Yazılar

BARIŞ ÖNAL VE İLHAN KAYA'NIN MEKTUBU

baris ilhanMerhaba Cansel Abla

Seni ve tüm aileni, Spartaküslerden, Bedreddinlerden, Mahirlerden aldığı bayrağı yere düşürmeyen bugünün ve yarının kahramanları olan devrimcilerin en derin ve coşkun duygularıyla selamlıyoruz.

Yarattığın değer öyle bir emeğin ürünü ve öylesine güzel ki onu düşünmek sanki bu dünyada açmış en güzel çiçeği koklamak, tarihin en parlak sayfalarında soluksuz okunan cümlelere kendi gözlerinle bakmak, tanık olmak gibi.

Sevgili Cansel abla, ortaya çıkardığın bu üstün irade bizim burada zamansız ve yersiz coşku patlamaları yaşamamamıza sebep oluyor. Bu direnişin başında açıkçası hep biz sana birşeyleri anlatmaya ve haddimizi de  aşarak belki sana birşeyler “öğretmeye” çal
ışıyorduk. O günlerin üzerinden 8 ay geçti ve bugün şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki senden ve senin direnişinden çok şey öğrendik. Hala da öğrenmeye devam ediyoruz. Belki şu an farkında değilsin ne kadar çok insana ne kadar çok şey öğrettiğinin ama bundan sonra ömrün boyunca sana minnettar olan insanlarla karşılaşacaksın.

Sen bugün umudu temsil ediyorsun, direnişi onuru, şerefi ve insanoğlunun tarih boyunca biriktirdiği iyi olan herşeyi temsil ediyorsun. Sen ve senin gibi insanlar, devrimciler, iyi ki varsınız. İyi ki hayattasınız. Tarih sayfaları, türkülerimiz sizleri yazacak ve biz de okuyacağız. İleride çocuklarımıza, yeğenlerimize seni ve senin gibileri, özgün insanları anlatacağız. Dört duvarın arasında voltadayken, elimizde tesbih ve dilimizde seni anlatan kelimeler arayacağız, belki Nazım'dan bir şiir çalacak kulaklarımıza: Sıra Neferi.

Büyük, onurlu direnişinin ve bize öğrettiklerinin önünde saygıyla eğiliyoruz.

Barış ve İlhan

Barış Önal, İlhan Kaya

Sincan  1 Nolu F Tipi Hapishanesi

Kaynak: canselmalatyalidirenisi.blogspot.com

 

12 EYLÜL'DE AÇLIK GREVİNE BAŞLAYAN SAKIP HAZMAN'DAN MEKTUP VAR!: "ÖZGÜR BİR DÜNYA ASLA HAYAL DEĞİL, ELİMİZİ UZATINCA TUTACAK KADAR YAKIN"

tutsak guvercinİLK 12 Eylül 1980'de Siverek'te, 15 yaşında bir çocuktum. Ama hiç unutmam, sabah uyandığımızda evimizin üstü asker doluydu.

(...)

İKİNCİ 12 Eylül ise 1992'deydi. Bir gece vakti, polis baskınıyla gözaltına alınmıştım.

(...)

İşte ÜÇÜNCÜ 12 Eylül'de de açlık grevime başladım.

Sevgili Adil, merhaba.

Öncelikle iyi olmanızı diliyor, şahsında tüm güzel Okay ailesine sevgilerimi yolluyorum. Tabi güzel Öykü'ye çok çok özel selamlarımızı iletiyorum.

Kartını aldım ve inan ki, bu aralar epey yoğunduk, dolayısıyla yazmayı geciktirdim. Zaten şu anda da açlık grevinin 14. gününde yazıyorum. Basından duymuşsundur, 12 Eylül'de başladık. Biliyorum "12 Eylül"ün senin anılarında da epey karanlık bir yeri var. Tabi sizin nesil o güünleri çok çetin yaşadı, biz de olan-biteni az da olsa anlayabilecek yaşlardaydık.

İLK 12 Eylül 1980'de Siverek'te, 15 yaşında bir çocuktum. Ama hiç unutmam, sabah uyandığımızda evimizin üstü asker doluydu. Gözlerini, damda askerlerin dikildiği bir manzarayla açmak bizim için yeni birşey değildi. Çünkü mahalle devrimcilerin kontrolündeydi ve hemen hemen 2-3 günde bir, benzer bir manzara ile uyanırdık. 12 Eylül sabahı da o günlerden biriydi sadece! O gün ilk defa, içeriye bir subay eşliğinde yığınla asker girmişti. Ve yüksek sesle: "Evin erkeği kimlikleri alıp buraya gelsin!" diye bağırmıştı. Evde annemle ikimiz vardık. Dedem mahallenin cami hocası olduğundan namazdaydı, babam da öyle. Onların ikisini camide hapsetmişlerdi.

Ben annemle benim kimliğimi götürdüm, adam "evin erkeği yok mu" diye sorduğunda çok zoruma gitmişti. Belli ki beni erkekten saymamıştı. Ben de ciddi bir poz takınarak "evin erkeği benim" der demez bir tokat yemiştim. Derken mesele anlaşılmaya başlandı. Öyle ki, mahalle de erkek cinsi olarak sadece çocuklar kalmıştı. Sanırım sana tuhaf gelmez. Çünkü sen de dönemin canlı tanığısın. Ama bunu, yaşamamış olanlara anlatınca sanırım pek inandırıcı gelmiyor.

İKİNCİ 12 Eylül ise 1992'deydi. Bir gece vakti, polis baskınıyla gözaltına alınmıştım. Bu sefer büyümüştüm, meseleyi artık iyi biliyordum ve birşeyleri değiştirmeye çabalıyordum. O gün bugündür cezaevindeyim ve hâlâ üreterek, okuyarak ve paylaşarak, direnişim devam ediyor. 

İşte ÜÇÜNCÜ 12 Eylül'de de açlık grevime başladım. Biliyorsun ki, toplumsallık ilk ihanete uğradığı günden beridir, direniş de devam ediyor. Hemen hemen tüm direnişlerin özünde, toplumsal dokuyu koruma refleksi vardır. Zira toplum, esasında ahlaki ve politik bir olgudur ve ruhu hem komünal ve hem de demokratiktir. Bu komünal değerler üzerine inşa ettikleri devletli – uygarlık sahipleri, binyıllardır bizlere her farklılığı bir çatışma gerekçesi olarak sunmaya çabalıyorlar. Her farklılığın bir çelişki ve dolayısıyla da çatışma gerekçesi olması, toplumsal dokuyu parçalamanın ve tabi ki kolay öğütmenin en iyi formülü... Oysa direnenler de 5000 yıldır her farklılığı bir çeşitlilik ve her çeşitliliğin de bir renk ve toplumun zenginliği olduğunu ısrarla savunmakta. Sanırım bu manada, 'tabiat ana' olarak birinci, doğa ile toplum olarak ikinci olarak, doğa yasalarında bir benzerlik var. Her iki doğa da tekliği, birbirini yok etmenin değil, sürekli renklenerek, çeşitlenerek çoğalma tercihindedir. Sevgili Öykü'nün "Baba sen Türk, annem de Kürt / ya ben ne olacağım?" sorusunu sorma ya da babasının böyle şeyler yazma ihtiyacı duymadığı özgür bir dünya asla hayal değil. Elimizi uzatınca tutacak kadar yakın.

Kitap çalışmanı merakla bekliyoruz. Evli olan arkadaşlara haber vereceğim ama ben evli değilim. Devrimci olmadan evvel evlilikten korkardım. Devrimci olduktan sonra da ideolojik açıdan sorguladım ve bu anlamda uzak durdum.

Herkese selam ve sevgiler. 

Sakıp Hazman

Bolu F Tipi Cezaevi

B-2/4 – 59  

İŞTE MERSİN İHD BAŞKANI ALİ TANRIVERDİ'NİN SUÇU: "Pozantı'daki çocuk tecavüzlerini ortaya çıkarmak"

Birkaç gün önce tutuklanan Mersin İHD başkanı Ali Tanrıverdi ve Adil Okay'ın da içinde bulunduğu bir grup arkadaşı birlikte 2010 yılında Mersin cezaevi müdürünü ziyaret etmiş ve bir tutanak tutmuştu. Ali Tanrıverdi bu tür çalışmaları nedeniyle, özellikle 2012 yılında Pozantı cezaevindeki taciz-tecavüz olaylarını "ulusal basına" ve meclise taşıdığı için hedef seçilmişti. O dönemde kaleme aldığımız görüşme notlarını yeniden paylaşıyor ve Ali Tanrıverdi’yi saygıyla selamlıyoruz.

Mersin cezaevi Müdürü Kemal Karjaik’le görüşmede yöneltilen şikayetler ve alınan yanıtlar

Mersin cezaevinde yatan 25 kadar tutuklu yakınının başvurusu değerlendirildi. Mersin cezaevinde hak ihlallerinin yaşandığı kanaatine varıldı ve cezaevi müdürü Kemal Karkajier’den randevu alındı.

12 Ağustos 2010’da saat ikide Mersin cezaevine heyet olarak görüşmeye gidildi.

Görüşme yaklaşık iki saat sürdü. Genel olarak olumlu geçti. Müdür Kemal Karkajier heyetin her sorusunu ayrıntılı olarak yanıtladı. Şikayetleri başkan Ali Tanrıverdi dile getirdi. Heyette yer alan bütün üyeler sorulara katkı sundular. Yorum yaptılar. Soru ve yanıtlardan birkaç örnek:

Şikayet konuları ve alınan yanıtlar

Müdür : Mersin cezaevindeki en büyük sorun kapasite fazlalığından kaynaklanıyor. Tüm Türkiye’de olduğu gibi. Mersin’in kapasitesi 800 kişi olduğu halde tutuklu sayısı bir ara 1375’e ulaştı. 300 kişi geçen ay nakledildi. Ancak hala kapasite fazlalığı var. Biliyorsunuz Mersin cezaevi Türkiye’nin 9. Büyük cezaevi olma özelliği taşıyor.

İHD : Bize gelen başvurular özellikle keyfi cezalar üzerinde yoğunlaşıyor. Birincisinden başlayalım. 46 Tutukluya Kürtçe türkü söyledikleri için 5 aya varan iletişim ve ziyaret yasağı verilmiş.

Müdür : Konu şu, Kürtçe veya Türkçe türkü söylemek suç sayılmıyor. Gürültü şikayeti olmazsa. Söz konusu 46 tutuklu yasa dışı slogan atmıştır. Bunun da 5275 sayılı kanuna göre cezai müeyyidesi vardır. Yasaları uygulamak zorundayız. Ayrıca 5 ay ceza yoktur. Genelgeye göre bunun cezası 1 ay ile 3 aydır. Örneğin saz çalmaya, türkü söylemeye izin veriyoruz.

İHD : Peki sizin inisiyatifiniz, takdiriniz?

Müdür : Biz 1 ay ile 3 ay arasında inisiyatif kullanabiliyoruz. Ayrıca bizim vereceğimiz ceza her zaman itiraza açıktır. Tutuklular infaz hakimliğine itiraz ederler yanıt gelmeden ceza uygulaması başlamaz. 2005’te çıkan yasaya göre emsal olaylara bakıp kanunu uygulamaya çalışıyoruz. Şikayetçi 46 kişinin 43’ü daha önce suç işleyip ceza aldıkları için indirim yapılamıyor. Bunun için 6 ay ile 1 yıl yeniden suç işlememek, iyi hal notu almak gerekiyor.

İHD : Hasta tutuklulara kelepçe takılmasına dair şikayetler var.

Müdür : Bu da beni, bizi aşıyor. Genelgeye göre davranıyoruz. Acil bir durum yoksa, hasta yürüyebiliyorsa, baş, diş ağrısı, kontrol vs ise kelepçe takmak zorunda kalıyoruz. Ancak kalp krizi geçiren bir tutukluya kelepçe takılmış. Bu konuda hata yapılmış. Tekrar etmemesi için dikkat ediyoruz.

İHD : Müdür Bey, bu konuda çok fazla şikayet var. Örneğin bir tutuklu doktor görmek istediğinde 15 gün beklemek zorunda kalıyormuş…

Müdür : Bir hekim ve bir hemşiremiz var. Ayrıca bir de diş doktorumuz. Aile hekimliği uygulamasında bir hekime 1000−1500 hasta düşüyor. Yasa böyle. Yapabileceğimiz fazla bir şey yok.

