Elazığ Kadın Hapishanesinden Gelen Mektup: "Fotoğrafın arkasında ‘Rahmetli’ yazısını gördüm."

Son başlatılan açlık grevleriyle ilgili olarak Bolu F  Tipi hapishanesinde kalan dayımla yaptığım telefon görüşmesi konuşmalarımda sözde “örgütsel talimat alıp verme” suçu işlemiş olduğuma idarece kanaat getirildi ve bu gerekçe ile bir yıllık iletişim cezası aldım.

BERİTAN ANAHTAR KADIN KAPALI C.İ.K ELAZIĞ

27.01.2021

Merhaba Adil Abi

            21.01.2021 tarihinde “Korona Günlerinde Mahpusluk” adlı çalışmanız elime ulaştı. Ne zaman ve kim tarafından gönderildiği bilinmeyen; fakat değerli bir yeni yıl hediyesi. Defalarca sormama rağmen herhangi bir bilgi tarafıma verilmemiş olsa da aklıma ilk gelen doğal olarak siz oldunuz. Sizlerin bu çalışmalarınızı gördükçe ve bu çalışmaların tümünün biz tutsaklara adanmışlığına şahit oldukça, onca olumsuzluğa rağmen direncimiz artıyor ve edindiğimiz amaçların bazı bedeller ödemeye değdiği inancı yaşam enerjimizi katbekat arttırıyor. Sizin sayenizde birbirimizden haberimiz olmayan birçok tutsak ile bir araya gelip değerli paylaşımlarda bulunuyoruz. Bu paylaşımlar ile bir nebze de olsa yükümüz hafifliyor. Bu zor süreçte yanımızda olduğunuz için, sesimizi dışarı duyurduğunuz için size ve emeği geçen tüm çalışma arkadaşlarınıza içtenlik ile teşekkür ediyorum. Yaklaşık bir buçuk aydan sonra ilk kez mektup yazıyorum. Çünkü son başlatılan açlık grevleriyle ilgili olarak Bolu F  Tipi hapishanesinde kalan dayımla yaptığım telefon görüşmesi konuşmalarımda sözde “örgütsel talimat alıp verme” suçu işlemiş olduğuma idarece kanaat getirildi ve bu gerekçe ile bir yıllık iletişim cezası aldım. 3 Aralık’tan itibaren telefon görüşlerine çıkamıyor, mektuplarımı alamıyordum. Şunu da not düşeyim; bu ceza idarenin verdiği bir “idari yaptırım” imiş! Aslında mektup yasağının uygulanmaması gerektiğini biliyordum, fakat bu konudaki itirazımı belirtmiş olsam da bir netlik kurulamamış ve yaptırım süresinin başlangıcında mektuplarım engellenmişti. 5-6 hafta sonrasında ise mektup yasağının bu kapsamda olmadığı belirtilerek bu engel kaldırıldı.

            Bu vesile ile mektuplarımı cevaplamaya size teşekkür ederek başlamak istedim. Telefon görüş yasağına dair itirazlarım sonuç vermezse 03.12.2021 tarihine kadar ailemle görüşeceğim. Yapılan son infaz düzenlemesi ile cezaevi idarelerine verilen sınırsız yetkilerden doğru aldığım hediye bu oldu. Aynı zamanda genel toplam açısından da bu hediyeyi hak eden ilk kişi oldum. Pandemi sürecinde önlem adı altında yapılan kısıtlamaları düşününce bu duruma şaşıramıyoruz. Normalde telefon görüşlerinin 20 dakikasından 10 dakikası ziyaretçi görüşlerimiz kısıtlandığı için bize tanınmış bir haktı, ama aldığım ceza o hakkımın da engellenmesine sebep oldu. Ailem bir kere sesimi duyabilmek için Amed’den pandemi riskine rağmen ziyaretime gelmek zorunda kaldı. Oysaki ekonomik koşullarından dolayı ziyaretime gelme olanakları oldukça sınırlıydı. Bu durumda kim bilir bir dahaki görüşümü kaç ay sonra yapabileceğim. Ama asıl mesele ziyaretçi görüşü, telefon görüşü değil. Asıl mesele ölüm acısını bile paylaşamayacak duruma getirilmiş olmamızdır.

