2 Temmuz 2019
'Zaman bize ne söylüyor?'
Bundan yaklaşık 4000 yıl önce Mezopotamya Uygarlıklarından biri olan Elam'lılar, bir diğer Mezopotamya Uygarlığı temsilcisi hatta bazı tarihçilere göre tarihin başlatıcısı olarak anılan Sümerlere ve ülkelerine saldırdı. Bu saldırının ardından Sümerler, İsin, Larsa, Babil olarak üç krallık biçiminde Mezopotamya’da varlıklarını sürdürdü. Aslında bu yeni Sümer derininde sonu gibiydi. Eski Sümer dönemi ise, Kiş, Ur, Uruk gibi kentlerin etrafında sürmüş ve Akad, Babil ve Asur'un yükselişiyle mirasını bu uygarlıklara devretmişti.
Yeni Sümer devri de varlığını sürdürdüğü bu son üç kent krallığında sona doğru yol alırken Larsa, Babil'den ziyade İsin, Sümer Kültürünü ve edebiyatını uzun zaman korudu ve geliştirdi. Tarihçilerin ifadelerine göre Sümer edebiyatı en yüksek seviyesine bu dönemde ulaştı.
Zamanın İsin Kralı İşmedagan için yazılan şu ilahiyi hep birlikte dinleyelim.
"İnsanın insana işkence etmediği gün,
İnsanlığın ülkede yayıldığı, baştakilerin sayıldığı gün,
Kardeşin büyük kardeşten sonraya geçtiği gün,
Gençlerin, bilenlerin sözüne kulak verdiği gün,
Güçsüz ile güçsüzün kavga etmediği, nezaketin geçerli olduğu gün,
Memlekette bütün üzüntülerin gittiği, onu ışık kapladığı gün,
Ülkeden koyu karanlık kalktığı gün,
Bütün canlı yaratıklar, sevinecekler."
Bu ilahinin dört bin yıl önce yazıldığını kim söyleyebilir? Bu günü anlatmadığını kim iddia edebilir? Kim karşı durabilir içinde geçen barış yüklü ifadelere. Kim katılmaz koyu karanlığın ülkenin üzerinden kalkma isteğine?
Sanki bugünü anlatıyor, günümüzde yaşayan vicdanlı ve merhametli insanların yüreğinden ve aklından geçenlere tarihin başlangıcından, yükselen veciz sözlerle tercüman oluyor. Ne kadar inanılmaz, ne kadar muhteşem! Tarihin kuru bir geçmiş ya da dizili kronolojiler toplamı olan ruhsuz bir öncelik olmadığı bir kez daha en çıplak haliyle çarpıyor yüzümüze. Unutulmuş bir Sümer tabletinde unutulmayan ve günümüze seslenen bu sese kayıtsız kalmak mümkün mü?
Tarih tekerrürden ibaret değilse de talih tekerrürden ibaret galiba! Binlerce yıl önce toplumun yaşadığı sıkıntılar, içinden çıkılamayan sorunlar, iktidarın zorlamaları, halkın sitemleri, istemleri, beklentileri, umutları, huzurlu yaşam ve karşılıklı saygıya dayalı farklılıkların biraradalığı bir kral devletinde bile güzel şiirsel bir ilahinin dizelerinden bugüne bize ulaşabiliyor. Anlaşılıyor ki, insanlık çağları aşsa da açmazlarını aşamıyor. Bugünde ilahide dile gelen birçok şey, istek, arzu, temenni halen geçerliliğini koruyor.
"İnsanın insana işkence etmediği - güçlü ile güçsüzün kavga etmediği, nezaketin geçerli olduğu gün" dizeleri "memlekette bütün üzüntülerin gittiği, onu ışık kapladığı gün" beklentisiyle tamamlanıyor. Şahsen çok etkilendim, çok duygulandım. Sanki bunu söyleyen sesi duyar gibi oldum, içimde bir yerde o yaşıyordu. Ve onu kil tablete döküp bugüne ulaştıranın kalemini hissettim, bu dizeleri ölümsüzleştirme arzusunun ruhumu cezp ettiğini anladım. Belki insanlar gelecekte bir gün bunu okur da bizim düştüğümüz hatalar, yaptığımız yanlışlar ve işlediğimiz suçlardan, günahlardan, sebep olduğumuz yıkımlardan ders çıkarır, sonradan ağıt yakıp, ilahi yazmak yerine, önceden tedbir alırlar diye tercüme ettim canlı geçmişi.
Peki öyle mi? Karanlık ülkenin üzerinden kalkmış mı? Barış, huzur, güven var mı? Ötekileştirmeden, bir arada saygıyla, kardeşçe yaşama var mı? Sevgi, hoşgörü, nezaket, zarafet,letafet var mı? Kutuplaşmama, empati, farkındalık var mı? Eşitlik, adalet, hukuk nerede? Peki bu kökleşmiş çelişkilerin bizi götüreceği aydınlık gelecek var mı? Bu soruların cevapları bize hangi ilahiyi, hangi ağıtı yazdıracak?
Umut var tabi ki! Bu dizelerin gücüne inanan herkes için umut var olmalı.
Çocukluğumun mahallesinde biz, Türk, Kürt, Arap, Acem; başkaları hep bir arada yaşardık, aramıza henüz nifak tohumları ekilmemiş, hamaseki siyaset, cinayeti riyaset sayanlar henüz kanımıza girmemişti... Umut her zaman var, kalbinde sevgi ışığı sönmeyenler için bağrını, sinesini iyiye, güzele ve bir arada saygınca yaşama idealine açmış herkes için umut var!
