Seyit Oktay yazdı: FISILTILAR-HİKAYELER-İNSANLAR

FISILTILAR-HİKAYELER-İNSANLAR

 

“Düşlere inananlar için”

 

Kadim zamanlar ve kadim insanlar birşeye anlam ve değer katmak, bir sonraki nesile aktarmak, kelamın kulaktan değil yürekten aktarıldığını göstermek için hikaye etme yolunu seçtiler. Bir hikayen varsa yaşanmış ve gerçek sayılırdın kadim zamanlarda.

 

Hikayeleri başlatan fısıltılardır. Herşey fısıldar duymasını bilene. Rüzgar, yağmur, toprak. Gece, yıldızlar, ay, su, ırmak, ağaçlar. Yaprakların  hışırtısı fısıltıdır. Herkes fısıltıyı sever. Gizem, sır ve aşk kokar çünkü. İnsanın içini ürperten sır, kuytularında gizli olanı uyandıran büyü, ruhunu ayaklandıran sihirdir.

 

Doğa kendini fısıltıyla ifşa eder. Rüzgar doğanın fısıltısı, su şırıltısı ırmağın sesidir. Çiçeklerin rayihası güzellik fısıltısıdır. Ormanların fısıltısı uğultudur. Yıldızların ışıltısı, ayın gümüşi ışıkları fısıltıdır. Bir de gece fısıldar ki şiir olur akar yüreğimize.

 

Bütün kelamlar fısıltıyla başlar. Kalbin sessiz şiiridir fısıltı. İnsanlığı iman sahibi kılan bütün metinler fısıltıyla başlar. Aynı çölün fısıltısıdır tüm dinler ve kutsal kitaplar. Bizi bir devinim müsveddesi olmaktan alıkoyan fısıltıların irkiltisidir. Çöller ve kumlar fısıltılarla yüklüdür yüreği açık olana. Sessizlik ise fısıltı manifestosudur.

 

Ne zaman ki gırtlak yırtılır, hançere tecavüze uğrar; o zaman ortalığı bağırış, çağırış ve kalabalık kaplar. Güzel ve tılsımlı olan kelam ve hikaye bir hançere dönüşür. Sır kimsenin bilmediği duymadığı değil, söylemediğidir.

 

Fısıltılar kalbimizi onardığımız kainata açılan kapılardır. Umudu yeşerttiğimiz, aşkı çağırdığımız  kanatlı masal tuşlarıdır. Her masal bir fısıltıdır kadim zamanlarda doğanın dilimize sıraladığı.

 

Hangi aşk var ki fısıltının iksirinden içmemiş olsun? Hangi kalp var ki fısıltıyla aşkı içmemiş olsun? Fısıldamayı unutursak aşkı da unuturuz. Unuttuk belki de...

 

Hikayeler gerçeğe açılan kapılardır. Her şey bir tekrarlamayla başlar, “evvel zaman içinde..”. Bir fısıltıdan hikayeler yazılır. İnsan unutkanlık ürünü bir varlıktır. Hikayeler hatırlamayı sağlar. Fısıltılar hikayelerin belleğidir.

 

Tanrı hiç bir zaman peygamberine bağırarak seslenmedi. Ya rüyasında fısıldadı, ya düşünde ışıldadı. Düş hikayenin fısıltısıdır. Ezber hanlarında konaklayan belleğimizi uyandıran hikayelerdir.

 

Uçurumların alınyazısı olan patikalar, fısıltıların hikayesidir. Kainatın kalbine fısıldayanların kalbine, kainat hikayeler bahşeder. Gerçek raviler kavi fısıltılardan hikaye okurlar. Hikayeler bize başlamayı öğretir, yaşamı söyler.

 

Rüyaların fısıltısıdır  hikayeler...

 

Fısıltılar ve rüzgar hikaye taşır kalbimize; içimize dokunan, içimizi anlatan. Kim ki fısıltıları duymaz, hikayeleri küçümser; o yaşamı bilmez.

 

Başlangıçta fısıltı vardı, sonra kelam oldu, ardından hikaye kuruldu. Her hikayenin bir zamanı, her zamanın bir hayatı vardır. Zamanı var kılan insandır. İnsan: Fısıltı ve hikayenin mekanıdır.