İHD : Dışarıdaki insanların aile hekiminden başka seçenekleri var. Dolayısıyla bu emsal gösterilemez. İçeridekilerin bu lüksü yok. Peki acil durumlar…

Müdür : Acil durumda sıra yok. Hemen revire kaldırıyoruz. Gerekirse ambulans çağırıyoruz. Dün 5 kez ambülâns geldi. Bir doktor günde 100 hastaya bakıyor. Sayı fazla doğru. Ama şimdilik imkanlarımız bunlar.

İHD : Biliyorsunuz sizin cezaevinde hasta bir hükümlü hayatını kaybetti.

Müdür : Evet Mustafa. 10 ay hükümlüydü.

İHD : Tutukluların hemen hepsi başgardiyandan şikayetçi. Başgardiyan tutuklulara hakaret ediyormuş. Küfredip tahrik ediyormuş.

Müdür : Sanmıyorum. Bazı duyumlar aldım. Tutuklular başgardiyana hakaret etmiş.

İHD : Devlet suçlu sayıp cezaevine koyduğu insanla aynı dili konuşmaz değil mi?

Müdür: Haklısınız.

İHD : Fazla mahkumların yerlerde yatması da bir şikayet konusu. Kaşık verilmemesi.

Müdür : Kapasite fazlalığı bir sorun. İrademiz dışında yeni tutuklular geliyor. Almak zorundayız. Ama her birine bir yatak veriyoruz. Uyku saati geldiğinde yere yatak açıyorlar. Cezaevi mevzuatına göre tutuklular kantinden kendi paralarıyla plastik kaşık, çatal alıyorlar. Demirbaşların dışında masa ve sandalye de kantinden satın alınıyor.

(Müdür bizi ikna için telefon edip kantinde satılan çatak kaşık takımını getirtiyor. Bu ara parası olmayanın çorbayı başına dikerek içmek zorunda kalacağını öğreniyoruz. Bu da özelleştirmeye girişin ilk adımı olmalı. Müdür Doktoru arayıp kaç hastaya baktığını soruyor. Dün 80 hastaya bakıldığı söyleniyor)

İHD : İddianamelerin tutuklulara verilmediği söyleniyor. Bu savunma hakkının ihlali sayılıyor.

Müdür : Konu farklı. Bazen 50−100 sayfayı bulan iddianameler oluyor. Aynı davadan yatan birden fazla tutuklu olunca hepsine bir adet veriyoruz.

(Fotokopi parası olmayan tutuklu en temel savunma hakkı olan iddianamesini alamıyor sonucuna varıyoruz.)

İHD : cezaevinin bakımsızlığından, böcek ve farelerden şikayet var.

(Bu soruya yanıt verilmedi. Araya bir telefon görüşmesi girdi.)

İHD : Elektrik faturalarının çok yüksek gelmesi…

Müdür : Her koğuşun kapısında bir süzme saat var. E5 koğuşundan itiraz geldi. Biz de onların kullandığı elektrikli semaver üzerinden sağlamasını yaptık.

(Elektrik parası olmayan tutukluların lamba dışında hiçbir hakkı yok anlamına geliyor.)

İHD : Su sorunu olduğu şikayetler arasında. Bu Mersin sıcağında…

Müdür : Her bloğun haftada bir sıcak su−banyo günü var. Ne yazık ki enerji panelleri yetmiyor. Soğuk su sorunu yok. Tutuklu başına da 15 dakika sıcak su veriliyor. Geçen yıl ek paneller yaptırdık. Ama hala yetersiz.

İHD : Haftada 15 dakika banyo tabi ki yetmez. Ve şikayet konusu olur. Bunun arttırılması için ne yapılabilir, birlikte düşünelim.

(Mersin sıcağında insanların haftada 15 dakikalık sıcak suyla temizlenmesi mümkün değil. Bu da sürekli eziyet anlamına geliyor)

Müdür : Sorunların birçoğunun kaynağında kapasite fazlalığı var. Tutuklular bazı şikayetlerinde haklı görünüyorlar. Ama bunlar açıklamaya çalıştığım gibi keyfi uygulamalar değildir. Elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyoruz.

İHD : Sizi devletin güler yüzü olarak görüyoruz. Bu bazı bölgelerde yeni uygulama olmalı. Dileriz ki aldığınız notların takipçisi olursunuz. Özellikle başgardiyanın tutumu ve hastalar için. Bir daha gelirsek bu nedenle gelmeyelim. Ziyaretimizi de basınla paylaşınca olumlu sonuçlar bildirelim.

Müdür : Her zaman ziyaret edebilirsiniz. Evet, uygulamalar değişiyor. Allah devletimize zeval vermesin. Daha iyisini imkanlar ölçüsünde yapacağız.

SONUÇ : Cezaevi müdürü bizi kapıya kadar uğurladı. Çıkışta randevudan haberdar olan yüzlerce tutuklu yakını etrafımızı sardı. İHD başkanı Ali Tanrıverdi görüşme ve sonuçları hakkında tutuklu yakınlarına kısa bir açıklama ile moral verdi.

Heyette yer alanlar :

Adil Okay (Yazar). Ali Tanrıverdi (Mersin İHD başkanı), Çiğdem Altuntaş (İHD yönetim kurulu üyesi), Eyüp Sabri (Avukat, İHD yönetim kurulu üyesi), Ömer Ayaz (Avukat, İHD Merkez yürütme kurulu üyesi), Özen Kurtuluş (Avukat, İnsan hakları aktivisti)

Not: “Mersin cezaevi müdürü Kemal Karkajier’den öğrendiklerimiz arasında yeni uygulamalar da var. Örneğin cezaevinde elektrik parasını tutsaklar ödüyor. Parası olmayan çatal, kaşık, masa, sandalye alamıyor. Dışarıdan defter, ajanda, kalem, silgi gönderilmesi, alınması yasak. Tutuklulara ‘kantinde satılan eşyaları dışarıdan almak, yakınların getirmesi yasak mevzuat böyle deniliyor.’ Parası olmayan kâğıt, kalem, v.s. alamıyor. Bu psikolojik eziyettir ve cezaevlerinde özelleştirmelerin ilk adımlarıdır.”

Ağustos 2010

Ali Tanrıverdi ile ilgili Adil Okay'ın yazdığı yazıyı buradan okuyabilirsiniz.

ODTÜ'lü dağcılar pankart açtı, hapishaneden karikatür selamı geldi

ODTÜ'nün Dağcılık ve Kış Sporları Kolu (DKSK)'nın her yaz düzenlediği  ''Bol Karlar'' etkinliğinde bir grup Odtü'lü dağcı arkadaşımız Lahit Kaya Tepesi'nden (3,150m) ve Torosların en yüksek zirvesi olan Kızılkaya Tepesi'nden (3,750m) ODTÜ'lü özgür tutsaklar Barış Önal ve İlhan Kaya için pankart açtı. Hapishanedeki arkadaşlarımıza ulaşan bu resimler üzerine Sincan 1 No'lu F Tipi Hapishanesi Özgür Tutsakları DKSK'nın bu dostluğuna 'Paylaşmak Sadece Bisküvi Paylaşmak Değildir! Sincan Rakım 576m' diyerek bir karikatür yolladı. (Kaynak: İvme Dergisi)
 
kari
 

Adalet İçin Hukukçular: Savunma susturulamaz!


Adalet İçin Hukukçular dün Silivri'de görülen "KCK" duruşmasında ve Engin Çeber'in karar duruşmasında avukatlara sözlü ve fiziki yapılan saldırılar hakkında açıklama yayınladı. Açıklamada, "Savunma teslim alınamamıştır" diyerek meslektaşlarının yanlarında olacaklarını ilan ettiler.

Dün Silivri'de görülen "KCK" davasında avukat Ercan Kanar'ın salondan çıkartılmak istenmesine karşı oturma eylemi yapan avukatlar jandarma ve robocopların saldırısına uğradı. Engin Çeber'in dünkü karar duruşmasında da avukatlar sözlü ve fiili saldırıya maruz kaldı.

Avukatlara yönelik saldırılara karşı Adalet İçin Hukukçular açıklama yaptı. Açıklamada, "AKP her alanda zorlandıkça saldırganlaşmaktadır" denilerek meslektaşlarına yönelik saldırılara sessiz kalınmayacağı vurgulandı.

Adalet İçin Hukukçular'ın "Savunma susturulamaz!" başlıklı açıklaması şu şekilde:

Bugün Silivri'de ki İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen KCK davasında, Av. Ercan Kanar savunmasını yaparken mahkeme heyetince önce susturulmak ardından da duruşma salonundan çıkarılmak istendi. Bu hukuksuz uygulamaya karşı çıkan tüm avukatlara ise müdahale edildi. Jandarmanın saldırısına uğrayan avukatlar duruşma salonunda darp edildiler.

Tablo şu şekildedir; işlerinden çıkarılan işçilere hukuki yardıma giden avukatın kolu polis tarafından kırılmaktadır. İşkencede öldürülen Engin Çeber’in davasında müdahil vekillerine sözlü ve fiili saldırıda bulunulmaktadır. Ve Silivri’de jandarma avukatlara saldırmaktadır.

Tüm bu yaşananlar, AKP’nin ‘ustalık dönemi’ olarak tarif ettiği sürecin bir parçasıdır. İktidara geldiği günden bu yana, hedeflediği ‘yeni Türkiye’ için yargıyı kullanan AKP, 12 Eylül 2010 referandumu sonrasında oluşan tablo ile birlikte, yaptığı sistemli müdahalelerle kendisine muhalif tüm siyasi aktörlerin tasfiyesinde yargıyı ve hukuku daha etkin bir araç olarak kullanmıştır.

Yalnız, yargının üç ayağından biri olan savunma bir türlü teslim alınamamıştır.

Görünen odur ki, duruşmalarda avukatların savunma yapmasını engellemek, susturmaya çalışmak, barolara soruşturma açmak, avukatlara mesleki faaliyetleri nedeni ile dava açmak, tutuklamak, yetmemektedir. Artık adliye koridorlarında ve duruşma salonlarında polis, jandarma ve özel güvenliğin doğrudan fiili saldırısı ile avukatlar susturulmak istenmektedir.

AKP her alanda zorlandıkça saldırganlaşmaktadır. Doğrudan faşist uygulamalar ile ayakta durmaya çalışmaktadır. Buna sessiz kalınmayacağı açıktır.

Adalet İçin Hukukçular saldırıya uğrayan meslektaşlarımıza dayanışma duygularını iletir ve bundan sonraki süreçte yanlarında olacaklarını ilan ederler.

Adalet İçin Hukukçular

(soL - Haber Merkezi)

Kaynak: sol.org.tr

Engin Çeber davasında karar: Üç sanığa müebbet


Metris Cezaevi'nde gördüğü işkence sonucu yaşamını yitiren Engin Çeber davasında karar açıklandı. Mahkeme biri cezaevi müdürü üç sanık hakkında müebbet hapis cezası verdi. Çeber ailesi avukatı Taylan Tanay karar hakkında, "Bazı sanıkların kurtarılmasına erişemediler. Yargıtay aşamasında temkinli olmak gerekiyor" dedi.

Metris Cezaevi’nde işkenceyle öldürülen Engin Çeber davası Yargıtay’ın bozma kararının ardından bugün ikinci defa karara bağlandı. 4’ü tutuklu 52 sanıklı davada tutuklu yargılanan dönemin Metris Cezaevi 2. Müdürü Fuat Karaosmanoğlu ile gardiyanlar Selahattin Apaydın ve Sami Ergazi’ye verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası “iyi hal indirimi” uygulanarak müebbet hapis cezası olarak kararlaştırıldı.

Müebbet hapis cezası bozuldu, şimdi tahliye verildi!
Yargıtay’ın bozduğu kararda müebbet hapis cezası almış olan gardiyan Nihat Kızılkaya’ya işkence suçundan 2,5 yıl hapis cezası verildi ancak yattığı süre göz önüne alınarak tahliyesine karar verildi. Cezaevi doktoru Yemliha Söylemez’e 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verilirken 8 tutuklu sanık 2 yıl 6 ay ile 12 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Üç tutuksuz sanığa da 4 yıl 2’şer ay hapis cezası verildi.

Taylan Tanay: "Bir ileri iki geri bir karar çıktı"
Bakırköy 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği dava kararı hakkında görüşünü aldığımız Çeber ailesi avukatı Taylan Tanay, “Türk yargısının işkenceyle imtihanı sürüyor. Bir ileri iki geri bir karar çıktı. Engin Çeber davasında yeni aşamaya dört yıl sonra geldik. Sevinmek için, umutlanmak için erken. Yargıtay aşamasında temkinli olmak gerekiyor. Yargıtay inanılmaz gerekçelere kararı bozmuştu. Bu karar da kamuoyunun desteğiyle geldi. Bazı sanıkların kurtarılmasına erişemedikleri kanaatindeyim” diye konuştu.

