Kayıp Masal ve sanata hayata dair söyleşi...

İÇERİDEN İÇERİYE RÖPORTAJ

(Dr. Ayhan KAVAK-Seyit OKTAY)

                Başta yeni çalışman olan Kayıp Masal için tebriklerimi sunarak sorularımı geliştirmek istiyorum:

SORU 1: Basımı yapılan yeni kitabının adını “Kayıp Masal/Sırlar Ülkesinin Hikayeleri” koymuşsun. Neden Kayıp Masal? Kayıp Masal bir hakkın teslimi mi?

 

CEVAP 1: Ben de başta sen olmak üzere bu çalışmamın yayınlanmasında emeği geçen tüm canlara, Ceylan Yayınları’na teşekkür ederek başlamak istiyorum.

                İnsanlığın Kayıp Masal’ı kadınlar; tarihin Kayıp Masal’ı Kürtler; hayatın Kayıp Masal’ı ise biziz. Kadın zihni ve dili okyanus gibi, kadın dünyası sırlar ülkesi. Kadınların kaderleriyle Kürtlerin kaderi birbirine çok benziyor, o yüzden manada çift gönderme var. Masalları bize bahşedenlerin kadınlar olduğunu düşünüyorum. Yazılı tarihi sınırlı olan ya da çok az olan halklar hep bu masallar sayesinde varlıklarını devam ettire geldiler. Eğer bu anlamda bir hakkın tesliminden söz ediyorsanız evet kadınlara olan borcu ödemeye çalıştım.

                Kayıp Masal aslında anakronik olarak ‘kaybolmayandır’ da. Masal ise, hem gerçek hem değil, hem var hem yok. Tıpkı kadınlar ve Kürtler gibi. Ve son bir şey; masalların halen insanın zihin dünyasında, hayatında, alışkanlıklarında ve iyi olma çabasında çok önemli bir yer tuttuğuna inanıyorum. Vazgeçmiyorum! Masal anlatmaya devam ettiğimiz sürece insanlığımızı kaybetmeyeceğimizi düşünüyorum.

 

SORU 2: Yazım sürecinde karşılaştığın zorluklar nelerdi, nasıl aştın?

CEVAP 2: Sen de içerde yazan biri olarak bunları biliyorsun aslında. Kısa bir süre önce yine sen ve Adil Okay’ın birlikte hazırladığınız “Firari Yazılar” adlı söyleşiler kitabında uzun uzun bunu anlattım-anlattık. İçerde birçok kaynağa, istediğin bilgiye ulaşmak çok zor, dışarıdakiler için bu iş çok kolay, elinin altında bir bilgisayar olması yeterli neredeyse, ama burada bol bol kitap karıştırmak, olmayanı bulup-getirtmek, beklemek, beklemek… Sonra yazmak, dışarıya yollamak, bilgisayara çekmek, düzeltmek, yayınlamak; tıpkı kitaptaki masal kahramanlarının aştığı engellere benziyor. Belki de çağdaş masal kahramanları içerde yazanlar ve umuda gül ekenlerdir diyeyim.

 

SORU 3: Burhan Sönmez, “Yüzbir Gece Masalları” kitabına yazdığı sunuşta şöyle der: “… Masallar da geçmiş uygarlığın romanıdır. Kendi usulünce romanın sadece roman olmaması gibi, masal da sadece masal değildir; edebiyatın en rafine, simgelerle yoğrulmuş beşiğidir. Edebi evrenin ayak izleri, kendi yollarından daima masala gider, masalı ana kucağı beller…”

                Bu tespite ne dersin? Ayrıca “Oluşum Romanı” tabiri de var. Buradaki edebi verimlerde roman kahramanının sonunda farklı birine dönüşümü söz konusudur. Oluşum Romanları masal evreninin olağanüstülüklerini arındırarak modern versiyondaki sunumu biçiminde olduğu söylenebilir mi? “Ana Kucağı” buna denk gelir mi?

CEVAP 3: Romanlar çağdaş masallardır. Buradan ele alırsam evet edebi evrenin başladığı yer ana kucağı olan masallardır. Burhan Sönmez severek okuduğum, kitaplarını ilgiyle takip ettiğim bir yazar. ‘Kuzey’ kitabı bir nevi onun çıkışı ‘ana kucağıydı’. Masalla başladı, romanla devam ediyor. O yüzden masal hakkında söyledikleri, romanla yaptığı karşılaştırma katıldığım düşüncelerdir.