            Gönderdiğiniz çalışma, bana ulaşmadan bir hafta öne beni derinden sarsan bir haber almıştım, sizinle paylaşmak istiyorum.

            Biz altı kardeş uzun yıllar babaannemle birlikte yaşadık. Babam hapishaneye girdiğinde 4, annem özgürlük yolculuğuna çıktığında ise 6-7 yaşlarındaydım. Babam hapishaneye girdiğinde onun yokluğunu anlamlandıramayacak kadar küçüktüm, fakat annem gittiğinde ona en çok ihtiyaç duyduğum yaştaydım. “Zaman alıştırmaz uyuşturur” diyen boşuna dememiş, çünkü ben ve kardeşlerim zamanla bunu da kanıksamıştık. “Yaşadığımız coğrafyanın kaderi işte budur” diyesim geliyor bazen. Aklıma “coğrafya kaderdir” denilerek yıllardır öldürülen insanlarımız geliyor. Bunların hiçbiri kader değil; yaşanılan gerçekliklerdir ve muktedirlerin kararlarıyla yapılmıştır, halkların mücadelesiyle değiştirilebilir.

            Hikayeme devam edeyim; ben ve kardeşlerim annemin de gidişinden sonra aile büyüklerimizden kaynaklı Mersin-Amed arasında bir süre mekik dokuduk. Bizi paylaşamadıklarından mı, yoksa bizi kabullenemediklerinden mi bu durumu yaşamıştık, hala kestiremiyorum. Sanırım aklımız ermediğinden ne istediğimizi soran da yoktu. Sonra ne oldu ne bitti bilmiyorum, iki ablam ve ben kendimizi YİBO’da bulduk. Üçümüz de ilkokul öğrencisiydik ve benim ilk yılımdı. En büyük ablam (12) ve iki kardeşim de (onlar da 2 ve 5 yaş arasıydılar) babaannemin yanına gönderilmişti. Bizse YİBO’daki şartları kaldıramayacak kadar küçüktük. Daha sonra babamın durumunun da etkisiyle babaannemin yüreği kaldıramadığı için bizi yanına aldı ve 6 kardeş uzun bir aradan sonra beraber yaşamaya başlamıştık. Üç aylık maaşıyla kıt kanaat bize baktı. Boy boy altı çocuğa bakmak yaşlı ve yalnız bir insan için oldukça zordu; ama gücü yettiğince bize iyi baktı ve babam hapishaneden çıkana kadar anne-baba yokluğu yaşatmadı. Hayal meyal hatırlıyorum, bir keresinde babaannem çantasında çikolatalarla YİBO’ya, ziyaretimize gelmişti. O gün ne kadar mutlu olduğumuzu hiç unutmuyorum. Ayrıldığımızda babaannemin gözleri dolu doluydu, ben de doyasıya ağlamıştım. Halbuki çocukluğumun anıları pek kalmamıştır aklımda. Ve tüm kardeşler onun yanına yerleştikten sonraki anılarımız var unutmadığım. Köy yaşamını bilmeyen yoktur; kışın yaşanan elektrik sıkıntısını da… Ama bizim için o vakitlerde evde şenlik başlardı. Akşam babaannem odun sobası yakardı, toplardı bizi etrafına; kendi elleriyle hazırladığı meyveleri bize yedirirdi. Sobanın üstünde yandıkça odayı saran portakal kabuklarının kokusu hala burnumdadır. Ve “yêk hebû yêk tûne bû, ji xwedê mestir kesek tûne bû” ile başlardı xebroşk (masal) anlatmaya.