"Fuat Karaosmanoğlu tahliye edilecekti"
Davada yargılanan Metris Cezaevi 2. Müdürü Fuat Karaosmanoğlu’nun tahliyesinin boşa çıkarıldığını söyleyen Tanay, “Eğer 5 yıl dolsaydı Fuat Karaosmanoğlu tahliye edilecekti. Yargıtay’ın kararı bozmasıyla bir fırsat bulmuşlardı, bu boşa çıkarıldı” dedi.

Ne olmuştu?
28 Eylül 2008’de Sarıyer’de Yürüyüş dergisi satışında iki arkadaşıyla gözaltına alınan Engin Çeber’e alındığı İstinye Karakolu’nda ve Metris Cezaevi’nde 10 gün boyunca işkence yapıldı. 29 yaşındaki Çeber gördüğü işkencelerden ötürü 10 Ekim 2008’de yaşamını yitirdi. İşkencede bulunan, sorumluluğu olan cezaevi müdürleri, gardiyanlar, askerler, polislerle birlikte 60 kişiye işkence davası açıldı.

Yargıtay skandal gerekçelerle kararı bozdu!
1 Haziran 2010’da bugünkü duruşmada tahliye edilen Nihat Kızılkaya da aralarında olmak üzere Fuat Karaosmanoğlu, Selahattin Apaydın, Sami Ergazi’ye işkenceyle ölüme neden olmak gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. 39 kişi hakkında da beraat kararı verildi. Kararın 8 ay mahkeme kaleminde bekletildiği de ortaya çıkan süreçte Yargıtay 28 Eylül 2011’de kararı "tarihin 1 Haziran 2010 yerine 3 Haziran 2010 olarak yanlış yazılması" gibi skandal gerekçelerle bozdu. İlk duruşma 20 Şubat 2012’ye verildi, bugün görülen duruşmada da mahkeme davayı ikinci defa karara bağladı.

Engin Çeber'e işkence kanıtlandı
Engin Çeber’in Metris Cezaevi’nde maruz kaldığı işkence görüntüleri ise dava sürecinde ortaya çıktı. Cezaevi kamerası tarafından kaydedilen görüntülerde Çeber’in cezaevine girişi, ayrı odaya alınışı, revire kaldırılışı ve elinde cop olan görevliler detaylı olarak görülüyordu. Bilirkişi raporuyla da kanıtlanan işkenceyle ilgili davanın yeniden görüldüğü süreçte Adli Tıp raporu da Çeber'in işkence sonucu öldüğünü ortaya koydu.

(soL – Haber Merkezi)

Kaynak: sol.org.tr

ÇHD İstanbul Şubesi Engin ÇEBER Davası Açıklaması

01.10.2012, İstanbul

ENGİN ÇEBER’İN KATİLLERİNE CEZA HALK İÇİN ADALET İSTİYORUZ

Engin Çeber’in işkenceyle katledilmesinin üzerinden dört yıl geçti, dört yıl boyunca halkın her kesimi, barolar, demokratik kitle örgütleri, insan hakları dernekleri adalet isteyip katillerin cezalandırılması talep etti. Devlet ideolojisinin yansıması olan mahkemeler ise süreci zamana yayarak oluşan öfkeyi azaltmak, adalet mücadelemizi engellemek istediler. Verilen mücadelenin etkisiyle katillerin bir kısmı hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi ve dosya Yargıtay’a gönderildi. Ancak Yargıtay kendisinden bekleneni yaptı ve bugüne kadar görülmemiş bir usulü gerekçeyle dosyayı bozdu. Dosyaya bakmakla görevli 14 Ağır Ceza Mahkemesi ise Yargıtay’ın bozma kararına uyarak sanıkların tutukluluk süresi dolsun diye dosyayı usul uygulamalarıyla uzattı. Önce sanıklara tebligat yapılmadı sonra hapishanede keşif yapılmasına, otopsi raporunun yeniden düzenlenmesine karar verdi. Her iki işlem Engin’in işkenceyle öldürüldüğünü, işkencenin hapishane müdürünün eliyle yapıldığını bir kez daha kanıtladı. Deliller işkenceyi kanıtlıyordu ama sürecin uzaması katillerin işine yarıyordu. Gerçeğin bir kez daha açığa çıkması pahasına süreci uzatmaya çalıştılar, çalışıyorlar.

Evet, ilk günden bu yana gerçek çırılçıplak önümüzdeydi. Engin gözaltına alındığı andan, tutuklandığı ana ve hapishane tutukluluğu sürede işkence gördü. Çünkü işkenceyle Engin’in haksızlığa ve keyfiliğe karşı direnme geleneğini öldürmeye, onurunu ve siyasi kimliğini çiğnemeye çalışıyorlardı. Çünkü sınırsız bir biat ve tek tip insan istiyorlardı. Engin insan onurunun en direngen damarıydı, boyun eğmedi direndi. “İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek” diye haykıran sesi hapishanenin her köşesinde yankılandı.

Bugün 14. Ağır Ceza Mahkemesinin, insanlık onurunu çiğneyen katiller hakkında bir karar vermesi bekleniyor. 14 Ağır Ceza Mahkemesi ya halktan yana bir karar verecek ya ezenden, işkencecilerden yana bir karar vererek işkencecileri koruyan devlet geleneği devam ettirecek. Engin Çeber’in üzerine düşen her darbenin, söylenen her sözün ve kafasını duvara çarparak oluşan her izin belgesi de, tanığı da ortada. Tanıklarda, belgelerde katillerin adını defalarca haykırdı. Elbette ki hiçbir karar bunları tarihten gizleyemez,  silemez.

Biz biliyor ve inanıyoruz ki, hiçbir halk adaletsiz kalamaz, tarih öğretmiştir ki halkın adalet mücadelesi her daimdir ve er ya da geç sorumluların yakasına yapışmıştır. Katiller hak ettikleri şekilde cezalandırılmalıdırlar, adalet mücadelemiz katillerin cezalandırılması içindir, bunun için mücadelemizi büyütecek ve sorumlulardan hesap sormaya devam edeceğiz.

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi
Progressive Lawyers Association
 
ORHAN ADLİ APAYDIN SK. NO:11/3 BEYOĞLU/İSTANBUL
Tel/Faks + 90 (212) 245 04 40
www.chd.org.tr
 
Kaynak: halkinsesi.tv

Eylem çağrısı

TKMP, Tekirdağ F Tipi Hapishanesi önünde işkenceci Müdür Haydar Ali Ak’ı teşhir ediyor

Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP), son süreçte devrimci tutsaklara yönelik saldırılara hız veren, Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi 2. Müdürü Haydar Ali Ak’ı teşhir için hapishane önünde bir eylem düzenliyor.

Devrimci tutsaklar yalnız değildir! Sahipsiz hiç değildir! TKMP, dün olduğu gibi bugün de devrimci tutsakların yanında olacak, tecrite karşı onlarla birlikte mücadele edecek.

Tarih: 3 Ekim 2012 Çarşamba

Yer: Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi önü

Saat: 12.30

Otobüs kalkış yeri: Okmeydanı Anadolu Kahvesi otobüs durağı (Nişangah durağı)

Otobüs kalkış saati: 08.30

Kaynak: alinteri.net

IPA'dan Türkiye'ye ifade özgürlüğü uyarısı

Uluslararası Yayıncılar Birliği (IPA) yaptığı bir açıklamayla Türkiye'de yürürlükte olan Terörle Mücadele Yasasının ifade özgürlüğünü kısıtladığı uyarısında bulundu.

IPA yayınladığı açıklamayla çevirmen ve yayıncı Deniz Zarakolu ile yargılanması süren yayıncı Ragıp Zarakolu’nun üzerlerine atılı suçların kaldırılması, Deniz Zarakolu’nun tutukluluğuna son verilmesi çağrısında bulundu.

Açıklamada şöyle denildi: “Deniz Zarakolu, BDP’nin Siyaset Bilimi Akademisi’nde bir ders verdiği için tutuklandı. Bu parti yasaldır ve böyle parti bağlantılı araştırma akademileri Türkiye’de yaygındır. Benzer enstitüler CHP ve AKP tarafından da yönetilmektedir. IPA pek çok yazar ve entelektüelin yalnızca yazıları ve yayınları nedeniyle suçlandıklarına inanıyor ki bu durum Türkiye’nin insan hakları yükümlülüklerinin ihlalidir. Terörle Mücadele Yasası’nın (TMY) genişliği Türk yetkililere Türkiye’de pek çoklarının ifade özgürlüğünü kısmasına neden oluyor. Bu Zarakolu’lar için özellikle geçerli.”

Kaynak: kizilbayrak.net, ANF / 02.10.12

SİNAN BÜLBÜL'DEN MEKTUP VAR: "GÖRÜYOR, HİSSEDİYOR, YAŞIYORUZ. HEM DE HAPİSHANENİN DÖRT DUVARI ARASINDA!"

Merhaba Adil abi,

Öncelikle ailece hepinizi sevgilerimle selam ediyor, yaşamınızda hem mutluluklar hem de başarılar diliyorum.

Epey zaman oldu sana, size mektup yazamadım. Bu zaman diliminde öyle şeyler yaşandı ki, halen tüm çıplaklığıyla devam ediyor. Elbette bunların yoğunluğunu tümümüz görüyor, hissediyor, yaşıyoruz, yaşamaktayız. Hem de hapishanenin dört duvarları arasında! Söz konusu barış-kardeşlik-eşitlik-özgürlük oldu mu? Her şey tuzla buz olmaya başlar ve o vakit herkes kılıcını çeker. Son yaşanan olayların etkisi herkesi ciddi bir şekilde etkiliyor. Hele hele 'ARAP BAHARI' adı altında soykırıma katliama varacak boyutta cinayetlerin işlenmesi akıl almaz boyutlara vardırılmış durumda.

Suriye, medeniyetin merkeziyken, şimdi viraneye çevrilmiş ve medeniyet kapitalist güçlerin-emperyalist kampların-çetelerince talan ediliyor. Yitirilen İNSANLIK ise, her gün bu saldırganlık karşısında yüzlerce insanın mağdur duruma düşmesidir, düşürülmesidir.

Tarihsel intikamcılık bu olsa gerek! 'Demokrasi' götüreceğiz adı altında yeniden kral ve kralcıklar yaratılıyor. Acımasız merhametsiz, şefkatsizlik bunların eliyle dinamitleniyor. Canlı canlı iletişim araçları, naklen bizlere izlettiriyor, ulaştırılıyor. Şam-Halep-Humus ve diğerleri akıl almaz derece yıkıma uğratılıyor. Bu yetmezmiş gibi halklar arasına zehir tohumları ekiliyor. Ortadoğu, Mezopotamya halklar bahçesiyken, halklar, mezhepler tahrik ediliyor, provoke ediliyor, birbirine düşürmenin koşulları yaratılıyor. Tüm bunların yanında demagojiyle kapitalist ağa babalarının yöntemlerini kamuoyu nezdinde yumuşak bir dille kabul ettirmeye çalışanlar da az değil. İbretle bunu, bunları TV'lerin ekranlarında izliyoruz. Gerçekten mide kaldırmıyor, adeta kusuyor. Velhasıl fazla ifade etmeyeyim, zaten tüm bu çarpıklıkları hep birlikte seyrediyor, izliyoruz.

Sevgili Adil Abi, kartınızı aldım. Öykü'nün küçük çizimi de zarfın içindeydi. Teşekkür ettim. Bu aralar yoğun bir çalışma temposu içerisindesiniz. Gerçekten bu çalışmalarınız takdire şayandır, bir yardımım dokunursa mutlu olurum. Hani dedim ya, hapishanedeyiz. Ancak dışarının cıvıl-cıvıl, canlı-akışkan hayatından, toplumsallığından kopuk değiliz. Bire-bir yaşıyoruz.

İki kitap çalışması için hapishanede, evli arkadaşların yaşadığı sorunları kapsayan-kapsayacak kitabımız için, yanımdaki arkadaşlarla konuştum. Birçok evli arkadaş var. Kimileri yıllardır içerde. Yaşanan duygu anaforları asla unutulmaz. Kitap için nasıl bir desteğimiz olabilir. Sadece çocukların ismi, kaç yıldır içerde, görüş sıkıntıları vs. biçiminde ve fotoğrafları mı lazım? Eğer bu çerçevedeyse gerekenleri yaparım, bir de farklı bir şey-bununla birlikte-acilen bilgilendirirsen iyi olur. Artık cevabıma yanıt olursun.

