"Mücadele insanları olarak bildiğimiz doğrular üzerinde yürüyoruz, Onlar saklanıyorlar, kaçıyorlar"

Merhaba Adil Arkadaş, Dost;

Kartından sonra gönderdiğin kitapların da ulaştı. Çok teşekkürler. Eşine de kardeşçe sevgiler.

Kartında belirttiğin gibi yaşıtız. Kitaplarındaki kısa yaşam anlatısına baktığımda aynı dönemde Adana Cezaevi'nde bulunduk ve sanırım aynı firar içinde gittik. Sen hangi koğuştaydın doğrusu çıkaramadım. Ben birinci kısım üçüncü koğuştaydım. Bizim üzerimizdeki koğuşta Dev-Yol, karşımızdaki iki koğuşta ise farklı gruplardan çok sayıda kişi vardı. Koğuşlar tıka basa doluydu. Koridorlarda insanlar yatıyordu. Bir de sürekli gruplar halinde tutuklama, gruplar halinde tahliyeler oluyordu. O kalabalıkta insan çoğu zaman kendi arkadaşlarının ismini dahi öğrenemeden tahliye olmuş oluyordu. O dönemde cezaevinde yaşanan karmaşa da eklendi mi gerisine söz kalmıyor. O tarihsel dönemi birlikte yaşamışız, gerisini anlatmak da abes olur.

Senden kitap gelmeden “Deli Dalgalar” dan senin “Eylül Kokusu” gelmişti. Ön bilgiyi okuyunca, yollarımız aynı noktada kesişmiş ama kişi olarak biribirimizi tanımadığımızı gördüm. NE diyelim? Zindanın kalabalık kabusu, curcunası içinde tanışamamışız. Bugün 30 küsür yıl sonra yine zindan karabasanı altında tanışmış oluyoruz. Bu tanışmada o günden bu yana benim yaşadığım hukuksuzluğun basında genişçe yankılanması üzerine senin gösterdiğin insani ve devrimci duyarlılık üzerinden gerçekleşti.

Sevgili Okay, üç kitabını inceledim. Eylül Kokusu, Yirmibeşinci Saat ve Konuşan Resimler. Bu üç kitabın ortak noktası: karanlığa ışık tutmak üzerine kurulmuş. Gerçek yaşamı, yakın tarihi dilin süzgecinden geçirerek, ironik halde, geleceğe bırakmışsın. Bizlerin yaşadığı zulüm halini şiirlerinde tarihe mal etmişsin. Eline, yüreğine, beynine sağlık. Başka ne denir ki?

Bu arada M. Şehmus Güzel, Adil Okay ile Geçerken kitabını da daha önce bir karıştırdım. Okumaya başladım. Daha kitabın başında olmama rağmen Hatay'daki devrimcilerin yaşadığı zulümlerle karşılaştım. Komünist Yalçın ve Mustafa Kuseyri'nin devletin kontra saldırısında ölümlerini ve Yusuf Esen'in ölümden kaçışını öğrendim. Çıkarsamam: Mustafa, Murat Kuseyri'nin akrabası mı? Ne fark eder bütün devrimciler aynı acıların süzgecinden geçerek karanlığı yırta yırta hayata tutunmaya çalışıyorlar. Fakat, o süreç, o kadar netametli ve karanlık ki, karanlığın sultanları hayli fazla. Bugün önümüze sadece gölgeleri serilen iki yaşlı general var. Generalleri aslına dahi ulaşılmadan bir yargılama tiyatrosu oynanıyor. Buna da darbelerle hesaplaşma deniyor. Generaller hastane odalarında öyle korumada son demlerinin keyfini çıkararak kendi hallerinde doğal ömürlerini tamamlayacaklar. Yaptıkları vahşetin hesabını halka vermeden gidecekler. Astıkları da, “besledikleri de” çektikleri acılarla anılmaya devam edecekler. Tarih denen iki yüzlü görüntüde ezilenlerin çektiği acılar ile sermayenin vurgunu arkalı önlü duruyor. Sermaye dün yaptığını bugün de yapmaya devam ediyor. Hepsi bu.

Yazıyı bitirmeden son durumu da hatırlatayım: 09-07-2012 tarihli yargıtayın bozma kararı ki 4 ayda yerel mahkemeye bir türlü ulaşmadı. Sanırım bundan güzel keyfi hukuk uygulanmaz. Yanlışlarını ancak 10 yılda kamuoyunun baskısıyla kabul ettiler. Onu da, ballandıra ballandıra, sürece yayarak, keyfini çıkararak, geleceğe havale ediyorlar. Gelecek ne zaman o belli değil.

Başta yaşıtız dedim ama aramızda dört yaş fark var. Ben 1953, sen ise 1957! Ama, aynı dönemin insanıyız. Aynı süreçleri yaşadık. Buna rağmen durum ortada. Yine bizler aynı şekilde mücadele insanları olarak bildiğimiz doğrular üzerinde yürüyoruz. Onlar saklanıyorlar, kaçıyorlar.

Güzel günlerde buluşmak dileğiyle seni ve bütün aileni sevgiyle selamlıyorum. Esenlikler diliyorum. Bayramınız kutlu olsun. (Gelenekler için de bu gerekiyor.) Not: Ahmet Çolak diye bir arkadaşım var Mersinde. Mezitli'de oturuyor. Ona senin adresini verdim. Belki de tanışıyorsunuzdur. Bilmiyorum.

Esen kalın. Dostça kalın.

Tahir Canan

M Tipi Cezaevi B-8

Bandırma/Balıkesir