 

“Tanrısını arayan tükenmiş bir fuhuş çağında” bize fısıltılar ve hikayeler hakikati söyler. Fısıltılar ve hikayeler kardeştir. Aynı rahmin çocukları, aynı tanrının evlatlarıdır. Onları gerçeğe büründüren hakikat insanlardır.

 

Fısıltılar, hikayeler ve insanlar bir anlatıdır. Mitolojiyi başlatan, destanı yazdıran, hayatı var kılan. Tarih boyunca insan; hikayelerden ve fısıltıların büyüsünden, tılsımından, esrarından kopmadığı sürece asla yenilmedi, hayatı tüketmedi, doğaya saldırmadı, kendi katili olmadı. Ne zaman ki vazgeçti kalbini dolduran ışıktan, kulağına akan müzikten, nefesini açan rayihadan; eline kan bulaştı.

 

İnsanın lanetidir çıktığı, varolduğu kaynağa yabancılaşma. Aynı zamanda kudretidir de. İnsanı insan yapan, kendini inkardır, yok edecek olan da. Bir muammadan hikaye de, mutlak bir canavar da yaratan insandır. Oysa hikaye insandan eskidir. Hiçbir hikayeyi başlatma kudretine de bitirme mukadderatına da sahip değildir. Her hikaye kendi başlangıcını belirler, sonunu ise yazgı.

 

Hikayeleri tükettiği, bitirdiği, yok ettiği için tanrısını arayan bir fuhuş çağında yaşamaya mecbur oldu insan. Çünkü evvel zamanlarda, önce fısıltıyı bozdu, sonra hikayeyi yanlış başlattı. Kardeşlikten katilliğin doğduğunu söyledi fısıltıyı zehirleyen tarih cinleri. Ve ifritler her fısıltının büyüsünü, sihrini, tılsımını çaldı. Yerine zehirli dillerden ağular koydu. Kulaklara cinayeti ve katli biriktirme bilgisiyle fısıldadı. Her şeyi inkar eden, her şeyi yok sayan; varlığı iktidarla kutsayan sözler, zehirli kelamlar fısıldadı.

 

Fısıltı sadece zehirli sözden, hikaye kanlı bir mirastan, insan ise bir kurbandan ibaret oldu. Ve herkes ve herşey terketti bizi.

 

Doğa gizlendi, tarih kirlendi, yaşam tükendi, umut süslendi, zaman bir başka aktı, ters durdu kum saati. Artık ne yıldız, ne rüzgar, ne orman, ne gece fısıldamadı bir daha. Irmak, ağaçlar, çiçekler, kelebekler, yapraklar, taşlar...hayatı yaratan bütün fısıltı cevherleri terketti bizi. Hikaye kalmadı, bitti. İnsan ise durmadan birbirini yedi, bitirdi.

 

Yaşanmışı bir cebr-i mühürle kapatmak, başlangıca dönmek gerek. Fısıltı, hikaye ve insanı aynı kalpte yeniden kurmak gerek. Bizi kurtaracak olan hakikatin fısıltısı, yaşamın hikayesi ve insanın mücadelesidir. Umut her zaman vardır. Yeter ki başlangıcı doğru yapalım. Fısıltının kanatlı kapılarından geçip hikayenin hayat dolu patikasından yürüyüp, insanın kalbine dokunalım.

 

Güzel ve aşk dolu olan bize bir yıldızın fısıltısı, bir çiçeğin kokusu, bir yaprağın hışırtısı, bir suyun şırıltısı, ayın şavkı kadar yakındır.

 

Fısıltılar bize başlamayı, hikayeler yürümeyi, insan da yaşamayı öğretir. Bütün zamanlara umudu ekene dek fısıltıyı, hikayeleri ve insanları terketmemek gerek. Aynı ışığın parçaları, aynı güneşin çocukları, aynı aşkın yürekleriyiz.

 

Fısıldayalım, hikayeler söyleyelim ve insana inanmaktan, sevmekten asla vazgeçmeyelim,

 

Aşk ile abad olana dek!

 

Seyit OKTAY

E-Tipi Cezaevi

C-12

SİİRT