Ben evli değilim. Yaklaşık 19 yıldır hapishanedeyim. Zamanımız aşağı yukarı nasıl geçtiğini tahmin ettiğin için değinmeme gerek yok.

İnternet Sitesini (Görülmüştür, b.n.) bizimkiler takip edebiliyorlar. Hapishanede bu yollarla dostlara akraba ve tanıdıklarımıza ulaşmak hakikaten iyi bir şey. Burada, bu tür şeylerden mahrumuz. Sadece bu tür bilgileri gazetelerden takip edebiliyoruz. Umarım yararlı olur, emeklerinizin karşılığını alırsınız. Bu nedenle teşekkürlerimi sunarım.

Bunların dışında ise, öyle farklı belirtecek bir şey yok. Umarım bu gergin atmosferin yerini sakinliğe, asudeliğe terk etmesidir. Bir de Barış'a...

Başta Tulin yengeme selam ediyor, mutluluklar ve başarı dileklerimi sunuyor, tümünüzün yaşamında hiçbir zaman özgürlüğün eksilmemesini diliyorum. Kolaylıklar diler, Öykü'nün gözlerinden öperim.

Esen kal.

 

SİNAN BÜLBÜL

MUŞ E Tipi cezaevi

30.oda

EROL ENGİN'DEN MEKTUP VAR: "Genel olarak hapishanelerde çay kaşığıyla verirler; kepçeyle, kazanla geri alırlar"

Sevgili Adil Abim merhaba,

Sevgi ve saygılarımı gönderiyorum, kucaklıyor öpüyorum seni ve Tülin Ablamı. Öykü'yü gözlerinden öpüyorum.

Nasılsınız? Sağlık ve güzelllikler diliyorum. Gönderdiğin kartı aldım, yazılı ve yazılı olmayan kartları. Teşekkür ederim; elinize, yüreğinize sağlık Abim. Ben de iyiyim. Bu koşullarda nasıl olmamız gerekiyorsa biz de öyleyiz. Yaşam kendi seyrinde akıp giderken acısı da tatlısı da elbette oluyor. Buranın koşulları da haliyle böyledir. Koşullar değişmeyince burada haliyle değişen birşey olmuyor. Haftada iki 45 dakika sohbet, 1 saat da spor olunca yeni yenilikler de göstermiyor kendisini. Son dönemde verilen “disiplin” cezalarından dolayı açık görüş cezaları oldu. Yürürlükte olan yasa iptal edilince açk görüş cezası olanlara karşı uygulanan bu keyfi uygulama da son buldu. Tabi bunun ardından nasıl bir uygulama gelecek onu da bekleyip göreceğiz. Genel olarak hapishanelerde çay kaşığıyla verirler; kepçeyle, kazanla geri alırlar.

Hücremizde çiçeklerimiz var. Hasadını alınca dışarıda olan sevdiklerimize ve arayıp soranlarımıza “gül bahçesinde bir çiçek de bizden size” diyerek gönderiyoruz. Beğenmenize çok sevindik. Tecrit hücresinde yetişen gül, sizlere sıcak bir gülüş... Sıcak bir çocuk bakışı, gülüşü olsun dedim. Farklı mekanlarda karşılaşsaydık bu kadar güzel yetiştirmezdik bu çiçeklerimizi. Fesleğen, sarmaşık... İki tane daha vardır ama adlarını bir türlü öğrenemedik. Birinin horoz ibibiği gibi açıyor çiçeği. Galiba “gece sefası” diyorlarmış. Şimdilik iyiler, ilerde nasıl olur bunu bilemem. 

Kartta sorduğun sorular var (…) abim. Ben evli değilim. Yazdığın bir kitapta okumuştuk. (Yanlış hatırlamıyorsam Filistin'de savaşan Türkiyeli devrimcilerle yaptığın röportajda sorduğun soru olması gerek. Diyorsun ki konuştuğun arkadaşlardan birine “Aşık oldun mu? ... İnsan aşkı da yaşamalıdır”. Eğer yanlış hatırlıyorsam lütfen kusuruma bakmayasın Abim.) Yani kısaca aşık olmadım, aşkı yaşamadım. Hal böyle olunca evlenmeye zaman mı bulamadık, ya da düşünmedik mi? Ama tek gerçek öyle bir şeyi düşünmedik, evlenip de çocuk sahibi olmak... Bu kadar uzun yaşayacağımı hiç düşünmedim. İnan ki Abim gerçekten bu kadar uzun yaşayacağım (…) hiç aklıma gelmemişti.. Öyle çok ölümle karşılaştık, ölmeyi beceremedik. Demek ki her insanda mutlaka beceriksiz yanlar mutlaka oluyor. Bütün çocuklar sevdalığın güzelliğini anlatır bize. Bakışıyla, gülüşüyle, ağlayışı ve kızgınlığıyla bile. En azından ben böyle düşünüyorum. Çocuklar bizim geleceğimizdir. Erken büyüyorlar çocuklar. Önemli olan sancılı topraklarımızda nasıl büyüyüp yetiştikleridir bence be Abim. Görsel ve yazılı basında görürüz. (…) tutsakların çocukları anne ve babalarından mahrum kalıyorlar, anne ve babalar da çocuklarından mahrum kalıyorlar. Nasıl anlayabiliriz? Abim galiba bana çok yabancı bir konu gibime geliyor. Güzel bir konudur. Evli olup da yıllarca çocuklarını kucağına alamayan insanlarımız vardır. Herkesin anlayacağı çok şey vardır.

Şiiri sormuşsun bana abim. Şiir bana ait değildir. “Faika Sarp” adında bir kadına aittir. Ko

ra yayınlarından çıkmış bir kitaptır. Kitabın adı “Aşkaısmarladık”. Öyle yeteneklerim fazla yok Abim. Bir dönem öykü ve şiirle uğraştım. Çok öykü yazdım ama sonunu bağlamakta zorlandım. Keza biraz şiir de yazdım. 30-40 tane yazdım, öylece bende duruyorlar. Bazen uğraşıyorum ama birşeyler çıkaramıyorum. Galiba biraz da yetenek işidir bu tür işler. Bende de öylesi yetenek yoktur abim. 

Ülkemizde ve dünyada savaş tartışmaları sürüyor. Her “özgürlük götürüyoruz” dediklerinde halkları katletmeye devam ediyorlar. Ülkemizin “yöneticileri” adeta kanla yatıp kanla kalkıyorlar. Suriye halklarını katletmekten başka birşey düşünmüyorlar. Gerici güçler Suriye konusunda birleşmişler. Bir yandan da Esad halkını katledip duruyor. Esad da kendi halkını öldürmekten başka birşey yapmıyor. Bir yanda emperyalist gerici güçler, bir yanda Esad. Ölen hep yoksul halklar oluyor. Tayyip bu sefer de kafayı BDP vekillerine takmış. Önündeki engelleri bir bir kaldırmak istiyor. Gerçek şu ki Kürt halkı eski Kürt halkı değildir. İşte anlamadıkları bu olsa gerek. Öyle gözüküyor ki meclis açıldığında “dokunulmazlıkları” kaldıracaklar. Sorun ulusal sorun olunca hepsi tek ses çıkarıyor. Yaşadıkları hüsranın acısını vekillerden çıkarmak istiyorlar. Kala kala bir tek vekiller kaldı içeri atmadıkları. Galiba gerçek olan şu, iktidarın ve egemenlerin çöküşünün korkusudur bütün bu saldırganlıkları. Ferman padişahın olsa da dğların hükmü kendisini her koşulda gösteriyor. Padişahın fermanının dağlar karşısında sustuğu bir gerçektir. Çağımzın padişahlarının fermanı hükmünü yitirmiştir. Tek çareleri önlerine geleni tutuklayıp hapishaneye doldurmak oldu. Tarih hep kazananları yazmıştır ve hep böyle olacak. Kaybedenlerin esamesi okunmaz olmuştur.

Sevgili Abim sohbetin sonuna geldik. Tekrardan sevgi ve saygılarımı gönderiyorum, kucaklıyorum sizi.

Sevgilerle, hoşçakalın.

Erol Engin

F Tipi Hapishane A-16 Edirne

GÜLAZER AKIN'DAN MEKTUP VAR

"Doğru çocuğum yok biz nerdeyse çocuktuk içeri alındığımızda içerdekilerin bir çoğu duvarlara baka baka büyüdüler ve olgunlaştılar. Duvarlar çürüdükçe biz olgunlaştık. Sonra duvarlar yaşlanıp sıvanmaya bizde beyazlaşmış saçlarımızı boyatarak beyazları yalanlamaya başladık. Gelip baksanız çoğumuz hala çıkıp geldiğimiz çocuksu zamanımızı yaşıyor… Bizim kendi çocuklarımız yok biz içeri girdiğimizde kundaktaki kardeşimiz, yeğenimiz şimdi koca insan oldular. Bizler sadece bu olanları zindanının küçük penceresinden izliyorduk. Her geldiklerinde şaşkınlığımız aynı oldu, zamanın hızını görmeyen bizler ya sen ne zaman bu kadar büyüdün dedik. Bu imkansız bir haksızlık duygusu hatırlatıyor insana…" Gülazer Akın

Değerli Adil abi.

İçtenlikle merhaba; gerçektende uzun zaman olmuştu haberleşmeyeli. Sizler dünyanızın, bizler dünyamızın başında kaybolup gidiyoruz… Yeni kitap çalışman gerçekten çarpıcı bir konu. Bizim ülkemizin kanayan yaraları çok nereye baksan koca bir yara nereye baksan derin bir sızı . En azından bunları görünmesini sağlar bu alışma… Yani bu halka. Evet “Zindan Kapılarında Büyüyen Çocuklar” dolu bu ülke. Doğru çocuğum yok biz nerdeyse çocuktuk içeri alındığımızda içerdekilerin bir çoğu duvarlara baka baka büyüdüler ve olgunlaştılar. Duvarlar çürüdükçe biz olgunlaştık. Sonra duvarlar yaşlanıp sıvanmaya bizde beyazlaşmış saçlarımızı boyatarak beyazları yalanlamaya başladık. Gelip baksanız çoğumuz hala çıkıp geldiğimiz çocuksu zamanımızı yaşıyor… Bizim kendi çocuklarımız yok biz içeri girdiğimizde kundaktaki kardeşimiz, yeğenimiz şimdi koca insan oldular. Evlenenler bile oldu. Kundaktan evlenmeye kadar büyüdüler. Bizler sadece bu olanları zindanının küçük penceresinden izliyorduk. Her geldiklerinde şaşkınlığımız aynı oldu, zamanın hızını görmeyen bizler ya sen ne zaman bu kadar büyüdün dedik. Bu imkansız bir haksızlık duygusu hatırlatıyor insana… 

Bizim burada 7 kadın arkadaşta evli değiliz dolayısıyla çocuklarımız yok. Ama erkek arkadaşlardan evli ve çocukları olan var. Ben ulaşabildiklerime ulaşıp yazmalarını sağlayacağım. Kitap çalışmanızla ilgili konuda elimden ne gelirse yaparım.

Umarım iyisiniz ailece. Öykü şimdi daha çok büyümüştür. Ben yeğenlerime hep ben çıkıncaya kadar büyümeyin dedim ama beni dinlemedi, durmadan büyüdüler. Büyüdükçe de duyarsızlaştılar, uzaklaştılar ve yabancılaştılar. Çocukken daha yakınlardı bana. Büyüdükçe ihmal ettiler. Tipik büyüklük hali. Ben zaten bir şey umarsam çocuklardan umuyorum. İnsanlar büyüdükçe umudumu da kesiyorum onlarda. Onun için biz içerdekilerin çocuk dostları daha fazladır. Biz içerdekiler çocuklara bir başka düşkünüzdür.

Bitireyim.. Tülin arkadaşa da candan selamlar Öykü’yü öpüyorum. İçtenlikle selamlıyor saygı ve sevgilerimi gönderiyorum.