                Masal her zaman anlattığından fazlasıdır. İnsanın en eski bilgelik biçimidir. İlk eğitim, ilk terbiye, ilk öğrenme, ilk hayal, ilk umuttur. İnsana yaptıklarının ve yapabileceklerinin ötesine geçebileceği gücünü ve düşünü kazandıran ve belki de keşiflerin, icatların, yeni ufukların da beşiğidir. Mesela yeni edebiyatta ya da sinemada en çok ilgi gören eserlere bakıyorum çoğu ‘fantastik’ denilen türden. ‘Fantastik’ de ‘masalın’ çağdaş dünyadaki adı olmuş.

                Masalın ‘Oluşum Romanı’ndan ayrılan yanı muhtemelen, dili, tekniği ve biçemidir. Her masal aslında bir varoluş destanıdır. İnsanı olduran şey hayat ve hayalse bunların kesiştiği en güzel yer masaldır. Masalın açtığı büyülü kapıların ardı sırlarla, sürprizlerle doludur. Ve başladığın yere döndüğünde asla eski kişi değilsindir. Anlayacağınız masal çağdaş dünyada bile bir tür ‘İngiliz anahtarı’dır. Her derde deva. Bakmayın ‘bana masal anlatma’ denerek küçümsendiğine, bunu diyenlerin bile hayatlarında mutlaka masalın çok önemli bir yeri vardır.

 

SORU 4: Kayıp Masal yolculuğunda neler yaşadın?

CEVAP 4: Kayıp Masal’ı yazmadan önce hemen hemen tüm kutsal metinleri okudum. Mitoloji ve destanların elime ulaşanlarını, hepsini gözden geçirdim. Binbir Gece Masalları, Decameron, sözlü-yazılı anlatılar, ne bulduysam baktım, inceledim, araştırdım.

                Karşılaştığım birkaç sonucu söylersem: İlki adlar, mekanlar, zamanlar farklı olsa da ana temanın aynı olduğu birçok anlatımla karşılaştım. Bu bir nevi insanlığın ortak zihniyetine, benzer hayal dünyalarına ve aynı meseleleri dert edindiklerine tanıklık ettim. Aynı ananın memelerinden süt emmiş ama farklı coğrafyalara dağılmış kardeşler gibiydi anlatılan metinler.

                İkincisi; Değişik adlar ve sanlar altında hikayelerimizi alıp kendilerine ulusal destanlar yaratanların yanı sıra, masallarımızı devşirerek değiştirerek, aslından uzaklaştırarak kendilerine mal etmek isteyenler ile karşılaştım. Bir nevi bu kitapta masallarımızı, hikayelerimizi aslına rücu ettirerek kadim Kürt sözlü edebiyatının hakkını teslim etmeye çalıştım. Kusuru ise dilidir. Anadilde olsaydı daha iyi olurdu.

                Üçüncüsü; Binbir Gece Masalları’nın büyük bir bölümünün kesinlikle sahip olduklarına Kürt sözlü edebiyatının, masalların derlenmiş ve kısmen değiştirilmiş yazılı bir versiyonu olduğunu gördüm. Eğer bir hak teslimi yapılacaksa bu masalların kaynağının doğru biçimde ortaya konması gerektiği sonucuna da ulaştım.

                Nihayetinde bu eser, ninelerimizin, dedelerimizin, kadim anlatıcılarımızın, Kürt masal söyleyicilerinin ruhunu huzura erdirme çabasıdır da. Onların kadim bellekleri tüm insanlığa mal olmuş, hakları yenmiş olsa da.

 

SORU 5: Kayıp Masal’da rüyalar, kıssalar, rivayetler, destanlar, meseller ve hikayeler çokça yer almakta. Haliyle bir masaldan daha fazlası oluyor Kayıp Masal. Bir de yolculuk var. O yolculukta hakikat ve bilgeleşmeye ulaşım sağlanıyor. Gündelik yaşamda bilgeleşme ve masallardaki bilgelik yolculukları arasında fark var mı? Bilgeleşme hakkında ne söyleyebilirsiniz?

CEVAP 5: Bir masaldan fazlası olduğu gerçek. Bazen kitabın isminin ‘Masal Ağacı’ olabileceği fikrine de kapıldığım oldu. Ana bir masalın etrafında dallanmış, budaklanmış hikayeler, masallar, anlatılar… Bir diğer tanımı da ‘Bilgelik Kitabı’ olabilir. Doğu’nun kadim bilgeliğinin izleri yoğunca var. Mezopotamya’dan Mısır’a, Anadolu’dan Hint diyarına, Çin’e kadar, yani yerel olduğu kadar evrensel bir boyutu olduğunu da düşünüyorum. Sadece Kürt masalları değil, en eski topraklardan çıkan ve kardeş coğrafyalarda farklı versiyonlarını yaratan sonuçta bir denize dökülen ırmaklar gibi. O deniz insanlığın ortak hafızası.