Sümer'li şairin dizeleri beni çok heyecanlandırdı. Siz de hissedebiliyor musunuz? Mutlaka hissedersiniz. İçinizde nefrete, kine, öfkeye dair duygulara yer vermiyor, mesafe koyuyorsanız, küfretmeden önce anlamayı, dışlamadan önce dinlemeyi, hor görmeden önce hoş görüyü, mutsuzluktan önce mutluluğu, üzüntüden önce sevinci, hüzünden önce neşeyi aklınıza, yüreğinize getirebiliyorsanız mutlaka ışık vardır. Umut vardır. Nefret etmek kolay, sevmek zordur, o yüzden sevgi emek ister derler, oysa öfke ve ardından gelen kin, nefret dizginsiz at gibidir. İnsanı uçurumdan aşağı götürür. Sevginin otları insanı yaşam ve sevgi vadisindeki çiçeklere, kelebeklere ve masallara götürür.
Umutluyum, çünkü yine Sümerlerden bir örnekle tamamlayayım yazımı. Tarihin bu güzel başlangıç çağında her şeye ve her güzelliğe ya bir tanrı ya da Sümerler, bu aslında bütün kadim geçmişin bir geleneği. Değerli, çok anlamlı. Kutsal görüyorlar her şeyi, onlar için havada, suda, rüzgarda, taşta, kazmada, sabanda aklınıza gelebilecek her şey, yaşamla bağı olan, yaşam dolu olan her şey kıymetli, değerli ve bunu anlamlı kılmak için yüceltiyorlar. Tanrı veya tanrıça sıfatları, isimleri aslında o varlıkların yaşamlarında yol açtıkları güzellikleri, iyilikleri ve diğer yönleri kıymetlendirme çabasından başka bir şey değil. Benim vereceğim örnek ise yazı yeteneğine dair. Yazının Tanrıçası Nidaba'dır. Sümer'de Nisaba da diyorlar, ama yaygın kullanılışı Nidaba'dır. Yazının bir Tanrıçayla özdeşleştirilip, kıymetlendirilip, yüceltilmesi hem çok hoşuma gitti hem beni yoğun düşüncelere sevk etti hem de mutlu etti.
Nasıl ki toplum, var edicisi Anatanrıça ile başlatılmış ve sonradan unutulmuşsa ne yazık ki yazının kutsayıcısı da aynı biçimde Nidaba adlı tanrıça olmasına rağmen şimdilerde unutulmuş. Bu şu demek oluyor, dilin kaynağı nasıl ki "ana" kadınsa, yazınında "tanrıça"sı yai kadındır. O yüzden dil ne kadar kadınsa, yazı da o kadar kadındır. Yazı da kadına başlamıştır. İlk dizelerin, ilk sözlü anlatıların, söylencelerin içindeki kadın ruhu demek ki yazıda da aynı biçimde de var. Yazı bir yaratıcılık işidir ve kadın tarafından temsil edilmesi, sembolleştirilmesi en doğrusu, en güzeli ve en anlamlısıdır. Erkek binlerce yıldır ne kadar kendine mal ederse etsin, yazının aklı ve kalbi kadındır. Aslında yazdığım her kelime ve satır kadın eseridir. Bunun Sümer'lerde Tanrıça Nidaba adıyla tescillenmesi beni umudlandıran bir diğer şeydir. Yaşamın kaynağı ve yaratıcısı: Kadınlar, yazının da yaratıcısı ve yapıcısıdır. O yüzden yazı en çok bu nedenle kadın işidir. Çünkü gizli ruhu ve özü kadındır yazının.
Başlangıçta alıntıladığım ilahiyi kim yazmış bilmiyorum. Ancak yine tarihten biliyorum ki ismi bilinen en eski üç şairden biri kadındır. Akad'lı Sargon'un kızı Enheduanna'dır. Belki de Sümer'in İsin krallığında bu ilahiyi de tapınak rahibelerinden biri yazmış! Ne olursa olsun yazılmış olan bugünü anlatıyor, bir kez daha geçmiş, an ve gelecek bir şiirin satırlarında buluşuyor, bütün olduklarını ortaya koyuyor. Yazıyı bir tanrıça temsil ediyor, umutlu yarınları, özgür geleceğide yine kuracak olan ve öncülük edecek olanlar yazının, şiirin, dilin, yaşamın güzel öncüleri olan kadınlar olacak. Kadının ruhundan kopup gelen bu duyguları duyumsamaktan mutluluk duyuyorum. Yaşam yapıcılarının güzel "sezgileriyle, içime düşürdükleri ışığın ek. "tanrıça adı" sesiyle söylüyorum. Karanlık bitecek, ışık ve aydınlık gelecek. Sümer'in şiiri, ilahisi dört bin yıl sonra yine bu gökkubbe altında yankılanacak.
Umutluyum, çünkü marifet sahibi kadınların hakikat meşaleleriyle biz erkeklerin karanlık ruhlarını huzura erdireceğine, savaşı bitireceklerine, barışı getireceklerine sonsuz inanıyorum. Sümer ilahisi size ne hissettirecek siz de bir düşünün! Gözlerinizi kapayın ve dizelerin ruhunuzda akmasını hissedin. Zamanın yaşamla uyumlu, umudun sevgiyle ne kadar güzel buluştuğunu hissedeceksiniz.
Umut her zaman vardır!
Seyit OKTAY
T-Tipi Cezaevi
A2-5 TOKAT
- 9 gösterim