6 Eylül 2012   Gülazer Akın

Adıyaman E-tipi ceza evi      

'Diyarbakır zindanları zulmün kalesiydi'

Diyarbakır'da binlerce kişi Diyarbakır 5 Nolu Cezaevinin İnsan Hakları Müzesi haline getirilmesi talebiyle düzenlenen mitinge katıldı.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'nin "İnsan Hakları Müzesi" olması talebiyle Diyarbakır'da düzenlenen mitinge binlerce kişi katıldı. "Diyarbakır zindanları zulmün kalesiydi" diyen DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, Başbakan Erdoğan'ın "Selahattin Eyyubi'nin, Ahmede Xani'nin, Feqiye Teyran'ın, Melaye Ciziri'nin torunlarıyla barış yaparım" demesine tepki göstererek, "Peki biz kimiz? Biz Eyyubi'nin, Xani'nin, Teyran'ın ve Ciziri'nin torunlarıyız.Ben inanıyorum, Erdoğan'ın bu söylemlerinden, Xani, Eyyubi, Teyran ve Ciziri'nin kemikleri sızlıyor" dedi.

ONBİNLER CEZAEVİ MÜZE OLSUN DİYE HAYKIRDI

78'liler Girişimi Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun ''Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi 'İnsan Hakları Müzesi' olsun" talebiyle Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda düzenlediği mitinge binlerce kişi katıldı. Düzenlenen miting meydanına kurulan 4 arama noktasından alana giren binlerce kişi, 5 Nolu Cezaevi'nin müze olmasını istedi. Aramalarda polis kimi yurttaşların yanlarında getirdiği PKK'nin öncü kadrolarının posterlerine el koydu. Yoğun güvenlik önlemleri altında alana giren binlerce kişi sık sık "Biji serok Apo", "Şehit namirin" sloganlarını attı. Sahnenin arkasına dev yazılarla ''Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi 'İnsan Hakları Müzesi' olsun" pankartı asıldı. Sahnenin ön tarafına ise "12 Eylül darbecileri yargılansın", "Kürt halkının 'Acıların kalbi: Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi! Kalbime dokunma" pankartlarının yanı sıra, alanda "Mazlumlar ve Hayrilerle başlayan direniş ruhuyla özgürleşeceğiz" pankartı açıldı. Yeşil sarı kırmızı renklerin hakim olduğu miting alanında, 2 yerde kurulan ''Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi 'İnsan Hakları Müzesi' olsun" imza standı yoğun ilgi gördü.

DİYARBAKIR 5 NO'LU CEZAEVİNDE KATLEDİLENLERİN İSİMLERİ TEK TEK OKUNDU

İstasyon Meydanı'nda bulunan caminin minaresinden polislerin görüntü alması dikkat çekerken, alanın hemen yanında ise çok sayıda zırhlı araç bekletildi. Sahneden Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'nde katledilen ve yaşamını yitirenlerin isimleri tek tek okundu. Mitinge ayrıca aralarında Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Cemal Arat, Ferhat Kurtay'ın ailelerinin de bulunduğu, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'nde yaşamını yitirenlerin aileleri katıldı. Mitinge DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, BDP Eş Genel Başkanı Gülten Kışanak, DTK Daimi Meclis Üyeleri Ayla Akat ve Altan Tan, BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, Akademisyen Nazan Üstündağ ve Diyarbakır Tabip Odası, Göç-Der, Barış Anneleri İnisiyatifi, Eczacılar Odası, BDP, DTK, ÖSP, MAZLUMDER, İHD, Diyarbakır Barosu, KURDİ-DER, Diyar TUHAD-DER, MEYA-DER, GUNSİAD, KESK bileşenleri, Elektrik Mühendisleri Odası, İnşaat Mühendisleri Odası ve çok sayıda STK temsilcileri katıldı.

Miting bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Tertip Komitesi adına Diyarbakır 78'liler Girişimi Sözcüsü Gani Alkan konuşma yaptı. Alkan'ın ardından konuşan 78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, mitingi düzenlemelerinin amacını şöyle sıraladı: "Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'nde vahşeti yaşayanlar ve Kürt halkından özür dilenmelidir. Cezaevi İnsan Hakları Müzesine dönüştürülmelidir. Diyarbakır Cezaevi'nde vahşeti uygulayanlar yargılanmalıdır." Can, sözlerini "Kahrolsun faşizm, kahrolsun sömürgecilik" diyerek tamamladı. Konuşmanın ardından Koma Çiya sahne alarak, "Şıtla Azadiye" ezgisini alanda bulunanların eşliğiyle seslendirdi.

'HÜKÜMET İKİ YÜZLÜ POLİTİKA İZLİYOR'

Daha sonra konuşan DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'ni anlatmak için kelimelerin yetmeyeceğini belirterek, "Onu yaşayanlar bilir" diye kaydetti. "Keşke o kanlı duvarların dili olsaydı, yaşananları bize anlatsaydı" diyen Türk, Diyarbakır zindanlarında işkenceye ve zulme karşı direnenlerin olduğunu kaydetti. Türk, şöyle devam etti: "Kemal Pir'i, Hayri Durmuş'u, Mazlum Doğan'ı, Ferhat Kurtay'ı, Necmettin Büyükkaya'yı buradan saygıyla anıyorum. Onlar bu halk için kendini feda ettiler. Bu zulmün bitmesi için halkımız özgürlük için yollara düştü. Ama sistem faşist ırkçı mantık asla ve asla bu halkın özgürlük konusundaki taleplerini dikkate almadı. Bugün de bakıyoruz aynı anlayışla karşı karşıyayız. İmralı'da sayın Öcalan, akan kanın durması için büyük bir çaba gösterdi. Bugün de Sayın Öcalan kardeş kanın durması için yeniden çağrılar yapıyor." Türk, hükümetin iki yüzlü bir politika izlediğini ve Kürtlerin taleplerini ve özgürlük mücadelesi boşa çıkarmak için çeşitli oyun ve tezgahlar sergilediğini kaydetti.

'EYYUBİ'NİN, XANİ'NİN, TEYRAN'IN VE ÇİZİRİ'NİN KEMİKLERİ SIZLADI'

Türk, AKP kongresinde Başbakan Erdoğan'ın "Ayrımcılığa karşıyız asla kabul etmeyiz" dediğini hatırlatarak, "Peki bir halkın dilini, bir halkın kimliğini, bir halkın siyasi statü talebini reddedersen ayrımcılık değil midir? Ayrımcı sensin, bölen sensin" dedi. Başbakan Erdoğan'ın "Ben bunlarla diyalog kurmam" sözlerine tepki gösteren Türk, Başbakan Erdoğan'ın "Selahattin Eyyubi'nin, Ahmede Xani'nin, Feqiye Teyran'ın, Melaye Ciziri'nin torunlarıyla barış yaparım" dediğini hatırlatarak, "Peki biz kimiz? Biz Eyyubi'nin, Xani'nin, Teyran'ın ve Ciziri'nin torunlarıyız. Eğer bugün Selahalletin Eyyubi halkının dilinin, kimliğinin inkar edildiğini görseydi, bilseydi kıyametler koparırdı. Ben inanıyorum, Selahattin Eyyubi'nin, Ahmede Xani'nin, Feqiye Teyran'ın, Melaye Ciziri'nin de Erdoğan'ın bu söylemlerinden dolayı kemikleri sızlıyor."

'DİYARBAKIR ZİNDANLARI ZULMÜN KALESİYDİ'

"Diyarbakır zindanları zulmün kalesiydi" diyen Türk, bugün Diyarbakır zindanının "İnsan Hakları Müzesi" dönüşmesini torunları ve çocuklarının o zulmü unutmaması için dediklerini söyledi. Türk, o zulmün yaşandığı yerin ziyarete açılması gerektiğini belirterek, "Dünya ve bütün Ortadoğu halkları da Diyarbakır zindanında yaşananları bilmelidir. Hatta en önemlisi Türk halkı bizim yaşadıklarımızı kavrayabilsin, görebilsin. Belki o zaman insanlık duyguları öne çıkacak. Zulme ve işkenceye karşı ortak bir mücadele gelişecektir. Bunun için bizim müze talebimiz çok önemli bir projedir" dedi.

Türk'ün konuşmasının ardından Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'nde katledilen ve yaşamını yitiren PKK'nin öncü kadrolarının yakınları tek tek sahneye çıkarıldı. Necmettin Büyükkaya'nın eşi Cemile Büyükkaya, Cemal Arat'ın annesi Sakine Arat ve Mazlum Doğan'ın kardeşi Arife Doğan birer konuşma yaptı. Miting İlkay Akkaya'nın seslendirdiği ezgiler eşliğinde sona erdi.

Kaynak: emekdunyasi.net

Tecrit devam ediyor

TKMP, Eylül ayı hak ihlalleri raporunu açıklayarak, 3 Ekim'de Tekirdağ F Tipi önüne, tutsakların yanında olmaya çağrı yaptı

Tecrite Karşı Mücadele Platformu, Galatasaray'da yaptığı eylemle, hapishanelerdeki hak ihlallerini basına sundu.

Hapishanelerde devrimci- yurtsever tutsaklara dönük yaşanan hak ihlallerini her ay yaptığı açıklamayla basına duyuran TKMP, Galatasaray'da yaptığı eylemde hapishanelerde tecrite karşı direnen devrimci tutsakların yalnız olmadığını vurguladı.

"Tecrite son!", "İçerde dışarda hücreleri parçala!" ve "Devrimci tutsaklar onurumuzdur!" sloganlarıyla başlayan eylemde basın açıklamasında tecritin mektup- görüş- hücre yasaklarıyla daha da ağırlaştırıldığı belirtilerek şu ifadelere yer verildi;

Egemenlerin, toplumsal muhalefeti , işçi sınıfı- emekçilerin ve Kürt halkının eşitlik, özgürlük ve hak arama mücadelelerini bastırmak noktasında hapishaneler özel bir yerde duruyor. Sınıflı toplumların tarihi kadar eski olan hapishaneler tarihinde, her dönem haksızlığa, eşitsizliğe ve sömürüye karşı mücadele edenler, tecrit, baskı ve işkenceyle hem fiziksel hem de ruhsal olarak tutsak alınmak isteniyor.

On binlerce yurtsever ve devrimci tutsağın olduğu Türkiye ve Kürdistan hapishanelerinde de, tutsaklar tecrite ve baskıya karşı direnmeye devam ediyor, fiziksel olarak kendilerini tutsak alanlara ruhlarını teslim etmeyeceklerini her seferinde bir kez daha gösteriyorlar.

Aylardır tecrit altında tutulan ve görüşleri engellenen Abdullah Öcalan üzerindeki tecrite karşı 7 hapishanede süresiz açlık grevine başlayan yurtsever tutsaklar "Adalet Bakanlığı" nın emriyle saldırıya uğrayarak tek kişilik hücrelere, en temel ihtiyaçları olan su, şeker ve battaniye dahi verilmeden konuldular.

Silivri'de gerçekleşen saldırıda, hapishane idaresi tutsaklara, yaşlı ve hasta demeden saldırdı. Onlarca tutsak yaralı.

Hasan Alkış gibi yüzlerce hasta tutsak, hapishanede kalmaları halinde ölecek olmalarına rağmen, hala serbest bırakılmıyorlar.

Hasta tutsakların hapishane koşullarında ölümle boğuşmalarının ve en temel insan hakkı olan yaşama hakkının ellerinden alınmasının yanı sıra, tutsakların mektup, görüş ve gazete yasaklarıyla dış dünya ile bağlantılarının kesilmesi ve bilinçlerinin de tutsak alınması hedefleniyor. Bu ay Sincan 2 No'lu F Tipi'nde de tutsakların Özgür Gündem ve Azadiya Welat gazetelerini almaları hapishane idaresi tarafından keyfi şekilde engellendi.

Devrimci ve yurtsever tutsaklar hapishanede attıkları her adımla ve boyun eğmedikleri her baskı karşısında cezalarla karşılaşıyorlar. Bir ay görüş, iki ay mektup yasağı, gazete ve dergilere el konulması, hücre cezaları vs. derken, 3 ve tek kişilik hücrelerle dayatılan tecrit ağırlaştırılıyor.

Tamamen keyfi olan bu uygulamalara karşı bizler devrimci ve yurtsever tutsakların dışardaki sesi olmaya, tecrite karşı mücadele etmeye devam edeceğiz.

Bu çerçevede, 3 Ekim'de tutsaklara dönük işkence ve baskının en yoğun yaşandığı hapishanelerden biri olan Tekirdağ F Tipi hapishanesinin önünde olacağız.

Açıklamadan sonra eylem sloganlarla ve TKMP'nin 3 Ekim tarihinde Tekirdağ F Tipi önünde yapacağı eyleme çağrı yapılarak sonlandırıldı.