            Bu anlattıklarından hatırladığım yalnızca bir tanesidir. O zamanlar kulak vermezdim ama şimdi yakınır dururum dinlemediğim xebroşk’lar için. Bundan kısa bir süre önce çölde sıcaktan kavrulan birinin suya duyduğu ihtiyaç gibi bir duyguyla xebroşk dinlemeye susamıştım. Aynı odada kaldığım Seher anne ricamı ikiletmedi ve başladı xebroşk anlatmaya. İçimde saklı tuttuğum çocuksu yanım bayram ediyordu adeta. Ama kısa bir süre sonra haberini alacağım xebroşk anlatıcım; babaannem yoktu artık. Onun xebroşk’ları ile büyüdüm ben, anadilimi bana o öğretti. Bu gün kendi özdilimi konuşuyor ve yazıyorsam bunu babaannemin anlattığı xebroşk’lara ve kendisine borçluyum.

            Gönderdiğiniz son çalışmanız, babaannemin ölüm haberini aldığım hafta bana ulaştı. O acı hala yüreğimde; sıcacık, yakıp duruyor. Oysaki ben yeni haberdar olsam da iki yıl üç ay olmuş onu kaybedeli. Yaşı 80’i bulmuş muydu bilmiyorum, ama yaşadıkları bir asrın çok ötesindeydi. Birçok gitmelere tanıklık etmişti, bu yüzden de gözü yolda, dönecekleri bekliyordu. Son arzusu ise beni görmekti. Benim de öyle… Onu son kez görmek; sarılmak, başımı dizine koyup öylece kalmak… Haberi almadan bir gün önce başımı yastığa koyduğumda, çıkınca ona sarılarak uyumayı ve yine o tatlı sesinden xebroşk dinlemeyi hayal ederek uykuya dalmıştım.  O akşamın ertesinde, arkadaşlarımla sigara içerken öldüğünden habersiz babaannemin beni son kez görmek istediğinden bahsediyordum. Beş dakika sonra kapı açıldı ve gelen mektupların içerisinde beraber çektirdiğimiz fotoğrafın arkasında ‘Rahmetli’ yazısını gördüm. O anı nasıl anlatmalı bilmiyorum. Hasret bu kadar doruklaşmışken, her anımda onu anarken o haberi almaya hiç hazır değildim; buna ihtimal dahi vermekten kaçınırdım. Kardeşlerim bu yitirişin bendeki etkisini bildikleri için 2 yıl 3 ay durumu benden gizlemişler. Ne hasta olduğunu bilmek, ne de acı çektiğini bilmek ölüm acısını hafifletmiyor. Onun için kurtuluş olduğunu bilmek bile… Bunları bildiğim halde yaşamasını bilmem bencilliktir belki, ama yine de ölümü yakıştıramıyor insan sevdiklerine. Böyle güzel insanlar ölümsüz olmalıydı diyorum. Benimki bir anda hem annemi hem babamı kaybetmek gibi oldu. İşte beni en çok üzen son anında yanında olamamam, onu uğurlayamamam oldu. Ve bu acıyı kardeşlerimle paylaşamamam oldu. Telefon görüşü için yaptığım talep ise ölüm raporları olmadığı ve ölümü güncel olmadığı için reddedildi. Ne yazık ki, vicdanları kinden bir zırha bürünmüş; bu yüzden insani olan o zırhı aşıp yüreklerine dokunamıyor. İnsanı acıtan da budur.

            Size bu mektubu teşekkür etmek için yazmaya başlamıştım ama yaşadığım bu duygu yoğunluğu yazmak istediklerimin önüne geçti. Paylaşmaksa çok iyi geldi. Mümkün oldukça kısa yazmaya çalışsam da söz konusu babaannem olunca benim için zor oldu. Böylelikle babaannemin anısına yönelik bir paylaşımda bulunmuş oldum. Bundan sonrası için temennim hiçbir tutsak böyle bir acı yaşamasın.

            Güzel günleri beraber karşılayabilmemiz için kendinize çok iyi bakın.

            Sevgi ve selamlarımla.

