"Hakim karşısında kimi arkadaşlarımız işkenceden dolayı ayakta kalamayacak durumdaydı. Doğru dürüst savunmalarımızı dahi almadan tutuklayıp, cezaevine getirildik. Mahkemeden sonra bizi arabalara bindirdiler. Mahkeme için ara verilen işkenceye, mahkemeden sonra bindirildiğimiz arabalarda devam etti. Arabada her birimizin başında bir polis duruyordu. Başımıza ve boynumuza durmadan vuruyor ve bize hakaret ediyorlardı. Bacaklarımızı tekmeliyorlardı. Yorulduklarında kadın polisler erkek polisleri çağırıyorlardı. Erkek polisler bu kez daha şiddetli vurmaya başlıyorlardı."
Semra ARGIŞ, Mardin Kadın Kapalı Hapishanesi
***
Özgürlüğe susayanların acı gerçekleri
Ne kadar gecikmiş olunsa da yaşadıklarımızın hepsi gerçek.
Gül Güzel
Yıllardır yüreklerimizde biriktirdiğimiz acılar artık bütün bedenimize sirayet ediyor sessizce. Yılların eskitemediği, durduramadığı kadın eksenli mücadelemizde öyle çok acılar yaşadık ki, bazen çığlıklarımız gök gürültüsü, göz yaşlarımız gökkuşağına dönüşse de acılarımız katmerleşiyor yüreklerimizde. Başta inkarcı, sömürgeci, imhacı sistem ve uzantısı erk gerici yapılanmalar biz kadınlara karşı korkularını inkar ve şiddetle bastırmaya çalıştılar. Mesleğim ve kadın çalışmalarında yer almamdan dolayı, dinleyişten yüreğimde biriktirdiğim o kadar çok acı kadın hikayesi var ki, hangisiyle yazmaya başlayacağıma bazen karar veremiyorum. Ama bu yazımda ‘’Zindandan Mektup var’’ adlı kitabımızda yer alan Semra Argiş’in 2017 Nusaybin kuşatması sırasında yaşadıklarına ve yaşatıldıklarına dair kaleme aldığı mektubu okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Kaç kişi kendini bu yaşanmışlığın içinde görecek diye de merak ediyorum. Semra arkadaşımın mektubuna en ufak bir ekleme veya sansür uygulamadan ekliyorum. Ülkemizin karanlık yüzlerine ışık tutmak ve yaşananları unutturmamak için.
***
‘’İsmim Semra ARGİŞ. Ağırlaştırılmış müebbet ve artı 13 yıl ceza aldım.
Nusaybin’in özyönetim alanında çıkarılan 25 kişilik olan ilk grubun arasında yer alıyorum. Açılan koridorda dışarı çıktık.
İlk çıktığımızda bize ‘’iyi’’ davranıyormuş gibi yapıyorlardı. Kameralar kapatıldıktan sonra her türlü hakarete ve işkenceye maruz kaldık.
Önde çıkan erkek arkadaşlarımızı soydular daha sonra bizi de soymaya çalıştılar. Ben soyunmaya karşı çıktığımda özel hareket timleri bana karşıdan bağırarak, ‘’gel biz seni soyarız burada’’ diyorlardı.
Ve sinkavlı küfürler ediyorlardı. Tüm tehdit ve küfürlere rağmen soyunmayınca beni uzun süre yerde uzanmış olarak beklettiler. Uzun süre karşılarında öylece uzanmış bekletildikten sonra, kalkmamı ve yanlarına gitmemi istediler.
Kameralar kapandıktan sonra çıkan erkek arkadaşların çığlık seslerini işitmeye başladık. Çığlık sesleri yankılanırken, küfürler, darp sesleri de duyuluyordu.
Beni ve diğer 5 kadını bir evin dükkanına aldılar. Daha sonra özel hareket timi karargahına çevirdikleri Süleyman Bölünmez lisesine bizi götürdüler.
Yanıma getirilen kadın özel hareket timleri beni ve 5 diğer kadın arkadaşı dövmeye başlayarak, ‘’neden bunları soymamışlar’’ dediler. Erkek ve kadın özel timleri bir anda başımıza toplanıp, hakaretlerle beraber bize işkence yapmaya başlayıp, dövdüler. Hepimizin çığlıkları birbirine karışıyordu. Bir süre özel harekatçılar, yalvarana kadar darp etmeye devam etti.
