, absürtlükleri görünür kılmış. Bir bilseniz bu kitaptaki her bir satırın içeride yaşanılanların sadece bir fragmanı olduğunu.
Ben de duyarsızlık eşiğini 30 yıl tutsaklıktan sonra dışarı çıktığımda daha iyi anladım. Belki dehşete düşmedim ama derin bir hüzün duydum. Sıradanlaşan kötülük ve basitleşen umarsızlık vicdanların önemli bir kısmını köreltmiş. İçerideki; bir hayal, hatıra bir hayat artığına dönüşmüş neredeyse.
Adil Okay da bu oyunuyla -içerinin fotoğrafını göstermenin yanı sıra- bu umarsızlığa dikkat çekiyor, uyarıyor, eleştiriyor, sarsıyor.
İçerideydim, şimdi dışarıdayım. Ve içeride unutulmak ile dışarıda hatırlanmanın eşdeğer olduğunu görüyorum. Ama ne olursa olsun özgürce nefes almak ve uzaklara bakabilmek muhteşem bir duygu. Yarı mezarlık dediğimiz zindandan çıkıp bu mücizeye dahil olmak, herşeye rağmen güzel.
Brecht’in Epik tiyatrosunu çağrıştıran, seyiriciyi / okuyucuyu da oyunun içine alan, sarsan, rahatsız eden bu eser unutmaya, unutturmaya karşı bir duruş, bir çağrı aynı zamanda.
Böylesine anlamlı ve değerli bir eserle hafızalara ve hatıralara çağrı yapan sevgili hocam Adil Okay’ı kutluyorum.
Her tutsağın bir gün uzaklara bakabilmesi dileğiyle…
Sonsöz de Adil Okay’dan olsun
“Şimdi sıra sizde. Oyunda konuşan, bağıran çağıran, ağlayan, gülen, slogan atan, türkü söyleyen, şiir okuyan tutsakların sesine kulak verin. Aramızdalar ve sizi demir parmaklıkların, dikenli tellerin, beton duvarların ve sansürün örtmeye çalıştığı gerçekle yüzleşmeye çağırıyorlar.”
Seyit Oktay
Not: Sizleri 30 Kasım’da Mersin’de sahneye konulacak bu oyunu izlemeye davet ediyorum.
Künye: Adil Okay, Uzaklara Bakamak, Oyun Tek Perde, Klaros yayınevi, Ankara, 2024.
- 140 gösterim