BU FOTOĞRAFA İYİ BAKIN*
Son yıllarda beni en çok etkileyen fotoğraflardan biri bu. Tabi böyle bir giriş yapınca akla hemen “Sanat için fotoğrafi” gelebilir. Fotoğrafla uğraşan arkadaşlar gayri ihtiyari “Altın oran, perspektif, derinlik…” v.s. diye kafa yormaya başlayacaklardır.
İkinci olarak bazı okuyucular - izleyiciler, “yazar bu fotoğrafa dikkat çekerek bize bir ipucu veriyor, sıradan bir fotoğraf karesi olsa hakkında bir sayfa yazmazdı” diye düşünüp, “Kavram sanat”ı zorlayacaktır.
Hayır hayır bunları geçiniz. Bu fotoğraf bir zanaatkâr tarafından çekilmiştir, bir sanatçı tarafından değil. Kurgu, kolaj değildir, üzerinde grafik çalışması yapılmamıştır. Fotoğrafta görülen kadınlar arasında klasik anlamda “meşhur” kimse yoktur. İçlerinde dizi film kahramanı ya da tanınmış model aramak beyhudedir.
Şimdi bu ilk bilgiler ışığında fotoğraftaki yüzlere iyi bakınız. Fotoğrafı 90 derece çevirip yeniden bakınız. Bir 90 derece daha çeviriniz, yeniden bakınız ve 360 dereceyi tamamlayınca kadar devam ediniz. Yüzlerdeki; gözlerde ve gülümsemelerdeki derinliği fark ediniz, bir boyuttan, diğer boyuta geçmeyi deneyiniz.
Fark ettiniz mi: O yüzler birer sanat eseri gibi “biricik”. Yani eşi benzeri yok.
O yüzleri “biricik” kılan nedir biliyor musunuz:
‘Hüzün, öfke ve umut’un aynı anda, aynı kareye yansıması…
Hani bahar yağmurlarını takiben güneş gizlendiği yerden çıkar, nanik yapar ya izleyenlere… Bazen yağmur, dolu, güneş ve nihayetinde gökkuşağının belirmesi hayran bırakır ya bizleri. Ressamın fırçalarına, şairin mısralarına bitmeyen ilham kaynağı olur ya mevsimlerin geçişi. İşte bu fotoğraf karesindeki her bir kadının bakışı, başka bir baharı çağrıştırıyor bana.
Vivaldi’nin Dört Mevsim Konçertosu’ndan sonbaharı dinleyerek bakın bu kareye. Ya da kışın ardından gelen ilkbaharın doğum sancısını hissederek. Veya Van Gogh’un Ayçiçeği tarlaları’nı, Picasso’nun kübik Güvernica’sını, Oruçoğlu’nun sürrealist tablolarını, Luis Aragon’un Elsa’ya mısralarını, Lorca’nın şarkılarını, Neruda’nın isyanını düşünün, düşleyin bu kareye bakarken… Yine aynı sonuca çıkacaksınız: “Hüzün, öfke ve umut. “
Hepsi bir arada olur mu? Olur elbette.
Burada, bu fotoğraf karesinde yaralı bir ülkenin nabız atışları duyuluyor.
Bu karede, bir ülkenin kaybedilmiş yılları yatıyor.
Bu karede, kırk yıllık betonun, rutubetin, demir parmaklıkların, yasakların yok edemediği sevdanın ışığı yanıyor.
Bu kareye giren kadınlar, heybelerine “umut ve sevgi” doldurup henüz 18 - 20 yaşlarında iken “özgürlük” düşüyle çıkmışlar yola. Sonra esir düşmüşler. Kapatılmışlar dört duvar arasına. Yıllar yılları kovalamış, zindanlar eskimiş, onların yüz çizgileri belirginleşmiş, saçlarına ak düşmüş. Yaralanmışlar, örselenmişler, hastalanmışlar ama eğilmemişler… Öfke ve umudu beraber büyütmüşler içeride. O hapishaneden bu hapishaneye sürgün edilmişler. Daha önce gitmedikleri kentleri, sürgün esnasında ring aracının küçücük penceresinden görmüşler. Onlar içerideyken kaç gardiyan, kaç “cezaevi okuma komisyonu üyesi”, “kaç işkenceci” emekli olmuş, kaç hükümet gitmiş, kaç hükümet gelmiş, kaç bin mektup almışlar, kaç bin mektup yazmışlar sevdiklerine. Kaç yıl tecritte kalmışlar. Koğuş sisteminden F tiplerine geçişi yaşamışlar, “Barış süreci” denmiş, af söylentisi olmuş umutlanmışlar…
Ama heyhat umutlar hep boşa çıkmış.
İşte bu fotoğrafı koğuş arkadaşlarıyla beraber çektirip bana yollayan Aynur Epli, tam 19 yıldır zindanda. Bir de not düşmüş fotoğrafın arkasına:
“OHAL nedeniyle toplu fotoğraf çektirmemiz de yasaklandı. Bu son toplu fotoğrafımız. İnanılmaz yeni yasaklarla geliyorlar kapımıza. Resim yapmamız engelleniyor. Renkler yasaklanıyor, mektuplarımız kayboluyor, kitap ve dergiler yasaklanıyor…”
Bir başka kadın tutsak Zeynep Avcı, ek yapıyor Aynur’a: “Kantinden dün aldığımız ürünler ertesi gün “yasak” denilerek aramalarda toplanıyor…”, sonra Selvi Kalen alıyor sözü: “Velhasıl Picasso’nun Güvernica’sı betimler ancak yaşadıklarımızı. Ya da sen Adil hocam, sen duyurursun sesimizi. Bizi unutmaya başlayan dışarıya.”
Bu fotoğrafa iyi bakın. Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’nden (ve diğer zindanlardan) gelen sesleri dinleyin. Bu sesleri betimleyin, tuvallere aktarın, besteleyin, yontun, oynayın. Sonra yarattıklarınızı onlarla paylaşın.
Sanatçılar sözüm evvela sizedir: Başta size dokunmalıdır bu fotoğraftan dışarı taşan ses… Bu enerji huzmesi… Hüzün, Öfke ve Umut…
Bana dokunduğu gibi…
*Sancı, Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, s.12, Mart – Nisan 2017.
- 9 gösterim