Seyit Oktay
KOBANÊ DESTANI
(Kan Güzü…)
Kan güzü, aşk güzü, azadi güzü, ceng güzü, direniş güzü hepsi eder Kobanê Güzü… Tanrım ne muhteşem direniyorlar Kobanê’de!
Gökyüzünde Kûrdi bir yağmur, ağaçlar sarı-turuncu yapraklar döküyor hiçte hüzün yok havada, kadınlı-erkekli bir direniş halayı var, alnından öpüyorlar güneşin, ne ateşten korkuyorlar ne de kızgın demirden.
Oysa ne güneş var, ne yağmur, bomba ve mermi yapıyor gökyüzünden. Nart ilkesi gibi direniyor Kobanê; Tanrıyla aralarındaki sözleşmeyi ihlal ettikleri suçlamasıyla gazaba uğratılacağı söylenen Nartlar, o dağ kavmi, mızraklarını ok ve yaylarını göğe çevirip Tanrı’ya haykırıyorlar; “Teslim olmayacağız sana, hangi dehşet gazapla, kahtar azapla gelirsen gel!” deyip toprak rengi atların sırtında dağlara yol alıyorlar “Helak olsakta özgür öleceğiz! Senin merhametinin kölesi olacağımıza gazabının özgür ölülen olmaya hazırız!” diyorlar. Ama bu ne Nart Destanı ne de Tanrıyla savaş bu Tanrı’nın gazabını giyindiğini iddia eden kara cellatlara, tarihin karanlık çatlaklarından fırlayıp gelmiş soysuzlara, modernite mezbelesinden boy verip tutunamamış pespaye çetelere ve dahi ne kadar insanlık artığı lümpen ve berduş güruhu varsa ona karşı dağ soylu kavmin evlatlarının büyük ve kutsal onur savaşı, Kobanê Destanı!
Adını haykırdıkları Rahman ve rahim olan Allah’ı kirlete kirlete saldırıyorlar. Direnenleri ak kanatlı, ak alınlı güleç yüzlü çocuklarına karşı, karanlığın, çirkinliğin, cehaletin kara yüzleri, karalara bürünerek geliyorlar. Tıpkı içleri gibi yeryüzünü de karartmaya yeminliler, sürülmüş karalar, cinayet şebekeleri, katil sürüleri ellerinde en modern silahlar ile iplerini tutan modernite sahiplerinin en vahşi en alçak katliam şekillerini şehvetle yerine getirmek için saldırıyorlar. Tarihin bütün soysuzları adına asil olan, kadim olan ne varsa itlaf etmek için geliyorlar. Gölgeyi gerçek yerine, aydınlığı karanlık yerine çevirmek için vuruyorlar. En ilkel ve vahşi cinayet biçimleriyle en modern ölüm makinelerini birleştirdikleri bir ölüm ağı kurmuşlar. Korku ve cinayeti birleştirip bir soykırım heyulası yaratmak istiyorlar.
Ama bilmiyorlar işte! Ceng edenler var bu kadim topraklarda. Kalbinde bin çiçekli bahçe yaratacak kadar melek; düşmanı paramparça edecek kadar öfke bunları birleştirip direniş diyalektiği kuranlar var. Asalet ve hakikati döktükleri kanda sentezleyenler var!
Bakın şu tarih meydanına, bakın şu pırlanta harflerle tarih sayfalarına yazılan direniş kahramanlarına, direniş günlerine…
Hangi gazaba boyun eğecekler, hangi korku yaşanabilir bu gülüşünden cesaret fışkıran çocuklara. Bu hamaset değil, siyaset hiç değil, hele edebiyat hiç değil! İşte orada tam gerçek orta yerde hakikat! Önlerinde akıp giden tarih sahnesinde alnı akıtmalı, seglavi atlarıyla geçen Derweşi ve on ikileri selamlıyorlar. Edûle’nin tilileri eşliğinde. Bakın orada dağ soylu yiğitler ovada ne destanlar yazıyor.
Herkesin fellik fellik kaçtığı soysuz çetesinin karşısında göğsünü nasıl siper ediyor bu alnı öpülesi yiğit kızlar, erkekler. Bedenleriyle hisarlar yaratıp en olmadık yerde bir direniş kalesi inşa ediyorlar. Haydi gel! Bir şarkı söyle söyleyebilirsen, bir şiir yaz bu destan üzerine yazabilirsen! Haydi gel seyreyle ceng meydanında nasıl vuruşa vuruşa tarih yazıldığını, direnen canlarla nasıl hikayeler çatıldığını!
Bırakın birileri kan falı baksın irin bağlamış yürekleriyle “düştü-düşecek” diye. Düşmeyenlerin sonsuz destanı sürmekte insanlık onurunun ak güllerini yüreklerinde taşıyanların içinde, “Kobanê ne yana düşer usta?” diye soranlara öfkesinden soluyarak, kahrından çatlayarak cevap verememekte. Siz o ciwan-mert kalplerinizde direniş falını açtınız bile; “Kobanê düşmedi, düşmeyecek” diye!
Şimdi bana bie şehir anlat, bir şehirden bahset yaşarken şehir ünvanı alan, insanlığın onurunun, direnişinin, kahramanlığının sembolü olan bir şehir. Bana bir şehirden bahset, ceng hikayelerinin an an zuhur ettiği üzerinden direniş tüten, upuzun bir direniş senfonisini, teatral bir ceng efsanesini canıyla-kanıyla yazan.
Hepimizin göğüs kafesine sığacak kadar küçük, hepimizi insanlığı içine alacak kadar büyük bir kalp olan. Bizim sol yanımızda atan, bizim orta yerinde yaşadığımızı hissettiğimiz bir şehir. Bana bir şehir anlat, en uzun şehir direnişi ilan edilen, kapılarında vahşi barbarların, ağzı salyalı canilerin, karşı tepelerinde analarının, kardeşlerinin, çocuklarının, kardeşlerinin beklediği o ‘rengin’ şehir. Dört bir yanı sarılmış direniş bahçesi. Her yanın yakılıp-yıkılmış olsa da sen direnişimizin yekpare sembolü. Çöl ortasında cesaret çınarı, yolunu kaybedenlere direniş feneri.
Toprağının her karışına can karışıyor, kan bulaşıyor. Bütün efsanelere baktım, destanlar okudum, hikayeler dinledim, masallar gezdim. Bir eşin yok hem kadim tarihte hem çağdaş zeminde. Bir sen misin kendini böyle yazdıran tarihe! Aşk olsun sana Kobanê, AŞK OLSUN! Bu kan güzünde, bu direniş güzünde Med’lerden bugüne destanların en güzeli yazdın. Nartların kavgasını tamamladın. Aşk olsun sana Kobanê! Kürdi bir direniş çılgınlısısın insanlığın dilinde. Aşk olsun sana destanların en güzeli!
Seyit OKTAY
E tipi cezaevi D-3
Ümraniye/İSTANBUL
- 4 gösterim