                Bilgelik, bilgeleşme; her zaman insanların, toplumların ilgi odağı olan bir alan. Bilgelik; hayat ve sözün en sade ve en anlamlı biçimde buluşmasıdır. Hakikat değeri ve karşılığı olan sözlerdir. Hakikat ise; insanın yüreğinde ve aklında hayati karşılığı olan gerçeklerdir.

                Bilgeliğin yolu hakikatin keşfinden geçer. Masallarda bu bazen bir yolculuğa, bir büyük dönüşüme karşılık gelir ve kırılma anları ya da değişim süreci simgesel-sembolik değeri yüksek olay-olgularla olağanüstü durumlarla gösterilir. Belki de bilgelin ne kadar zor ve kıymetli bir şey olduğunu göstermek için bu yol tercih edilir. Gündelik hayattaki bilgelik de aynı yolu takip eder, onun da elde edilişi, kazanılışı; sayısız acı, keder, zorluk, ızdırap, çaba, emek vb. nin deneyimlenmesi sonucu olur. Kadim olan bilgelik masallaşır, güncel olan ise hikayeleşir. Sanırım biçem ve tarz dışında bir fark yoktur. Bilgelik nihayetinde toplum ve insan hayatında her zaman yeri olan önemli bir değerdir. Belki de, deneyimlerin vücut bulmuş hafızası, yaşamın anlam kuyusu, zamanın insana dair belleğidir bilgelik.

 

SORU 6: Bir önceki eserin Aryen-Med Destanı idi. Orada da Kayıp Masal’da da ikili anlatı şeklinde bir tarzı uygulamışsın. Aynanın aksi gibi ve o akse bakıldığında hangisinin hakikat, hangisinin akis olduğu belirsizleşiyor. İkili kurgunun sende bir tarz haline geldiğini düşünüyorum. Bunun kolaylığını ve zorluğunu açıklayabilir misin?

CEVAP 6: Sondan başlarsam; hiçbir kolaylığı yok. Zor, zahmetli ve bir o kadar da çetrefilli bir yöntem ikili kurgu. Sanırım kaderlerimizin yani alın yazı kurgularımızın hep iç içe olduğu gibi bir bilinçaltı var bende. Bizi birbirimize bağlayan ‘ilişki’ dediğimiz bağın edebiyattaki karşılığını oluşturmaya çalışıyorum. Belki okuyucuyu zorlayan bir yöntem, bir de son yıllarda; kolaya, basite, hemen anlaşılır olana yönelen okuyucu eğilimini düşündükçe aslında kendi okunurluğumu da riske eden bir yöntem, yine de daha zevkli olduğunu düşünüyorum. İnsan aklı eskiden beri bilmeceye, bulmacaya, karmaşaya merak duymuştur, ben de belleğin bu özelliğine sığınarak böyle yazıyorum.

                Kayıp Masal’da ayna tekniğini uyguladım, başka edebi eserlerde de var. Ayna gerçek bir mucize; gerçek ile hayali ayıran çizgi, bir kapı gibi, birinde başlayan diğerinde devam ediyor… Hayatlarımız da öyle değil mi? Bir yandan yaşadığımız olan hayat var, öte yandan yaşamak istediğimiz! Mesela rüyalar da öyle. Bazı rüyalar o kadar gerçek ki, uyandığımızda kendimizi içinde bulduğumuz hayata inanasımız gelmiyor.

                Tabi aynanın kötü bir tarafı da var! Yaşlandığımızı, hayatın bizde yarattığı değişimleri, yıpranmışlığı, eskidiğimizi de gösteriyor. O yüzden yaş ilerledikçe aynalar düşman olur. Ama masal aynaları hep büyülüdür, büyüleyicidir. Anlatılardaki ayna ise görünmez bir kapı gibidir, açılır, geçilir ve yeni bir dünya karşında belirir. Bütün her şey bir tür ikilik üzerine kurulu değil mi?

 

SORU 7: Eski masallarda yaşadığı söylenen Şahmaran’ın yerine yeni masallara uygun olarak yılanların ecesi Marbanu’ya hayat vermişsin. Eski masalların tüketildiğini söyleyerek yeni masallara mı yol açıyorsun? Şahmaran ve Marbanu ilişkisini nasıl kurguladın?

                Dağ kavminin masallarından biri de Mirza Mihemed’tir. Hiç görmediği bir kadını rüyasında görür, onu aramaya çıkar, kadın da onu rüyasında görmüştür, türlü zorlukların ardından kavuşurlar. Mirza Mihemed de Kayıp Masal’da değişime mi uğramıştır?