BERİTAN ANAHTAR

KADIN KAPALI C.İ.K

ELAZIĞ

Son başlatılan açlık grevleriyle ilgili olarak Bolu F  Tipi hapishanesinde kalan dayımla yaptığım telefon görüşmesi konuşmalarımda sözde “örgütsel talimat alıp verme” suçu işlemiş olduğuma idarece kanaat getirildi ve bu gerekçe ile bir yıllık iletişim cezası aldım.

BERİTAN ANAHTAR KADIN KAPALI C.İ.K ELAZIĞ

 

27.01.2021

Merhaba Adil Abi

            21.01.2021 tarihinde “Korona Günlerinde Mahpusluk” adlı çalışmanız elime ulaştı. Ne zaman ve kim tarafından gönderildiği bilinmeyen; fakat değerli bir yeni yıl hediyesi. Defalarca sormama rağmen herhangi bir bilgi tarafıma verilmemiş olsa da aklıma ilk gelen doğal olarak siz oldunuz. Sizlerin bu çalışmalarınızı gördükçe ve bu çalışmaların tümünün biz tutsaklara adanmışlığına şahit oldukça, onca olumsuzluğa rağmen direncimiz artıyor ve edindiğimiz amaçların bazı bedeller ödemeye değdiği inancı yaşam enerjimizi katbekat arttırıyor. Sizin sayenizde birbirimizden haberimiz olmayan birçok tutsak ile bir araya gelip değerli paylaşımlarda bulunuyoruz. Bu paylaşımlar ile bir nebze de olsa yükümüz hafifliyor. Bu zor süreçte yanımızda olduğunuz için, sesimizi dışarı duyurduğunuz için size ve emeği geçen tüm çalışma arkadaşlarınıza içtenlik ile teşekkür ediyorum. Yaklaşık bir buçuk aydan sonra ilk kez mektup yazıyorum. Çünkü son başlatılan açlık grevleriyle ilgili olarak Bolu F  Tipi hapishanesinde kalan dayımla yaptığım telefon görüşmesi konuşmalarımda sözde “örgütsel talimat alıp verme” suçu işlemiş olduğuma idarece kanaat getirildi ve bu gerekçe ile bir yıllık iletişim cezası aldım. 3 Aralık’tan itibaren telefon görüşlerine çıkamıyor, mektuplarımı alamıyordum. Şunu da not düşeyim; bu ceza idarenin verdiği bir “idari yaptırım” imiş! Aslında mektup yasağının uygulanmaması gerektiğini biliyordum, fakat bu konudaki itirazımı belirtmiş olsam da bir netlik kurulamamış ve yaptırım süresinin başlangıcında mektuplarım engellenmişti. 5-6 hafta sonrasında ise mektup yasağının bu kapsamda olmadığı belirtilerek bu engel kaldırıldı.

            Bu vesile ile mektuplarımı cevaplamaya size teşekkür ederek başlamak istedim. Telefon görüş yasağına dair itirazlarım sonuç vermezse 03.12.2021 tarihine kadar ailemle görüşeceğim. Yapılan son infaz düzenlemesi ile cezaevi idarelerine verilen sınırsız yetkilerden doğru aldığım hediye bu oldu. Aynı zamanda genel toplam açısından da bu hediyeyi hak eden ilk kişi oldum. Pandemi sürecinde önlem adı altında yapılan kısıtlamaları düşününce bu duruma şaşıramıyoruz. Normalde telefon görüşlerinin 20 dakikasından 10 dakikası ziyaretçi görüşlerimiz kısıtlandığı için bize tanınmış bir haktı, ama aldığım ceza o hakkımın da engellenmesine sebep oldu. Ailem bir kere sesimi duyabilmek için Amed’den pandemi riskine rağmen ziyaretime gelmek zorunda kaldı. Oysaki ekonomik koşullarından dolayı ziyaretime gelme olanakları oldukça sınırlıydı. Bu durumda kim bilir bir dahaki görüşümü kaç ay sonra yapabileceğim. Ama asıl mesele ziyaretçi görüşü, telefon görüşü değil. Asıl mesele ölüm acısını bile paylaşamayacak duruma getirilmiş olmamızdır.