Kaynak: alinteri.net

Cuma Özkan'dan Mektup Var: "Biliyoruz Devlet Bizi Teslim Alamadı Onun İçin Bizi Hapishanelerde Çürüterek Yok Etmek İstiyor"

Bir gün halklarımızla birlikte özgürleşeceğimize inanıyoruz. Sosyalist bir dünya mümkündür. Halkların eşit, özgür ve demokratik bir yaşamı için insan herşeyini ortaya koyacak gücü vardır. Bugünkü dünyanın içinde bulunduğu çürüme görülüyor ve yaşanıyor. Her şey çok somuttur. Dolayısıyla Alternatif bir toplumda, dünyada yaşamak mümkündür. Bu inanç bende güçlüdür.

Değerli Dost Heval Adil, merhaba.

Değerli Adil Heval, ben toplam olarak 30 yıldır cezaevindeyim. Bu uzun yılların değerlendirmesini yazmıyorum. Şu an buna ihtiyaç da yok. Benim durumumda kaç kişi var bilmiyorum.

Ama yüzlerce 20-21 yılını tamamlamış arkadaş var. Bu bile dünyada pek örneği olmayan bir şey. Bunu hukukla-adaletle izah etmek de yetmez... Ama bizler biliyoruz ki, devlet bizi teslim alamadı, onun için bizi hapishanelerede çürüterek yok etmek istiyor. Açık olan bir gerçek budur.

Bugün, 12 Eylül 2012. ilk tutuklandığımdan bu yana tam 32 yıl geçmiş. 12 Ekim 1980 yılında tutuklandım. Üç ay gözaltında her türlü işkenceyi gördük. Daha sonra Adana Askeri Mahkemesinde idam cezası aldım. Yaşımın küşük oluşundan 20 yıla indi. 1989 yılın başlarında tahliye oldum. 3.5 yıl dışarıda kaldım. 1993 yılında yeniden tutuklandım. O günden bu yana cezaevindeyim.

Sana küçük bir anımı, kısacası bir iki satırla yazıyorum: 1981 yılında Antep Askeri Cezaevinde; Veysel Güney arkadaşla hücremiz yan yanaydı. Veysel Dev-Yol davasından tutuklanmıştı. Ama birbirimizi çabuk anladık. Bir çok duygu ve düşünce paylaştık. Veysel Kürtçe bilmezdi. Bizden-benden en çok kürtçe türkü, marşlar dinlemek istiyordu. Bizde ona bol bol Gülistan'ın parçalarını söylerdik. Bazen de “bana memleket havasından(Malatya-Sivas) söyleyin” derdi. Onu da Sivaslı bir-iki arkadaşımız söylerdi. Bizler Veysel Güney yoldaşı çok seviyorduk. Çünkü o bir devrimciydi, üstelik yaralıydı. Onun bizden istediklerini tartışmasız karşılamaya çalışıyorduk. Birgün beni hücre mazgalına çağırdı. Şunu dedi: “Sizin örgütünüz doğru yoldadır. Sizler doğru yoldasınız, mutlaka başaracaksınız. Yolunuzdan şaşmayın” dedi. Bu sözleri niye bana söyledi, belki de başka bir arkadaşa da söylemiş olabilir. Bilmiyorum. Belki de kısa bir sürede kaynaşmamız ve o zamanki pratiklerimizden yola çıkarak söylemiş olabilir. Zaten birkaç gün sonrada idam ettiler. Yiğit bir devrimciydi. İdama giderken, attığı sloganlar halen aklımda.

Değerli Adil Dost, ben 1993 yılında tutuklandıktan üç ay sonra kızım dünyaya geldi. 20 yıldır annesiyle birlikte beni yalnız bırakmadılar. Yozgat, Konya, Malatya, Antep Cezaevlerinde kaldım. Kızım Şehriban ve Annesi yaz-kış demeden, ekonomik sıkıntılarıyla birlikte hep yanımda oldular. Şimdi kızım üniversiteye gidiyor. Ben halen zindandayım. Bir gün halklarımızla birlikte özgürleşeceğimize inanıyoruz. Sosyalist bir dünya mümkündür. Halkların eşit, özgür ve demokratik bir yaşamı için insan herşeyini ortaya koyacak gücü vardır. Bugünkü dünyanın içinde bulunduğu çürüme görülüyor ve yaşanıyor. Her şey çok somuttur. Dolayısıyla Alternatif bir toplumda, dünyada yaşamak mümkündür. Bu inanç bende güçlüdür. Ben, gelecek özgür günleri görmezsem de, gelecek güzel insanlarımızın göreceğine olan inançla sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Çalışmalarında başarılar. Tüm Dostlara selamlar. 

12 Eylül 2012

CUMA ÖZKAN – H TİPİ CEZAEVİ (GAZİANTEP)

KOMPLOYLA TUTUKLANANLAR SERBEST BIRAKILSIN İLHAN KAYA VE BARIŞ ÖNAL'A ÖZGÜRLÜK

AKP’nin polisinin demokratik mücadele veren kurum ve derneklere yaptığı baskınlarda komplolarla tutuklanan ODTÜ İnşaat Mühendisliği 3.sınıf öğrencisi İlhan Kaya ve ODTÜ mezunu İnşaat Mühendisi Barış Önal için başlatılan “Komplolarla Tutuklananlar Serbest Bırakılsın, İlhan Kaya ve Barış Önal’a Özgürlük” isimli kampanya çalışmaları Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarlar tarafından ODTÜ’de başlatıldı.

24, 25 ve 27 Eylül 2012 tarihlerinde kampanya afişleri okulun her yerine asılırken 25 ve 27 Eylül 2012 tarihlerinde ODTÜ’de Hazırlık ve Fizik bölümü önünde masa açıldı. Hazırlık bölümünde açılan masalarda yeni gelen öğrencilerle sohbet edildi ODTÜ’yü tanıtan Rehberlik Bültenleri dağıtıldı. Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarlar’ın mühendislik disiplinini halkın çıkarı için kullanmak isteyen mühendis ve mimarlardan oluştuğu anlatıldı. Emperyalizme bağımlı bizim gibi yeni sömürge ülkerlerde bunun ancak bağımsızlık ve demokrasi mücadelesiyle birlikte yürütülebileceği söylendi.

Açılan masalarda “Komplolarla tutuklananlar serbest bırakılsın İlhan kaya ve Barış Önal’a özgürlük “ pankartı asıldı. Kampanya bildirileri dağıtıldı. Dağıtılan bildirilerle İlhan kaya ve Barış Önal’ın düzenin istediği gibi bireyci ve kariyerist mühendis olmayı reddettikleri, halkın mühendisi oldukları için tutuklandıkları söylendi. Tutuklama gerekçeleri olarak ise 1 Mayıs’a katılmak, haksız yere İMO’daki işinden atılan Cansel Malatyalı’ya destek vermek, 350 bin kişilik Grup Yorum konserine katılmak, ülkenin dört bir yanına kurulan NATO üslerine karşı eylemlere katılmak, anma törenlerine katılmak olduğu vurgulandı. Barış Önal İlhan Kaya ve komplolarla tutuklanan tüm devrimcilerin serbest bırakılması için “her cumartesi” Yüksel Caddesi’nde 17.00-20.00 arasında yapılan eyleme de çağrıda bulunuldu.

Ayrıca açılan masalarda +İvme ve Yürüyüş dergisi tanıtımları yapıldı çok sayıda dergi satışı gerçekleşti.

Kampanya bildirisi tam metni:

KOMPLOYLA TUTUKLANANLAR SERBEST BIRAKILSIN

İLHAN KAYA VE BARIŞ ÖNAL'A ÖZGÜRLÜK

AKP iktidarı halkın yükselen örgütlü gücü karşısında tüm acizliği ile demokratik kurumlara ve evlere baskınlar düzenliyor. Ülkemizin onurlu, namuslu insanları uydurma gerekçelerle, yaka paça, işkence altında gözaltına alınıyor. 1 Mayıs’a katılmak, Grup Yorum Bağımsız Türkiye konserine katılmak ve konserin tanıtımını yapmak, demokratik eylemlere, basın açıklamalarına katılmak, İMO yönetimi tarafından işinden atılan Cansel Malatyalı’nın yanında olmak tutuklamalara sebep gösteriliyor.

24 Mart 2012 Cumartesi günü Ankara'da birçok dernek ve ev basılarak 9 devrimci işkenceyle gözaltına alınmıştır. Ardından çıkarıldıkları mahkemede mezarlığa gitmek, minibüse, belediye otobüsüne binmek bile suç sayılmış 6 devrimci tutuklanmışlardır. Tutuklananlardan biri de ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü öğrencisi İlhan Kaya'dır.

8-9 Mayıs 2012 tarihlerinde ise 12 ilde demokratik kurumlara ve evlere baskınlar yapılmış, 96 kişi gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınanlardan 35i tutuklanarak tecrit hücrelerine atılmıştır. 9 Mayıs günü sabah saat 06.00’da +İvme Dergisi Ankara Bürosu da siyasi şube polisleri tarafından basılmış, bazı kitap ve CD'lere el konulmuştur. Aynı gün saat 13.30 sularında ise +İVME DERGİSİ yayın kurulu üyesi İnşaat Mühendisi Barış Önal, +İvme Dergisi Ankara Bürosu’nun bulunduğu sokaktan yaka paça gözaltına alınmış, 11 Mayıs Cuma gece saat 03.30 gibi diğer 6 kişi ile birlikte tutuklanarak Sincan F Tipi (F1) Hapishanesi’ne götürülmüştür.

Yapılan baskınların, gözaltıların, tutuklamaların yasal gerekçeleri yoktur. Tamamen keyfi, hak ve özgürlükler mücadelesi verenleri yıldırmaya yönelik düzenlenen baskınlar, gözaltılar ve tutuklamalardır. Devrimcilerin tutuklanmasını garanti altına almak için de, senaryo yazmış, komplo kurmuşlardır. Amaçları tek bir muhalif ses kalmayıncaya kadar hak ve özgürlükler mücadelesi verenleri bitirmektir.

BAŞARAMAYACAKLAR! Korkuları boşuna değildir. Korkuları örgütlenmemizden, örgütlü duruşumuzdandır. Korkularını daha da büyüteceğiz. Bizler 350 bin kişilik Grup Yorum Bağımsız Türkiye konserine gitmenin, 1 Mayıs'a katılmanın, basın açıklaması yapmanın, adalet istemenin suç olmadığını biliyoruz. Bizler halkın mühendisleri İlhan Kaya ve Barış Önal'ı tanıyoruz. İlhan ve Barış gecekondu mahallelerinde kapı kapı gezmiş, yoksul halka Kentsel Dönüşüm talanını anlatmıştır. İlhan ve Barış AKP'nin KHK saldırısına karşı “AKP Elini TMMOB'den Çek” demiştir. İlhan ve Barış akademik-demokratik mücadele içerisinde en önde yer almıştır. İlhan ve Barış halkın mühendisi olmanın, emekten halktan yana olmanın, anti-emperyalist olmanın toplantı salonlarında, kurultaylarda entelektüel gevezelik yapmakla değil halkın içinde, sahada, kavganın ortasında, meydanlarda olmakla olacağını göstermiştir.

Meslektaşlarımız, arkadaşlarımız, Devrimci İnşaat Mühendisleri İlhan Kaya, Barış Önal ve diğer arkadaşlarımızı zulmün zindanlarından çekip alacağız. Bizler gözaltına alınarak, tutuklanarak bitiremeyeceğiniz kadar çokuz. Çünkü biz; HALKIZ. Çünkü milyonlarız. AKP’nin yıldıramayacağı kadar yüreklerimiz güçlü, ıslah edemeyeceği kadar bilinçlerimiz net. Çünkü biz; DEVRİMCİYİZ. Çünkü biz; HAKLIYIZ!

İlhan Kaya ve Barış Önal'a Özgürlük!

Mühendisiz, Mimarız Haklıyız Kazanacağız!

DEVRİMCİ MÜCADELEDE MÜHENDİS MİMARLAR

Kaynak: ivmedergisi.com

5 no'lu cezaevi "hafıza mekanı" olarak kalmalı!