                Nimet Yıldırım’ın İran Mitolojisi’nde okudum. Med dönemine ait aşk anlatılarından birinde Zariadres ve Odatis’ten bahsedilir. Zariadres, Odatis’i rüyasında görüp aşık olur. Odatis de, onu rüyasında görüp sevdalanır. Odatis Asya’nın en güzel kızıymış. Babası onu Zariadres’e vermez, yabancı diye. Neticede kavuşamazlar. Masaldaki Mirza Mihemed kavuşsa da Zariadres kavuşamıyor. Halk anlatıları masala dönüştüğünde karasevdalılar kavuşuyor. Kanımca bin yılların Zariadres’i Mirza’ya dönüştü. Ne dersin?

CEVAP 7: Üç katmanlı bir soruyla karşı karşıya bıraktın beni. Öncelikle Kayıp Masal’daki Şahmaran-Marbanu ilişkisinden başlayayım. Şahmaran çocukluğumdan kalan bir simge ve masal. Kürtlerin evlerinin duvarlarında mutlaka çerçevelenmiş bir resmi bulunurdu. Kayıp Masal’ı kurgularken yeni bir anlatıcıya ihtiyaç duydum. Eski masalları toplayıp yeniden kurgularken değiştirilmiş, devşirilmiş olanları bulup onları aslına rücu ettirirken yeni anlatıcının da daha cevval, uyanık, zamana göre daha gözü açık ve zeki olması gerektiğini düşündüm. Mirasa sahip çıkan ama farkını da zekasıyla ortaya koyan bir anlatıcı olmalıydı. Kadim ile güncel olanın ilişkisinin doğru biçimde nasıl sürdürülmesi gerektiğini de anlatmaya çalışmış da olabilirim.

                Marbanu biraz da kendini doğurdu, yarattı. Masal’ın orijinali Botan’da anlatılan Eli’yê Sêrtê (Siirtli Ali) adlı on beş sayfalık sözlü bir anlatıydı. Dinledim ve sonra yeniden kurgulayıp Kayıp Masal’ı yazdım. Marbanu’da birçok kahraman da yoktu. Masal biraz da böyle, kendini yaratan bir tür.

                Mirza Mihemed ise, yine Botan’da anlatılan en yaygın ve ünlü masaldır. Zaten Ehmedê Xanî’nin de Mem û Zîn’i; Memê Alan Destanı ve Mirza Mihemed masallarından esinlenerek yazdığı bilinen bir gerçektir. Aynı rüyada görme sahnesi Memê Alan Destanı’nda da Mem û Zîn’de de, Mirza Mihemed’te de mevcuttur.

                Çocukluğumda yine kulak dolgunluğu olarak çok duymuşluğum vardır. Mirza Mihemed’i. Ailem ben henüz doğmadan önce Van’a gelmişler ancak, çocukluğumda daha köy etkileri, Botan’dan getirdikleri ilişki, dil, anlatıları taze ve canlıydı. Mesela o zamanlar Van da dahil birçok şehirde elektrikler sürekli kesilir, saatlerce gelmezdi. Gaz yağı lambaları, mumlar yakılır, o esnada işte masallar en iyi avutucu olarak devreye girerdi. Mirza Mihemed’le ilgili bir bilinçaltının ya da bilincin o zamanlar oluştuğunu düşünüyorum. Kayıp Masal’ın Mirza’sı da bir dönüşüme uğramak zorundaydı. En güçlü değişim kuvveti aşkta saklı. Aşkın dönüştürücü gücü bambaşka, insanı hiçbir şey aşk kadar kökten bir değişime uğratamaz. Zaten hafızanın en kalıcı masalları aşk üzerine yazılı olanlardır. Aşka yakın tek olgu savaştır. Belki de sık sık birbirlerine benzetilmeleri bundandır. Ve yine toplumsal değişimler, alt-üst oluşlar hep aşk konulu masal ve hikayelerle anlatılır. İşte İlyada’da Helen’in kaçırılması, Ruslar’da Prens İgor efsanesi, Batı’da Tristan ile İsolde’nin aşkı, Mem û Zîn, Ferhat ile Şirin… Mirza belki de biraz Enkidu’dur, biraz Rüstem ama sonra Şevna sayesinde kendini bulan, insanlığını hatırlayan ve sevginin gücüne boyun eğen bir aşık. Bugün toplumda değişimin yerini tüketiciliğin almasının ve ilişkilerin değiştirici, dönüştürücü gücünden bahsedilmemesinin nedeni bence aşkın da tüketilmesi, bir tür ucuz objeye dönüştürülmesinden dolayıdır. Oysa insanlık bu duygu üzerine kuruldu, dinler bile başlangıcı aşkla yaptı. Adem ve Havva’dan beri bizi bir arada tutan aşktan başka nedir ki?