            Gönderdiğiniz çalışma, bana ulaşmadan bir hafta öne beni derinden sarsan bir haber almıştım, sizinle paylaşmak istiyorum.

            Biz altı kardeş uzun yıllar babaannemle birlikte yaşadık. Babam hapishaneye girdiğinde 4, annem özgürlük yolculuğuna çıktığında ise 6-7 yaşlarındaydım. Babam hapishaneye girdiğinde onun yokluğunu anlamlandıramayacak kadar küçüktüm, fakat annem gittiğinde ona en çok ihtiyaç duyduğum yaştaydım. “Zaman alıştırmaz uyuşturur” diyen boşuna dememiş, çünkü ben ve kardeşlerim zamanla bunu da kanıksamıştık. “Yaşadığımız coğrafyanın kaderi işte budur” diyesim geliyor bazen. Aklıma “coğrafya kaderdir” denilerek yıllardır öldürülen insanlarımız geliyor. Bunların hiçbiri kader değil; yaşanılan gerçekliklerdir ve muktedirlerin kararlarıyla yapılmıştır, halkların mücadelesiyle değiştirilebilir.

            Hikayeme devam edeyim; ben ve kardeşlerim annemin de gidişinden sonra aile büyüklerimizden kaynaklı Mersin-Amed arasında bir süre mekik dokuduk. Bizi paylaşamadıklarından mı, yoksa bizi kabullenemediklerinden mi bu durumu yaşamıştık, hala kestiremiyorum. Sanırım aklımız ermediğinden ne istediğimizi soran da yoktu. Sonra ne oldu ne bitti bilmiyorum, iki ablam ve ben kendimizi YİBO’da bulduk. Üçümüz de ilkokul öğrencisiydik ve benim ilk yılımdı. En büyük ablam (12) ve iki kardeşim de (onlar da 2 ve 5 yaş arasıydılar) babaannemin yanına gönderilmişti. Bizse YİBO’daki şartları kaldıramayacak kadar küçüktük. Daha sonra babamın durumunun da etkisiyle babaannemin yüreği kaldıramadığı için bizi yanına aldı ve 6 kardeş uzun bir aradan sonra beraber yaşamaya başlamıştık. Üç aylık maaşıyla kıt kanaat bize baktı. Boy boy altı çocuğa bakmak yaşlı ve yalnız bir insan için oldukça zordu; ama gücü yettiğince bize iyi baktı ve babam hapishaneden çıkana kadar anne-baba yokluğu yaşatmadı. Hayal meyal hatırlıyorum, bir keresinde babaannem çantasında çikolatalarla YİBO’ya, ziyaretimize gelmişti. O gün ne kadar mutlu olduğumuzu hiç unutmuyorum. Ayrıldığımızda babaannemin gözleri dolu doluydu, ben de doyasıya ağlamıştım. Halbuki çocukluğumun anıları pek kalmamıştır aklımda. Ve tüm kardeşler onun yanına yerleştikten sonraki anılarımız var unutmadığım. Köy yaşamını bilmeyen yoktur; kışın yaşanan elektrik sıkıntısını da… Ama bizim için o vakitlerde evde şenlik başlardı. Akşam babaannem odun sobası yakardı, toplardı bizi etrafına; kendi elleriyle hazırladığı meyveleri bize yedirirdi. Sobanın üstünde yandıkça odayı saran portakal kabuklarının kokusu hala burnumdadır. Ve “yêk hebû yêk tûne bû, ji xwedê mestir kesek tûne bû” ile başlardı xebroşk (masal) anlatmaya.