30 eylül'de diyarbakır'da gerçekleştirilecek "diyarbakır 5 nolu cezaevi insan hakları müzesi olsun!" mitingi barışa giden yolda, önemli adımlardan birisi olacaktır.

diyarbakır 5 nolu cezaevi'nde  1980-84 arasında yaşanan "vahşet dönemi"yle ilgili olarak kurulan, benim de içinde yer aldığım, diyarbakır cezaevi gerçeğini araştırma ve adalet komisyonu'nun çalışmaları beş yılı aşkın bir zamandır sürüyor.

komisyonun kamuoyuna da açıkladığı hedeflerden birisi, başbakan erdoğan ve akp'nin çeşitli milletvekilleri tarafından da kabul edilen, buranın bir "hafıza ve vicdan mekanı" olarak varlığını sürdürmesiydi.

çünkü toplum olarak hepimizin bu dönemin gerçekleriyle "yüzleşmemiz", yaşatılan işkence ve zulme maruz kalanlarla, onların yakınlarının ve olayı bilen toplum kesimlerinin fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak "iyileşmeleri" ve nihayetinde türk ve kürt halkları arasında gerçek bir "barışın yaratılması" sürecinde buranın bir "hafıza ve vicdan mekanı" olmasının büyük katkıları olacağı açıktı.

komisyonun çalışmalarını sürdürürken görüştüğümüz beşyüzün üzerindeki insanın, bu çalışmanın sonuçlarını duyurduğumuz çeşitli toplantılara katılanların ve bu amaçla gerçekleşen imza kampanyasına katılan yüz bini aşkın kişinin "ortak talebi" de bu doğrultudaydı.

aklın, muhatapların ve yaşayanların isteğinin gereğini yerine getirmemek ise olsa olsa bu doğruların tersinin istendiği düşüncesini doğuruyor. bu ise aslında o cezaevinin varlığını sürdürmesini sağlayan düşüncenin halen "egemen" olduğu anlamına geliyor.

bu yaklaşım yanlıştır ve ivedilikle değiştirilmeli, eğer bu konuda alınmış bazı kararlar varsa bunlardan vazgeçilmelidir.

bu düşünceyi değiştirmek üzere oluşan '12 eylül'ü yargılama platformu'nun bileşenleri olarak 30 eylül'de diyarbakır'da gerçekleşecek "miting"le bu doğruları ve talepleri bir daha dile getireceğiz.

tanıklıkları anımsamak

komisyon olarak yaptığımız görüşmelerde, söz konusu dönemde diyarbakır 5 no'lu cezaevinde buluna işkence ve kötü muamele mağdurlarından bir kaçının sözleri belki bu talebe arkasını dönenlerin uyanmalarını sağlayabilir düşüncesiyle sizlerle paylaşıyorum.

çünkü bu sözler "insan doğası"nı ve taleplerini oluştururken nasıl düşündüğünü bize gösteriyor:

...devlet beni kaybetti 
"...ben bu devlete askerliğimi yapmışım, bu devlete vergimi veriyorum. bir suç işlemedim, adam öldürmedim, kimseye bir şey etmedim. neden bu kadar eziyet edildi bana? uygulamaları gördükten yaşadıktan sonra... işte bu yüzden devlet beni kaybetmiştir! bu devlet ne yaparsa yapsın beni kaybetmiştir! beni artık kazanamaz!" (..)

.... vahşet dönemini bu çağda yaşadık 
"vahşet diyoruz, diyarbakır vahşeti. yani işkence, diyarbakır cezaevi hakkında, şu bu ifadeler, tanımlamalar yetersizdir, ama "vahşet" sözü uygundur. vahşet insanlığı evriminde bir dönemdir. biz bu dönemi bu çağda yaşadık. diyarbakır cezaevi de işkencede, uygulamada, baskıda bir vahşettir. bu bu tanım bize aittir." (..)

....zulüm olmasaydı, anlatmazdım 
"bu diyarbakır cezaevi'nin kürtleri kürt yaptı. yani öyle yani. herkesin bir düşüncesi var, herkesin bir fikri var ayrıdır yani, bu diyarbakır bu 12 eylül kürtleri kürt yaptı.  ve de bu acı olmasaydı, bu işkence olmasaydı, bu cezaevi olmasaydı, işkenceler yüzünden arkadaşlar kendilerini yaktılar, ne ben seni tanırdım, ne sen burada olurdun. çoktan birbirimizden ayrı olurduk.  yani bana zarar gelmeden, ben işkence görmeden, ben şimdi burada ne anlatıyorum, bak şimdi burada ne anlatıyorum, bana yaptığı işkencenin, zulmün gününü anlatıyorum. bana bu zulüm olmasaydı, bana anlattıramazdın."(..)

...sessiz kalmamak lazım 
"...açıkçası sindirilen, korkutulan bir toplum olmaktan çıkarılmamız lazım. yani kürtler olarak biz bunun acısını çektik. çünkü biz hem tanıktık, hem sanıktık, hem mağdurduk, yani her şey bizdik. ben kendime diyelim ki o cezaevi koşulları içerisinde kısa bir süre kaldım, yani 2 yıl gibi bir süre kaldım. o iki yıllık süre içerisinde ben kendim hiçbir zaman insana muamelesi görmedim. yani belki kalbim insandı ama orada insanlık uygulaması görmedim yani. hiçbir uygulama görmedim insani yönden. yani belki ben rahatsızlandım da, arkadaşlarımın yardımıyla da lavaboya gittim geldim,  ama devlet adına hiçbir şefkat, devlet adına topluma kazandırma amaçlı hiçbir şey görmedim yani. yani bu yüzden insanlarımızın gerçekten yapılanlar karşısında sessiz kalmaması lazım."(..)

... diyarbakır unutulamaz 
"keşke film haline getirseler, insan 2 dakika izleyemez. kürt halkını ayağa kaldıran o işkencelerdir. ben içindeydim. çıkanların yüzde sekseni dağa çıktı. devletin yanlış politikası. 5000 kişi içerdeydi, akrabaları ve arkadaşlarını hesaplayın. kimse düşmanlık üretemez. ... diyarbakır asla unutulmaz, sonsuza kadar yaşayacaktır. orada yaşananlar, etraftaki evlerde yaşayan insanlar hiçbir zaman huzurlu yatamadılar... o günleri hafızalarından atamazlar. "(..)

... beynimde film gibi canlandı 
"bir ara diyarbakır'a gittim. arkadaş dedi en güzel yıllarının geçtiği yere bakalım dedi. korkunç hissettim kendimi, 87 başlarıydı. arkadaş arabayla etrafı dolaştırırken yaşadıklarım beynimde film gibi canlandı. görmek istiyorsun ama görünce de çıldırmamak için güçlü irade gerek. anılar, o işkenceler, o şartlar aşayan bilir, anlatılan yalan gelir." (..)

....görülürse, bilinirse kardeşlik gelişir 
"insanlara gerçeği anlatılmak isteniyorsa, kürt ve türk halkın kardeşliği isteniyorsa, kürtlere yapılanları türklere göstermeliyiz. bu gösterme işini de türkler yapmalıdır... aziz nesin diyarbakır'a gitmiş, bu diyarbakır cezaevini anlatmışlar, 'kürtlerin bayağı hayalperestliği gelişmiş' demiş ya. aziz nesin'in bu lafı geçerli olur. ama türkler bunu gösterirse, türk halkı buna inanır. inandığı zaman türk ve kürk halkının kardeşliği gelişir.  demokrasi mücadelesinin asıl hedefi de budur." (..)

....üzerime düşeni yaparım 
"bu konuda bana düşeni yapmak isterim. bu hem tarihi sorumluluktur, hem kişisel sorumluluktur. hem de varolan, bilinen şeylerin kaydolması açısından güzel bir şeydir. benim yapmak isteyip de yapamadıklarımı şu anda birileri organize şekilde yapılıyorsa, memnun oluruz. ben daha önce buna katkı bulunamadım, tam anlamıyla bulunamadığım için kendim için de eksiklik hissediyorum. fakat bu saatten sonra bana bir şey düşerse, eski yapımla, derken, yani böyle fedakar, veren, bir ana olma şeyiyle bana düşen ne varsa... doğru olan her şey, kabulümüz."(..)

....hâlâ insanız 
"bizler sadece bu uygulamaların tanıklarıyız, yaşayan tanıklarıyız. yaşadıklarımı hiç kimsenin yaşamasını istemiyorum. gerçekten hatırlanmayacak bir yaşam. şu yönüyle hatırlanması gerekiyor insan olarak girdik, insan olarak çıktık, hala insanız." (..)

....anlattığım için utanç duymuyorum 
"yani bazıları belki utanır sıkılır, ama ben gerçekten hiçbir uygulamadan ne sıkıldım ne utandım. çünkü üzerimde herhangi bir suç yokken, hiçbir kanıtları yokken bile ben bu kadar eziyet edildi, ben bunu anlatmaktan utanç duymuyorum yani, sıkılmıyorum.  bu olayların, cezaevinde yaşanan uygulamaların anlatılmasından yanayım. yani niye herkes içine sinsin, herkes saklasın, konuşmasın, ee bu ne olacak? yarın öbür gün,  başkasını alıp daha kötüsünü insanlara yapacaklar. yani, bizim gibi insanların, diyelim ki bir takım şeylerin farkına varmış insanların konuşması lazım. yani tepkilerini en azından dillendirmeleri lazım. yani bazen belki bu konuda bazı insanlar çekingen davranır. belki işte yarın ne olur korkusuyla hesap yapıyorlar ama, bu yanlıştır, insanın konuşması lazım. yani biz konuşan toplum olmalıyız" (..)

hafıza ve vicdan mekanları barışmayı sağlar

" 'vicdan mekanları' vatandaşların insan hakları ve toplumsal refaha katılmalarına olanak sağlayarak, hafızalaştırmanın gücünü ve potensiyelini demokrasi için kullanmaya çalışıyorlar. geçmişin hafızasını canlı tutmaya yönelik kamusal eser ve etkinlikler, farklı topluluklar arasında yeni diyaloglar başlatarak veya yeni kuşaklara geçmişten çıkartılan dersleri aktararak, uzun vadede daha yaygın demokratik kültürlerin kurulmasına katkı sağlayabilirler. geçmişin hafızasını canlı tutmaya yönelik eser ve etkinlikleri savunanlar, çatışmacı geçmişlerle yüzleşmenin, insan hakları ve insan onuruna dayanan bir ulusal kimlik inşaatının asli bileşenlerinden olduğunu ve böylesi inisiyatiflerin harap edilmiş bir toplumun yeniden inşaasına önemli katkılar sunabileceğini düşünüyorlar. ister yerleşik bir demokraside, isterse yeni kurulmakta olan bir demokraside olsun, geçmişi görmezden gelmek ve mağdurlar için hakikat ve adalet politikaları oluşturmaktan kaçınmak, istikrarın ve barışçıl ilişkilerin tesis edilmesini engellemekten başka bir işe yaramaz." (*)

bu doğru saptamalar, bu sözler benzer süreçleri yaşayanların diyarbakır cezaevi gibi yerleri hafıza ve vicdan mekanları olarak var edenlerin deneyimlerinden çıkan sonuçları yansıtıyor.

komisyonumuzun ve 78'liler girişimi'nin sözcüsü sevgili celalettin can'ın da her zaman söylediği gibi "diyarbakır cezaevi de, kürtlerin toplumsal hafızasında yoğun acı yüklü sembolik bir yere ve öneme sahiptir."

bu mekanın 1980-84 döneminde 12 eylül darbecilerinin kürt halkına yaşattığı işkence ve vahşet koşullarını sergileyen, mağdurları onurlandıran, toplumu bir daha aynı şeylerin yaşanmaması yönünde eğiten, dolayısıyla hatırlatan, toplumsal hafızanın bir halkın süregelen inkar ve yok edilmesi değil, olumlu ve yapıcı yönden yeniden kurulmasına katkıda bulunan, barış ve kardeşlik sembolü bir insan hakları müzesi'ne dönüştürülmesi bu gerçeği yaşayan ve bilen herkesin ortak talebidir.

dünyanın pek çok ülkesinde böyle mekanlar var, bizde de var:

ankara'da ulucanlar cezaevi bu tür bir "müze"ye dönüştürülmüşken, sinop cezaevi son haliyle bir "müze" olarak korunurken, istanbul sağmalcılar cezaevi boşaltıldıktan sonra herhangi bir şey yapılmadan dururken, diyarbakır 5 no'lu cezaevi'nin yıkılması ve yerine alışveriş merkezi ya da okul yapılması düşüncesinin, buradaki "belleği", dolayısıyla "vicdanı" yoketmekten başka olamayacağı açıktır.