                İran mitolojisinde yer alan Zariadres ile Odatis’in kavuşmazlık hikayesine gelince; nedense doğuda aşk acıya, kavuşmamaya, ızdıraba, kedere, ölüme yazgılı. Sadece bu masal değil, Mem û Zîn, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun… Aslında bu da değişmeli, bir zamanlar bu hicran ve hüzün dolu aşk masalları insanlara gözyaşı döktürüp durdu. Ama farkında olunsun ya da olunmasın bir bilinçaltı da oluşturdu. Sanki en güzel aşklar kavuşulmayan aşklardır. Niye böyle olsun ki? Kavuşulan aşklar, güçlü kavuşmalar, gökten neşeyle, sevinçle biten aşk masallarının sonuna yağmalı elmalar. Bilmiyorum ama Aryen-Med Destanı’nda da Kayıp Masal’da da bunu yaptım. Aragon demiş belki ‘mutlu aşk yoktur’ diye ama sanki Doğu’nun kaderi olmuş. Hem masal olarak hem de gerçek olarak olmalı. Umut, yaşama sevinci, güzellik, iyilik, bilgelik, neşe, mutluluk, hepsinin büyüdüğü toprak özgürlük, aşkla daha anlamlı olmalı bence. Mutlu aşk vardır, olmalıdır, hikayesi de masalı da yazılmalıdır.

 

SORU 8: Tarihsel, toplumsal, kültürel gerçekliğimizde sözlü anlatı geleneği içinde masallar tıpkı Dengbêj geleneği gibi önemli yer tutar. Onlara da çîrokbêj denir. Toplumsal hakikatimizde masallara atfedilen anlam ve değer hakkında neler söyleyebilirsin?

CEVAP 8: Dengbêj (Ozan) sırlarını sese çîrokbêj (masalcı) ise söze saklar. Dengbêjler toplumsal, kültürel geleneğin, tarihsel taşıyıcılığın önemli aktörleridir. Şarkılarla bin yıllardır söyleyegeldikleri değerler kesinlikle halkın unutulmaz belleğine dönüşmüştür. Masalcıların anlattıkları da aynı misyona sahiptir. Özellikle halkımız için masal; tarih, kültür, dil, maneviyat, değer, ritim duygusu ve umut demektir. Masalları unutulmaz ve kalıcı kılan gizli bir umut feneri rolü oynamalarıdır. Her şey bittiğinde, herkes çekip gittiğinde, hiçbir şey kalmadığında geride kalan ya da gidenler içinden bir ses yükselir ve anlatmaya başlar. Çünkü masalın toprakla bağı hiç kopmaz, dille bağı çok sağlamdır. Belki evi yıkılır, köyü yok olur, göçer gider, öldürülür, sürülür, yok edilmeye çalışılır, hatta gün gelir hafızası da çalınmaya çalışılır. Ama masal bitmemiş, ölmemiş, yok olmamış, yok edilememiş, sürülememiştir. O Simurg ya da Anka gibi hep küllerinden doğmaya hazırdır. Yok edilemeyecek iki şeyden biri aşksa diğeri de masaldır.

                Bir de malum halkımızın sözlü geleneği yazılı olandan çok daha güçlü ve etkili. Zaten yazılı kaynaklar da çok sınırlı, hatta bazı konularda neredeyse hiç yok. Ama sözün ustaları, o mahir diller nice kaybolmaya yüz tutmuş hakikatleri bugüne taşıdılar. Kürtlerin varlık kaynaklarından biri de bence bu kadar güçlü masallara sahip olmalarıyla ilişkilidir. O yüzden kesinlikle masalların gücü küçümsenmemeli.

 

SORU 9: Mezopotamya anlatılarında Tayy-ı Mekan ve Tayy-ı Zaman kavramları var. Tayy-ı Zaman; bir an içinde yıllar geçer, çocukları olur vs. anlamına gelirken bir de bakmışsın o âna dönmüşsün. Sonsuzluk da denebilir belki. Zaman sonsuz oluyor ve âna dönme yaşanıyor. Tayy-ı Mekan da herhangi birinin ayağının altında yerin dürülmesi ve bu suretle uzak bir yere çok çabuk gitmesi (bu Simurgla da olur elbette). Mirza anlatısında da Tayy-ı Zaman söz konusu. Modern anlatılarda çelişki gibi gelebilecek bu tarz Doğu anlatılarında olağandır. Böylesi kullanımları başarılı bir şekilde uygulamışsın. Masalları daha sofistike mi kalıyor, ne dersin?