Sonra yine bizi darp ede ede zırhlı araçlara bindirdiler. Ellerimiz ters kelepçeli, kafamız öne doğru eğdirilerek, araçlarla yola çıkarıldık. Nereye götürüldüğümüzü bilmeden. Araçta erkek özel harekatçı hepimizin sırayla kafasına vurmaya başladı. Durmadan vuruyordu. Bu özel harekatçı, bir kadın arkadaşımızın göğüslerini tutup, çekerek taciz etti. O sırada hepimiz duruma tepki gösterince, kadın özel harekatçı ‘’Ablası abin seni okşuyor’’ diyerek kahkaha attı. Tepkiler üzerine araçta tacizi kesip, yeniden bize vurmaya devam ettiler. Spor salonuna gidene kadar işkence devam etti.
Spor salonunda ellerimize ters kepçe ile diz üstü çöktürüldük. Bir gün boyunca kımıldatılmadan ve kıpılmamıza izin verilmeden öylece bekletildik. Sadece kameralar açıldığı zaman yerlerimizden alınarak, sandalyeye oturtuluyorduk. Kameralar karşısında kamuoyuna servis edilmek için bize meyve suyu ve su vermeye çalışıyorlardı. Biz verdiklerini almadığımızda, yanımıza bırakmaya çalışıyorlardı.
Çekimleri bitirdikten sonra bizi tekrar ters kelepçeli olarak diz üstü oturtuyorlardı. Meyve suyu almadığımız için bizi daha çok dövmeye başlıyorlardı. Bir günün sonunda spor salonunda kurulan geçici sorgu odalarında tek tek bizi sorgulamaya, sicillerimizi almaya başladılar. Her sorguya götürülenin çığlık sesini duymamak için başka şeyler düşünmeye çalışıyorduk.
Sıra bana geldiğinde, çekiştirip beni sorgu odasına aldılar. Sorgu odasında kurulan bilgisayarda bana, Nusaybin’in yıkılmış binalarını gösterdiler. Nerede kalıyorlar?, mevziler nerede?, nerede saklanıyorlar?, nerede silahlar? Gibi soruları durmadan tekrarlıyorlardı. Sorulan soruları bilmediğimi, sivil olduğumu, bir bodrumda korunmaya çalıştığımı söyleyince, üstüme geldiler. Beni, tacizle tehdit edip, sözlü ve fiziki tacizde bulundular. Erkek asker(komutan) bana iyice yaklaşarak gülüp, ‘’istersen yalnız kalabilirim seninle. Odadaki her kesi çıkarayım mı?’’ dedi. Ben ısrar ile bir şey bilmediğimi söyleyince, komutan üstüme gelmeye devam etti. Dışardan başka bir asker onu acil olarak çağırınca, sorgu odasından çıkıp, gitti. Böylece tecavüz tehditlinden kurtuldum.
Beni tekrar duvar dibine götürüp, diz üstü oturttular. Sürekli başımızda bekliyorlardı. Kımıldamamıza izin vermiyorlardı. Dizlerimiz ağrıdığında mecburen kafamızı duvara dayıyorduk. Dizimizi yere koyduğumuzda hakaret ve işkenceye maruz kalıyorduk. Ters kelepçeli halimizle geç saatte bizi hasta haneye götürdüler. Ters kelepçeli olarak doktor karşısına çıkarıldık. Kelepçeleri açtırma taleplerimize hakaretle karşılık verdiler.
Doktorlar da bu duruma sessiz kalarak, onlara destek verdi. Hepimiz gördüğümüz işkenceyi vücudumuzda taşırken, doktor yüzümüze dahi bakmadı. Hepimize darp yoktur raporu verdi. Benim yediğim darptan gözüm morarmıştı. Her yerimde ağrı sızı vardı. Doktorlara şikayetimi söylememe rağmen dönüp, yüzüme dahi bakılmadı. Gece hasta hanedeki işlemlerimizin ardından, sabahın erken saatlerinde emniyete sevk ettiler.
Emniyette de 3 gün kaldık. Emniyetin nezarethanesinde kaldığım her dakikayı hakaret ve sinkavlı küfürler ile geçiriyorduk. Bizi burada kamera karşısında soyup, çıplak arama yaptılar. Duruma tepki gösterdiğimde kadın polis ‘’aman kim ne yapsın sizin çıplak görüntülerinizi’’ dedi. Ben de buna karşılık olarak bunun yasal olmadığını, suç duyurusunda bulunacağımı söyledim. Bunun üzerine polis hemen durumu çevirip, kameraların kapalı olduğunu iddia etmeye başladı.
Emniyetteki işlemlerimizin ardından mahkemeye sevk edildik. Daha sonra avukatlarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla, emniyette bizi görmeye gelen avukatlarımız engellenmiş. Avukatıma ‘’Bunların çıktığı yerde 400- 500 şehidimiz var. Bir de sen gelip, bunları savunuyorsun, bir de bizimle tartışıyorsun’’ demişler. Böylece savunma hakkımız da alınmaya çalışıyordu. Adliyeye götürüldükten sonra tuvalet ihtiyacımızı gidermeye gittiğimizde, saçlarımızı çekip, kollarımızı arkaya doğru büküyorlardı. Duruma ‘’görevinizi yapın’’ deyip, tepki gösterdiğimde polis bana ‘’görevim aslında kafanıza sıkmak’’ dedi. Ben de o zaman görevini yap dedim. Ve sonrasında arbede yaşandı. Bu şartlar altında hakim karşısına Baro’dan gelen avukatlarla çıktık.
