Tutsak yazar Süleyman Erol'dan bir öykü: Yaz Bitti

YAZ BİTTİ

Bir çeyrek tur daha döndük; hep birlikte, evrenimizin çekirdeği çevresinde. Hüzünleriyle, anımsayıp unuttuklarımızla. Yitiklerimizin, yitirdiklerimizin bıraktığı boşlukla. Birer çizik daha attık alınlarımıza. Derken yaz bitiverdi işte...
Her ne kadar ayak diresek de yasalarına; bir parçası olduğumuz doğanın bizden hesap sormasına "dur" diyemedik. Sellere, yollara, virüslere, açlığa "kurban" verdik yine-kaç binimizi. Belki yitip gidenlerdendik, belki habersiz gülüp geçenlerden. Belki tatil aşkının peşinde. Püfür püfür bir esintide. Ne gam, hepimiz; akıyla, sarısıyla, siyahıyla hepimiz bu döngünün içindeydik. Ellerimizden kayıp giden zamanın sularında kâğıttan bir sandal gibi. Kayıp gidiyorduk biz de, büyük uyumun ya da uyumsuzluğun kıyılarına... Ucun ucun.
Irgat teriyle sulanıp da göveren, tüm hoyratlığımıza karşın hâlâ bire bin veren coşkun bağbozumlarında yakılan şenlik ateşlerinden atladı kimilerimiz. Belki de gözlerini dikip göğe, gökyüzüne; sırtını toprak anaya emanet etti kimimiz...
Çocuklarımızı, anamızı, yârimizi, yarenimizi özledik belki de. Gurbet akşamlarındaki cırcır böceklerinin bitmeyen senfonisi eşliğinde.
Elimizde kazma kürek, ömrümüzü kazdık; yerin bilmem kaç yüz metre altında. Apansız iniverdi tepemizden aşağı karbonmonoksit sağanakları.
Güncemizden günlüğümüzden hiç eksilmedi acı ve güdük kalan özlemlerimiz. Bir gıdım soğuk su niyetine bin selam yolladık sevdiklerimize, dostlara. Hiçbirini yapmayıp salt düşündük belki, kim bilir?
Hovardaca, sonuna değin açılan mavi ay akşamlarının göğsündeki düğmeler usul usul kapanacak şimdi. Yazın bir kenara; yaz bitti çünkü.
Kimimiz belki de son kez, serin ve temiz sulara uzattık ayaklarımızı.
Ya da... Ansız, apansız bir kör sabahın acımasız rüzgârı mahpus damlarına uçurdu kimimizi. "Mahsus Mahal"de, tek kişilik “muhit”imizde dikilir dururuz, geniş zamanların yorgun akşam eşliklerinde.
Yaz geçti! Orada dur bakalım. Bizim "mahal"e geldik şimdi.
Tam yirmi iki yaz boyunca bunları hiç görmemiş, duymamış, yaşamamış birileri de geçti on yedi yazla birlikte. Aranızdan, kıyılarınızdan. Kumsalına ayak değmeden geçirilmiş yirmi iki yıl; yaşamın kayıp giden sularının.
Bir kez daha düşlemek zorundayım çınarları şimdi, kuruyan yaprakların kurduğu, yangınlı renk cümbüşünü. Bir tekme savurmayı kıyıdaki yuvarlacık taşlara.
Bir çocuğun boncuk boncuk maviş ve masum gözlerinden öpmeyi.
Bir dostla demlenen söyleşinin tıngırdattığı kız beli çay bardaklarına uzanıvermeyi.
İnciri, üzümü, narı çıt diye koparıvermeyi dalından.
Pazar tezgâhlarının çığırtkan çağırışını, davetkârlığını o cümbüşün.
Ve sonra dingin, taze sabahların esinini, esin-tisini alnımda, içimde duyumsamayı, bir gün...
Unutmamalıyım! Düş kurmayı, düşlerin kıyılarına yelken açmayı. Unutmamalıyım.
Çünkü büyük insanlık ailesinin ve doğanın bir parçasıyım. Adını ve adresini bilmediğimiz yıldızlarından birisi gibi, evrenin.
Gözlerime abanan yarı körlüğünü aşıp miyopun, tekdüze bir yolculuğun matematiğinde yiten zamanı yakalamak zorundayım.
Yakalamak ve anlamak zorundayım. Zaman okyanusu içinde zamansız; zamansızlığın derin kuşatmasında bütün zamanları duya düşüne anlamak...
Anlayan için de; koca denizin kıyısında kumlarla oyalanıp da enginlerin çağrısını es geçenler için de yaz bitti...
"Şimdi şairler, yaz bitti, diye başlayan şiirler yazacaklar."

Süleyman EROL
4 Nolu T Tipi Hapishane
A-Tek Üst 1
Y. ŞAKRAN-ALİAĞA-İZMİR