CEVAP 9: Modern anlamda buna herhalde zamanı ve mekanı bükme ya da zamanda yolculuk diyorlar. Hatta bazı filmler de yapılıyor bunu konu edinen. Ama hiçbir yer ve konuda masallardaki kadar ‘gerçekçi’ durmuyor. Masalların tüm zamanlara hitap etmesini ve kalıcılaşmasını sağlıyor, bu tarz, sanırım hayal dünyası dediğimiz evrenin de yapı taşlarını oluşturuyor.

                Masal türü anlatıların doğasında da var, olmak zorunda, tutarlılık, gerçekçilik türünden beklentilerin karşılanacağı yer değil masal. Anakronik olması bundandır; yani ben dedemin beşiğini ancak masallarda sallayabilirim! Kayıp Masal’da da var. Masal ve destanların, mitolojilerin hepsinde bu yönteme rastlamak mümkün. Belki de insanın sabırsızlık duygusu ve olmasını istediği şeylerin sonuçlarını bir an önce görme dürtüsü böyle bir tarzın masallara içkin olmasını kendiliğinden getirmiştir. Roman ayrıntıcıdır, öykü gözlemcidir, hikaye anlatıcıdır, anı söyleticidir, masal da bükücüdür. Zamanı ve mekanı istediğin biçime büründürme imkanı sunuyor. Nihayetinde insan ne kadar maddeci geçinse de varlığının büyük bir bölümü metafiziğe meyillidir. Hayal her zaman güzeldir; orada kötülüğe, karamsarlığa, başarısızlığa, çirkinliğe vb. yer yoktur, olsa da her zaman mutlaka, iyiliğe ve güzel olana yenilir. Masalın insanın ruhsal zenginliğine bunu katması az bir şey mi?

 

SORU 10: Birçok söz sanatı kullanmışsın. Keza diğer eserlerinde de var. Ama Kayıp Masal’da daha yoğun söz sanatları kullanımı mevcut. Örneğin peş peşe gelen kelimelerin aynı sessiz harfle başlatılması gibi aliterasyon yapılması; ünlü harflerin yinelenerek kullanımının yer alması olan asonans göze çarpıyor. Keza anafor, mecaz, teşbih, metafor ve imgesel zenginlik şiirsel bir dil ustalığına dönüşüyor. Bu tarz yazım her ne kadar şiirselliği zirveye çıkarsa da kalburüstü bir okurun dahi sözlüğe bakmasına yol açıyor. Daha sade bir dil kullanılamaz mıydı? Yoksa sadelik şiirselliğe zarar mı verirdi?

CEVAP 10: Her edebi metnin bir ritmi, müziği olması gerektiğine inanan biriyim. Yazdığım tüm çalışmalarda bu biraz da kendiliğinden oluşuyor. Müziği olmayan bir destan, bir masal sanki eksik kalır gibime geliyor. Bu nedenle şiirsel akışı kendisi oluşturuyor metin. Böyle yazmayı seviyorum. Bazı yerlerin anlaşılmasında zorluklar olsa da o melodiyi, ritmi okuyucu hissetsin istiyorum. Hani müziği çok güzel ama dilinden anlamadığımız bir şarkı gibi. Metin ve müzik, masalda buluşsun istedim.

                Tabi özel çabam da oldu. Uzun bir süre sözlük çalıştım. Yeni tekerlemeler oluşturmaya çalıştım. Aynı harfle başlayan cümleler ana metinle hem ilişkili hem de kendi içinde bağımsız. Aslında daha uzundular, gelen eleştiriler doğrultusunda kısalttım. Orada da bir şeyler anlatıyor ve anlattığım şeyi masala bağlıyorum. Artık tedavülden kalkmak üzere olan birçok kelimeye de belki bir tür ahde vefa gibi de anlaşılabilir. Hatta bazı kelimelere spor tabiriyle söylersem jübile bile yaptırdım diyebilirim.

                Okuyucu için zorlayıcı olduğunun farkındayım. Bence o bölümlerin özüne, keyif veren bir tür şarkı, şiir, tekerleme gibi de bakabilir okuyucu. Ya da unuttuğu, hiç kullanmadığı hatırından çıkan birçok kelimeyle buluşma hasret giderme olarak da ele alabilir. İlla ki sözlüğü alıp tek tek kelimelere bakmasına da gerek yok, okuduğu metni dinler, geçer.