Hakim karşısında kimi arkadaşlarımız işkenceden dolayı ayakta kalamayacak durumdaydı. Doğru dürüst savunmalarımızı dahi almadan tutuklayıp, cezaevine getirildik. Mahkemeden sonra bizi arabalara bindirdiler. Mahkeme için ara verilen işkenceye, mahkemeden sonra bindirildiğimiz arabalarda devam etti. Arabada her birimizin başında bir polis duruyordu. Başımıza ve boynumuza durmadan vuruyor ve bize hakaret ediyorlardı. Bacaklarımızı tekmeliyorlardı. Yorulduklarında kadın polisler erkek polisleri çağırıyorlardı. Erkek polisler bu kez daha şiddetli vurmaya başlıyorlardı.
Ben cezaevine getirildikten sonra çıplak arama, işkence, hakaret ve darp için şikayetçi oldum. ‘’hangi arabada götürüldüğümüzün ya da getirildiğimiz belli değil, tespit edemedik’’ gibi komik gerekçelerle, suç duyuruma takipsizlik kararı verildi. İşkenceler altında zorla alınan ifadelere dayanak gösterilerek, hepimize hukuksuz bir şekilde Ağırlaştırılmış müebbet verildi. Ağır silahlarla her gün bombardımanın yapıldığı bir mahalleden çıktık. Üstümüze sinen barut izlerine ‘’çatışma’’ denildi. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, her yönüyle adil bir yargılama yapılmadı. Ben 12 Eylül darbesinin yıl dönümünde, ağırlaştırılmış müebbet aldım. Aradan uzun yıllar geçse de bugün, Kenan Evren’in darbeci ardılları zihniyetini devam ettiriyorlar.
Benimle birlikte açılan 25 kişinin davası sonuçlandı. Genel itibariyle hepimizin davası ayrı ayrı görüldü. Dava sürecinde Arkadaşlarımız işkence altında zorla ifade verdiklerini beyan etmelerine rağmen, Hakimler tarafından hiç bir ifade alınmadı. Yüzleşme taleplerinin hepsi ret edildi. İşkenceden kaynaklı olarak fiziki ve ruhsal sorunlar yaşayan, sağlık durumları gün geçtikçe kötüye giden arkadaşlarımız var. Kimi arkadaşların aldığımız habere göre ayakları kesilmiş durumda. Cezaevleri şartlarında tek başlarına ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Bir de sağlık konusunda tedavi olmak için sevk talepleri çoğu kez ya ret ediliyor, ya da aylarca Hasta hanelere götürülmüyor. Hasta haneye götürüldüklerinde de yüzeysel yaklaşılarak, tedavi edilmiyorlar. Yine süreçten kaynaklı bağımsızlarda bulunan arkadaşlarımız, siyasi koğuşlara geçmek için dilekçeler vermesine rağmen ‘’yer yok’’ gibi gerekçelerle zorla tarafsız(bağımsız) koğuşlarda tutuluyor.
En başından sonuna kadar yaşadıklarımı anlatmaya çalıştım. Ancak kelimelere döktüğüm bu cümlelerle birebir yaşadıklarımın izlerini hala üzerimde taşıyorum. Anlattıklarımla kısa bir şekilde sunmaya çalıştım. Sadece tüm yönleriyle insani haklara aykırı yargılama ve sorgulamadan, işkenceyle ağırlaştırılmış müebbet aldım. Yargılama sürecinde de öncesindeki işkenceler boyutuyla da yaşadıklarımız kamuoyu tarafından görülmedi ve yansıtılmadı. Sadece iktidar tekelinde olan medyanın yansıttığı ‘’iyi’’ profil gösterildi. Bugün size ulaştırmaya çalıştığım ise o ‘’iyi’’ profilin arka kamerasında yaşanılanlardır. Bunların görülmesini, sesimizin duyulmasını istiyorum. . Ne kadar gecikmiş olunsa da yaşadıklarımızın hepsi gerçek. Ben yaşadıklarımı sadece anlatıp, size ulaştırmaya çalışıyorum. Sizin de bunun üzerinde hassasiyetle duracağınızdan ve gerçeklerin sesi olacağınızdan hiç şüphem yok’’.
Sevgi ve selamlar,
Semra ARGIŞ, Mardin Zindanı, imza (Kasım 2017)
- 20 gösterim