"Başımız Sağ Olsun, Hepimizin."

 

Adil Hocam, Merhaba

               Sıkıca kucaklıyoruz. Her şeye rağmen sömürücü düzenine inat, iyi olmanızı diliyoruz. Kuşkusuz ezilen yoksul halkların yüreği bir yangın yerine döndü, döndürüldü. Bir kez daha acının öfkeye, öfkenin isyana dönüştüğü günleri hep birlikte yaşıyoruz. Kelimelerin anlamı daha bir ağır bu günlerde. O nedenle ne dense duygu ve düşünceleri güdük bırakacak bir biçare oluşun içindeyiz.

               On ilde binlerce insanımız enkazdan ve soğuktan ve aç-susuz bırakılmaktan hayatını kaybetti. En ağır hasar gören ilimiz, senin de memleketin Antakya oldu. Acılar asla yarıştırılamaz, karşılaştırılamaz. Hepimizin sol yanı kasıldı-dağlandı. Muhtemel ki akrabalarından da olanlar vardır içlerinde. Ve memleketin olması nedeniyle ayrıca bir ağırlık olmuştur-oluşturmuştur. Başımız sağ olsun, hepimizin. Halkımız enkaz altında…

               Deprem bir afet, doğal olması, doğanın bir iç kuvveti olması nedeniyle, önlenemez-kaçınılmaz olan bir afet. Fakat bunu felakete, bir kıyıma dönüştüren depremin kendisi değildir. Bilim insanları hemen her konuşmasında bu gerçekliğin altını çiziyor, üstüne basa basa vurguluyor. Deprem öldürmez.

               Herkesin bildiği gerçek bir sır değildir, olamaz da. Bilimsel olanın bilinebilir olması nedeniyle de sır olması mutlak değildir. Deprem gerçeği, tüm bilimsel verileriyle bilinendir. Bilim adamları hemen her gün yıllardır yaptıkları incelemeyi anlatıyor, yazıyor. Öyle ki her ramazanda saatlerce program yapan ilahiyatçılar dahi bunun bir kader olmadığını teslim ediyor.

               Maddi olanı hiçbir suretle kabul etmeyen düşünüş tarzı, kapitalizmin azami kâr hırsıyla bütünleştiği yerde kitlesel kıyımların gerçekleşmesi de bir o kadar kaçınılmazdır. İdealizm, kapitalizmin tüm köhnemişliğine, çürümüşlüğüne felsefi bir temel sağlar. Çok rahat bir şekilde birileri çıkıp on binlerce insanın hayatını kaybettiği, on binlercesinin yaralandığı ve yüz binlercesinin de vicdanen-ahlaken ezildiği bugünlerde “kader” diyebiliyorsa kuşkusuz bunun bir nedeni sahip olduğu bu idealist zihniyettir.

               Politik olarak bakıldığında, yozlaşmanın, insani değerlerin dibinin dibi denilebilecek bir boyuta geldiğini söylemek nesnel gerçekliği ne kadar ifade eder, duygu ve düşüncelere ne kadar tercüman olur bilemiyorum. Yaşanılanların-yaşatılanların, yaşayanlar tarafından anlatımındaki o duygusal güç en rafine politik yorumdan daha özlü bir ifade ediştir. İşte Antakyalı olan halkımızdan biri: “bizi hep cehennemle korkuttular, biz cehennemi yaşıyoruz, korkacak bir şey kalmadı.”

               Bir doğa olayını politikleştiren, doğa olayının yaşadığı coğrafyadaki toplumsal yapının niteliğidir. Deprem olgusunu da tabii olaydan çıkaran tam da budur. O nedenle ki depreme bir fay kırığı diye bakmak bilimin bir alanına hapsolmak olur. Oysa ki bilim, bütünsellik bağlamında bir olguyu diğer olgulardan bağını kopararak ele almaz…

               Ekonomi-politiği kendisine rehber edinen, kulağını Marksizme veren herhangi bir insan on ilde yaşanan felaketin ekonomik-politik analizini yapmak durumundadır. Bu bir görev değil zorunluluktur. Bu kapsamda meseleye daha ilk bakışımızda karşımıza; devlet, hükümet, siyasi iktidar çıkar. Onu da eşelediğimizde kapitalist-emperyalist sistemin kendisine ulaşırız.

               Ulaştığımız bu sonuç, meselenin salt AKP ile onun deveyi hamuduyla götüren “kaymak” tabakası olmadığını söyler bize. İlk iki gün devlet, hükümet, siyasi iktidar yoktu on ilde. Halkımızın feryadı asılı kaldı boşlukta. Peki, ilk iki gün devlet her yere yetişseydi sorun çözülmüş mü olacaktı? Evet, belki acılara yenisi eklenmeyecekti, belki daha az kayıp olacaktı. Ama yaşanılanın nesnelliğinde hiçbir değişim olmayacaktı. Çünkü evleri yıkan, enkaz oluşturan, üç plakanın birleştiği, 300 km uzunluktaki fay kırığı, 500 yıldır biriken enerji, 1,5 dakika süren sarsıntı değil. Evleri emekçi halkımızın başına yıkıp enkaz dağları oluşturan, kapitalist sistemin azami kâr hırsı değil de nedir? AKP bu sistemin bir kurumu (üst yapı) olarak siyasi ve bürokrasi ayağıyla enkaz yığınının tabi ki de birinci dereceden sorumlusudur. Ama AKP buzdağının görünen kısmıdır. Hatırlanmalı ki Titanik Gemisi’ni de batıran, buz dağının görünen kısmı değildi.

               Deprem, üst yapının, yani devletin, AKP iktidarının her yönüyle çürümüşlüğünü de açığa çıkardı. Rüşvet, yolsuzluk, imar affı, depreme her yönden hazırlıksızlık, kurtarma kurumlarının kurutma kurumlarına dönüşmesinin ötesinde bir çürümedir bahse konu olan. “Su istiyoruz, su” diye bağıran bir Belediye Başkanı’nın feryadı, ezilen yoksul halkın aç-susuz bırakılmasının da ötesine geçen bir çürümeye şahit oldu tarih. Bu bizler açısından şaşırtıcı olmadı, geniş kitleler açısından, en “geri” diye tabir edeceğimiz kesimler açısından bile bariz bir şekilde görünen bir çürümeyi yazdı tarih. On ilde insan hayatı hiçe sayıldı. Ölüme terk edildi…

               “Deprem siyasetin bir sonucu değil ama depremin siyasi sonuçları olacak” diyordu bir konuşmacı. Her deprem siyasi bir enkaz yaratmayabilir, fakat bu depremin siyasi enkazı olacak ve siyasi iktidar bunun ağır faturasını ödeyecek. Daha depremin haftasında bu enkazdan nasıl çıkarım diye kafa patlatan (yoksul halkı enkazdan nasıl çıkarırım diye değil), defter tutan zihniyet, ezilen yoksul halkımızın 20 yıldır tuttuğu defterden bihaber kendisine bir çıkış arayabilir. Bu onun sınıfsal karakteridir. Tarih, halkın öfkesinin maddi güce dönüştüğünde, bu öfkeden kurtulanı daha yazmadı…

Selamlar ve sevgiler bizden.

Umutla ve Dirençle.

14.02.2023

Tayyar EROĞLU

2 Nolu F Tipi Hapishane

TEKİRDAĞ