                Dil sade olabilirdi ama istediğim şeyi yazmamış olurdum. Ben bu tür metinlerin (yani destan, masal, efsane…) böyle büyülü, efsunlu, kutsal hareyle çevirili atmosferinin olması gerektiğine inanıyorum. Sözün kıymetinin olduğunu, derin anlamının kaybolmadığını ve gerektiğinde insanın hayatını değiştirebileceğini, etkisini, kuvvet ve kudretini koruduğunu göstermek için de gündelik, sıradan dilden çıkmak gerektiğini düşünüyorum.

                Bana bir tapınak da, mabet de gizler ortasında gaipten gelen ve çok güçlü tanrısal bir sesin kutsal ifadelerini çağrıştırması gerekiyor ki onun ağırlığını ya da derinliğini hissedebileyim. Söz kıymetlidir, biraz da bunu hatırlamak için bu yolu tercih ettim. Okuyucular bağışlasın beni.

 

SORU 11: Kayıp Masal’ın son bölümünde Miran’ın bir kez daha aşkını bulmak için yolculuğa çıkacağına değinmişsin. Miran’ın ikinci yolculuğu bir başka kitapta mı işlenecek? Kitabın devamı gelecek mi?

CEVAP 11: Yazdığım kitapların hemen hemen hepsinde bu ‘devamı gelecek’ duygusu var. Sadece duygusu değil izi, izlenimi de var. Okuyanların çoğu da bunu soruyor. Mesela ‘Arami Tabletleri’nin sonunda yol gözleyen çocuklar var, ‘Aryen Med Destanı’nda Şevperi ile Roba’nın başlatacakları yeni bir hayat var, ‘Kayıp Masal’da da Miran’ın yeni yolculuğa çıkacağının işareti var. Sanırım kafamda veya hayallerimde yazdığım hiçbir eseri bitirememe duygusunun bunda yeri çok büyük. Sanki bitmiyor, gerçek gibi, hayat devam ediyorsa kurduğum dünyada da devam etmeli. Hatta okuyan insan da devamını kendince getirsin diye alan açıyorum.

                Hayatta hiçbir şey bitmiyor ki! Hayal de niye bitsin! Kitaplar, romanlar, destanlar, masallar hep sonsuzluğa uzayıp giden yolculuklar değil mi? Ölümün var olduğunu bilen bizler neden hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşarız. Hep bu devamlılık ve süreklilik duygusundan dolayı. Kitaplar tıpkı akan su gibi. Hep gidecek bir yol, akacak bir yatak mutlaka bulur. Bütün ömrümüz bu yolculuğu güzel ve anlamlı kılmakla geçmiyor mu? O zaman nedene kendimizi bir ‘son’ duygusuyla sınırlayalım. Neden duvar örüp kendi elimizle kendimizi durduralım. Baksanıza zihnimiz hiç duruyor mu? Uyurken bile durmuyor! Akabilen, canlıdır, diridir ve yaşam doludur. Durmak ölmektir, donup sönmektir.

                Belki birebir ‘Kayıp Masal’ın devamı değil ama aşka yolculuk başka kitaplarda devam ediyor, edecek. Kayıp Masal’ı bulmak öyle kolay değil. ‘Aşka Yolculuk’ ise gökteki yıldızlara yapılacak yolculuk kadar uzun soluklu, heyecan verici, merak dolu, umut yüklü bir serüvendir. Aşk, asla solmayan en güzel masal yaprağıdır ve onun uğruna çıkılacak her yolculuk kutsaldır.

                Tabi yolculuklar arasında da fark var, misal: Sokrates’e mal edilen bir hikâye var. Sokrat’ın bir dostu ona bir başkası hakkında şöyle der: “Çıktığı seyahat bu adamı hiç değiştirmedi mi? Gitti geldi ama yine aynı aksi, lânet adam.”

                Sokrat, “Gayet tabii değiştirmez. Nihayetinde kendisini de beraber götürdü” der. O yüzden ister masalda ister hayatta, nerede olursa olsun çıkılan yolculuğun sonunda değişim ve dönüşüme uğramak biraz da insana bağlı. Ama masallar bu konuda öğretici metinler olduğu için değişmeler orada daha çarpıcı biçimde yansıtılıyor.

 

SORU 12: Kadim coğrafyamızda Epik anlatıya “Hamase” deniyor. Batı’da “Epik”. Genel verimlerin açısından da ele almak mümkün. Ben Epik yerine Hamase’yi kullanmak istiyorum, Hamase ve kendine has kullandığın bir lirik anlatı mevcut ve ikisini birlikte harmanlıyorsun. Gayet başarılısın da. Böylesi iki ayrı tarzı harmanlaman zor olmuyor mu?