            Bu anlattıklarından hatırladığım yalnızca bir tanesidir. O zamanlar kulak vermezdim ama şimdi yakınır dururum dinlemediğim xebroşk’lar için. Bundan kısa bir süre önce çölde sıcaktan kavrulan birinin suya duyduğu ihtiyaç gibi bir duyguyla xebroşk dinlemeye susamıştım. Aynı odada kaldığım Seher anne ricamı ikiletmedi ve başladı xebroşk anlatmaya. İçimde saklı tuttuğum çocuksu yanım bayram ediyordu adeta. Ama kısa bir süre sonra haberini alacağım xebroşk anlatıcım; babaannem yoktu artık. Onun xebroşk’ları ile büyüdüm ben, anadilimi bana o öğretti. Bu gün kendi özdilimi konuşuyor ve yazıyorsam bunu babaannemin anlattığı xebroşk’lara ve kendisine borçluyum.

            Gönderdiğiniz son çalışmanız, babaannemin ölüm haberini aldığım hafta bana ulaştı. O acı hala yüreğimde; sıcacık, yakıp duruyor. Oysaki ben yeni haberdar olsam da iki yıl üç ay olmuş onu kaybedeli. Yaşı 80’i bulmuş muydu bilmiyorum, ama yaşadıkları bir asrın çok ötesindeydi. Birçok gitmelere tanıklık etmişti, bu yüzden de gözü yolda, dönecekleri bekliyordu. Son arzusu ise beni görmekti. Benim de öyle… Onu son kez görmek; sarılmak, başımı dizine koyup öylece kalmak… Haberi almadan bir gün önce başımı yastığa koyduğumda, çıkınca ona sarılarak uyumayı ve yine o tatlı sesinden xebroşk dinlemeyi hayal ederek uykuya dalmıştım.  O akşamın ertesinde, arkadaşlarımla sigara içerken öldüğünden habersiz babaannemin beni son kez görmek istediğinden bahsediyordum. Beş dakika sonra kapı açıldı ve gelen mektupların içerisinde beraber çektirdiğimiz fotoğrafın arkasında ‘Rahmetli’ yazısını gördüm. O anı nasıl anlatmalı bilmiyorum. Hasret bu kadar doruklaşmışken, her anımda onu anarken o haberi almaya hiç hazır değildim; buna ihtimal dahi vermekten kaçınırdım. Kardeşlerim bu yitirişin bendeki etkisini bildikleri için 2 yıl 3 ay durumu benden gizlemişler. Ne hasta olduğunu bilmek, ne de acı çektiğini bilmek ölüm acısını hafifletmiyor. Onun için kurtuluş olduğunu bilmek bile… Bunları bildiğim halde yaşamasını bilmem bencilliktir belki, ama yine de ölümü yakıştıramıyor insan sevdiklerine. Böyle güzel insanlar ölümsüz olmalıydı diyorum. Benimki bir anda hem annemi hem babamı kaybetmek gibi oldu. İşte beni en çok üzen son anında yanında olamamam, onu uğurlayamamam oldu. Ve bu acıyı kardeşlerimle paylaşamamam oldu. Telefon görüşü için yaptığım talep ise ölüm raporları olmadığı ve ölümü güncel olmadığı için reddedildi. Ne yazık ki, vicdanları kinden bir zırha bürünmüş; bu yüzden insani olan o zırhı aşıp yüreklerine dokunamıyor. İnsanı acıtan da budur.

            Size bu mektubu teşekkür etmek için yazmaya başlamıştım ama yaşadığım bu duygu yoğunluğu yazmak istediklerimin önüne geçti. Paylaşmaksa çok iyi geldi. Mümkün oldukça kısa yazmaya çalışsam da söz konusu babaannem olunca benim için zor oldu. Böylelikle babaannemin anısına yönelik bir paylaşımda bulunmuş oldum. Bundan sonrası için temennim hiçbir tutsak böyle bir acı yaşamasın.

            Güzel günleri beraber karşılayabilmemiz için kendinize çok iyi bakın.

            Sevgi ve selamlarımla.

BERİTAN ANAHTAR

KADIN KAPALI C.İ.K

ELAZIĞ