CEVAP 12: Edebi çalışmalarda bu iki tarzı bir arada kullanabilmek gerçekten de zor. Sanki sadece biriyle yazsam eksik kalacak gibi. Epik anlatı kendi ritmini lirizmle buluyor. Deneysel yazımı seviyorum. Her bir çalışmada yeni şeyler denemeye çalışıyorum. Bazı öykülerde de bunu denedim. Ama sade-güncel dilde de yazdığım öyküler, yazılar var. Kadim dil demek daha çok hoşuma gidiyor senin hamase ya da epik dediğin dile. Kadim dilde yazmak daha tatmin-kâr geliyor. Hele ritmini de buldu mu sanki o zamanı yaşıyor, o zamanda yazıyorum gibi.

                Biliyorsun Kızılderililer hep şiirsel konuşur, eski metinler hep şiirsel sanırım dil-anlatı ilişkisi geçmişte daha kutsal bir yerde duruyordu. İnsanlığın şiirsel evresi -ki buna kahramanlık çağı da deniyor- göz kamaştırıcı. Bilmiyorum çağdaş-modern zamanlar her şeyi çok basitleştirdiğinden, sözü de anlatıyı da sıradanlaştırdı mı? Böyle düşündüğüm oluyor bazen. Belki de eski çağlar adına, kadim sesler-ruhlar namına bir tepkidir benimki! Israrla bu dilde yazmamın nedeni bu olabilir. Ama kendimi bildim bileli bu tarza meyil ettim, bu tarza daha çok ısındım. Başarıp-başaramadığıma karar verecek olan tabi ki sizlersiniz.

 

SORU 13: Sanırım sırada Mitanniler ve en sonda da Mervaniler hakkında yazacağın destanlar var. Bunlarda da ikili anlatıyı kullanacağını tahmin etmek zor değil. Yeni kitap çalışmaların neler olacak?

                Bir de zindanda otuzuncu yılına girdin. Hapishanelerde tası-tarağı toplama vaktindesin. Sonraki kitaplarının basımını dışarıya mı bıraktın? Ne dersin?

CEVAP 13: Mitanniler’i bitirdim. “Hurri-Ari Destanı/Mitanniler” tam adı bu. Evet, orada da ikili anlatı var. Hitit’in Mitanni kökenli Kraliçesi Puduhepa’nın Başkent Hattuşaş’taki sarayında, Mitannili bir ailenin hikayesi üzerinden Mitanniler’in tarihini, komşuları olan Hitit, Asur, Mısır, Kassit ve diğerleriyle olan ilişkilerini birlikte anlatmaya çalıştım. Bir tür destan-roman gibi bir şey oldu. Mervaniler’e ise bugünlerde başlayacağım. Hazırlıklarımı tamamladım. Kısa bir süre sonra başlamayı düşünüyorum. Böylece üçlemeyi tamamlamayı düşünüyorum. Medler, Mitanniler ve Mervaniler. Başarabilirsem iyi olur.

                Mitanniler’i henüz bilgisayara dahi geçirecek birilerini bulamadım. Yayınlanması muhtemelen dışarıya kalacak. Bir dönem romanım daha var; “Kayıp Bulundu”. 1990’ları anlatıyor, orada da ikili anlatı tarzını sürdürdüm. Ama bu bir dönem romanı. Evet, bunlar artık dışarıya kaldı. Gerçi ekonomik kriz almış başını gitmiş, yayınevleri çok zor durumda, bu yüzden kitap yayınlatmak da hayli zorlaşmış, mecburen bir biçimde destek bulmak zorundayım, yoksa işimiz zor.

                Artık otuzuncu yıldayım. Otuz yıl dile kolay. Anlatsan bitmez, yazsan yetmez. Zaman aktı gitti. Zorluklarıyla, acılarıyla, sıkıntı ve dertleriyle, güzel ve güldüren hatıralarıyla tamamlanmak üzere. Bazen çıkacağıma bile inanamıyorum. Sanki hep hapishanede yaşamışım gibi. Ama umut da, hayaller de hep var. Özgürlük! Bu his bile heyecanlanmama yetiyor. Bakalım artık ne ile karşılaşacağım. Teşekkür ederim böyle bir fırsatı tanıdığın için. Kayıp Masal’ın beğenilerek okunması dileğiyle.

 

Dr. Ayhan Kavak: Röportaj için teşekkürler. Büyük bir zevkle ‘Kayıp Masal’ı okudum. Kendimce olumlu dersler çıkardım. Eline, emeğine ve zihnine sağlık diyorum.

İçeriden İçeriye Röportaj: Soruları Hazırlayan: Dr. Ayhan KAVAK

Cevaplayan: Seyit OKTAY