şu unutulmamalıdır: diyarbakır cezaevi, kürtlerin uğradığı katmerli haksızlığın, adaletsizliğin, bir halkı halk yapan direniş ruhunun kahramanlarının cisimleşmiş ifadesidir. diyarbakır cezaevini yıkarak kürtlere karşı işlenmiş bir insanlık suçunu unutturamazsınız. kürt halkı bunu asla kabul etmez.

işte o yüzden burası bir "hafıza ve vicdan mekanı" olmalıdır. işte o yüzden koşul ve olanağı olan herkesi, yarın 78'liler girişimi ile diyarbakır cezaevi gerçeğini araştırma ve adalet komisyonu'nuın da içinde yer aldığı çok sayıda mesleki örgüt, sendika, sivil toplum kuruluşunca oluşturulan 12 eylül'ü yragılama platformu tarafından; "12 eylül askeri müdahalesini yapanlarla işbirlikçilerinin yargılanması ve diyarbakır 5 nolu cezaevi'nin insan hakları müzesi olması talepleriyle" diyarbakır istasyon meydanı düzenlenecek mitinge çağırıyorum. bu aynı zamanda bir tarihsel görev ve sorumluluktur. (ms/as)

(*) sebastian brett, louis bickford, liz ševčenko, marcela rios 
kaynak: "memorialization and democracy: state policy and civic action" konferansı, ınternational coalition of historic site museums of conscience

Kaynak: bianet.org

 

MERSİN İHD BAŞKANI ALİ TANRIVERDİ NEDEN TUTUKLANDI

İHD BAŞKANI ALİ TANRIVERDİ NEDEN TUTUKLANDI - ADİL OKAY

“Mersin'de yapılan KCK adı altındaki operasyonda gözaltı sayısı 42'ye çıktı. Gözaltına alınanlar arasında siyasetçiler, sendikacılar, gazeteciler de var. Mersin Emniyet Müdürlüğüne Terörle Mücadele polisleri, bu sabah çok sayıda kurum ve eve baskın düzenledi. Akdeniz Belediyesine bağlı İştar Kadın Danışma Merkezi, BDP Mersin Siyaset Akademisi, BDP Mersin İl Örgütü, İHD Mersin Şubesi ve çok sayıda ev, sabah saat 05.00'de eş zamanlı olarak basıldı. İHD binasının kapısının polisler tarafından kırılarak açıldığı, yapılan aramada üyelik defterlerine ve bilgisayarlara el konulduğu öğrenildi. Baskınların ardından 42 kişi gözaltına alınırken, soruşturmada 24 saatlik kısıtlama kararı olduğu öğrenildi.” Etha

"Gözaltına alınanlardan 25'i çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı" basından 

Peki, bu insanlar neden tutuklandı?

Bunun nedeni yüzyıllar öncesine dayanır.

Nasıl mı? 

15. Yüzyılda Yedikule zindanlarını inşa eden “devlet”in de, 1895’te İstanbul’da kurulan, “Osmanlı Amele cemiyeti” yöneticilerini 10’ar yıl hapse mahkûm eden “devlet”in de ideolojisi aynıydı. 1923’te Şefik Hüsnü ve arkadaşlarını tutuklayan “devlet” ile 1925 yılında gazeteci ve yazarlardan Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Şevket Süreyya,Zekeriya Sertel, Cevat Şakir, Hüseyin Cahit ve Mersin’li Ata Çelebi’yi tutuklayan “devlet” aynıydı. Sabahattin Ali’yi katleden, Nazım Hikmet ve yoldaşlarını düzmece suçlamalarla tutuklayan ‘devlet’in adaleti’ ile 1950’lerde Rıfat Ilgaz, Enver Gökçe ve Ahmed Arif, gibi 40 kuşağı toplumcu yazarlarını – aydınlarını hiçbir gerekçe göstermeksizin tutuklayan devletin adalet anlayışı aynıydı. 1946’da “Sansaryan Tabutlukları”nda sosyalistlere acımasızca işkence yaptıran ‘devlet’in argümanlarıyla, Musa Anter’i, Uğur Mumcu’yu, Turan Dursun’u katledenlerin ve Sivas’ta aydın - yazar ve sanatçıları yakan zebanilerin argümanları aynıydı.

1960, 1971, 1980 darbelerini yapan “devlet” ile son yıllarda ülkeyi devasa bir hapishaneye çeviren “devlet”in uygulamaları -mücadele ve ağır bedeller sonucu kazanılan kısmi demokratik haklar olsa da- aynıydı.

Aynıydı çünkü: Yedikule zindanlarının inşasından bu yana (ve daha önce) İstanbul ve Anadolu topraklarında saltanat süren tüm devletlerin-hükümetlerin “adalet”i, mülksüzlerin değil, büyük mülk sahiplerinin hizmetinde olmuştu.

İşte, dün itibariyle 40 kadar demokratik kitle örgütü ve yasal siyasi parti temsilcisinin gözaltına alınması, içlerinden 25 kişinin tutuklanması da aynı zihniyetin ürünüdür. Bu gün AKP hükümeti de kendi sermaye grubuna aynı hizmeti sunmakta, ezilen halkların temsilcilerini “zor” yoluyla susturmak istemektedir. Mersin İHD başkanı Ali Tanrıverdi’nin tutuklanması sadece çalıştığı kuruma değil, kentin tüm demokrasi güçlerine saldırı ve gözdağıdır.

İHD bu ülkede herkese gerekli bir kurumdur. İHD Mersin il başkanını tutuklayarak muhaliflere korku salınmaya çalışılmaktadır. Kadın dayanışma evi (İştar) basılıp, yöneticileri Besime Gülhan Yağ ve Roza Yaruk tutuklanarak kadınlara gözdağı verilmek istenmektedir. “Nar” yöneticisi Emine Kocadağ gözaltına alınarak yoksullar korkutulmak istenmektedir. KESK üyeleri gözaltına alınarak sendikal mücadele engellenmek istenmektedir. BDP eş başkanları tutuklanarak Kürt halkı yasal alanda temsilcisiz bırakılmak istenmektedir. AKP iktidarı muhalif olan herkesi “terörist” olarak tutuklamakta bir beis görmemektedir. Artık bu baskıya karşı ortak ses çıkarma zamanıdır. Bertold Brecht’in ifadesiyle: “Suskun kalanlar hiç olmazsa utanmalıdır”…

Rıfat Ilgaz’ın bir şiiriyle bitiriyorum:

“…Yollar kesilmiş alanlar sarılmış

Tel örgüler çevirmiş yöreni

Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende

Benden geçti mi diyorsun

Aç iki kolunu iki yanına

Korkuluk ol…“

[email protected]

 

Kitap Değerlendirmesi - Muzaffer Tansu

Adil hocam,

Gönderdiğiniz kitapları aldığımı  bir önceki mektubumda belirtmiştim. Ütopya yayınevinden gelen “KARANLIĞIN İÇİNDE AYDINLIK YÜZLER – ÖLÜLERİMİZ KONUŞUYOR” isimli tiyatro oyununuz hakkındaki yorumlarımı – eleştirilerimi iletiyorum.

Renkli ve çok yönlü kişiliğiniz edebi çalışmalarınızda da kendini göstermiş. Şiirden, anıya, romandan öyküye çok geniş bir yelpazede yazmak ve her birinde başarıyı tescillendirmek kolay olmasa gerek.

Ariel Dorfman’ın “Karanlığın Ötesinden Sesler” isimli oyunu sizi öylesine etkilemiş ki bu etkiyi kitabının isminde de görmek mümkün.

Bütünleştirici tavrınız yine çok net. Farklı fraksiyonlardan oluşan bu isimleri ortak bir çalışmanın içinde harmanlamak sol cenah için oldukça marjinal bir yaklaşım. Unutulan gözden kaçan bir isim aradım bulamadım. Bir karakteri konuşturmak, o karakteri çok iyi tanımayı zorunlu kılar. Öykü ve roman yazanlar bunu çok iyi bilir. Bir de anlattığınız karakter okuyucu kitle tarafından detaylı şekilde tanınıyorsa, eleştiri oklarının üzerinize çevrilmesi kaçınılmaz olur. Çok sayıda karakteri canlandırarak bu anlamda da ciddi bir çalışma yapmış olmalısınız.

Yorumlar Bölümü…

Bu bölümdeki yazıları kitabın son bölümünde görmeyi tercih ederdim. Ramazan Velieceoğlu’nun tüm sözlerine katılıyorum. Ama yıllardır bu ve buna benzer söylemler duyuyoruz. Ve değişen hiçbir şey yok! Aynı kısır çekişmeler, aynı eleştirel bakış, aynı oportünist yaklaşımlar. Peki geçmişin hesabını kim soracak? Hesap sormayı da bıraktık, acıların üzerine her 2 Temmuz da, her 19 Aralıkta, her 1 Mayısta benzin dökülmesini kim, nasıl engelleyecek?

Edebiyatımızda politik tiyatro eksikliği çok belirgin. Bu önemli eksikliği kapatmak için  yalnızca yazmak değil, cesaretli ve mücadeleci olmak da gerekiyor. Sanatın, edebiyatın, bilhassa tiyatronun, Demokles’in kılıcının gölgesinde hüküm sürdüğü bu coğrafyada, Dünya Klasikleri zorlukla sergilenirken, bu tür oyunların karşılaşacağı zorluklar malum.

Önsöz 12. sayfayı okuyunca, bu gün de hiç bir şeyin değişmediğini görüyoruz. Şanlıurfada ki insanlık dramı… Düşünce suçluları içerdeyken en vahşi cinayetleri işleyen dinci örgüt mensupları çıkıyor. Bence bu durum 12 Eylülcülerin yargılanması ya da sivil anayasa yapılmasıyla çözülecek konular değil. Ön sözünün son bölümleri de okuyucu da ister istemez bir sorumluluk benimseme, sahiplenme iç güdüsü yaratıyor.

Yazmak…

Evet kesinlikle bir eylem biçimidir. Biz hapiste yazanlar bunu sürekli söyleriz. Yazarak ayakta kalır yaşama tutunuruz. Kanımca edebiyatın otoriteye, baskıya, sömürüye karşı muhalif, eleştirel, sorgulayıcı, başkaldırıcı ve özgürlükçü bir misyonu vardır.

Betimlemedeki edebi yetkinliğiniz ve anlatımdaki gerçeklik oyunu gözlerimizin önüne getirdi. Okumakla yetinmedik izledik diyebilirim. Birkaç eleştiri: 36. sayfadaki Vll. Ses erkek kim? Siz mi? Kardeşiniz mi? belirgin değil. 39. sayfada Cevat Yurdakul’un vurulması olayını anlatıyor. Ne acıdır ki onun katili de özel bir yasayla bırakıldı. Yine ne yazıktır ki yalnızca oyunda yazdıklarınız değil, sonraki gelişmeler de içimizdeki acıları kanatmaya devam ediyor. 42. sayfada “bu bölüm 1 Mayıs Marşı ile sona erebilir” cümlesi biraz sorunlu göründü gözüme. "erebilir" kelimesi muğlak bir ifade. Baskı hatası olabilir mi?

Erdal Eren’in konuşması da çok etkileyiciydi. Oldukça duygulandım. Oyunu canlı izleyenlerin ne hissettiklerini düşünemiyorum bile. Bazı sahnelerde müzik veriliyor ya. Fon müziğinin adı da verilmez miydi kitapta? Mesela Erdal Eren’in idam sahnesinin ardından sahnede yankılanan müziği ben merak ettim.

Anlatılan acılar o kadar gerçek, o kadar sıcak ki. Oyunda söylenen sözlerin bir çoğunun yazım tarihinden sonra bizzat oyunda temsil edilen kişiler tarafından söylendiğine tanık oluyoruz. Bu çok önemli bir nokta ve üzerinde durulmalıdır. Bunun bir örneği de 49. sayfada karşımıza çıkıyor. Oradaki annenin tasviri de aynı. İste acılarımız bu kadar gerçek, bu kadar trajik ve bu kadar gözler önünde!

Göz yaşı pınarı ağlamaktan kurumak üzere olan bir anne! “Son gözyaşlarını evladının kayıp mezarına dökmek istiyor, kızıl karanfiller açsın diye üzerinde!” Gözlerim takıldı kaldı bu satırlara, daha ileriye gidemedi. Sanki bir parça koptu sol yanımdan. Bu nasıl bir acı nasıl bir istek ve nasıl bir anlatım! Sözün bittiği yer tanımı bu olsa gerek.

Dikkatimi çeken başka bir nokta: Bu tür çalışmaların genelde iki tarafı olur. Biri olayları bizzat yaşayan ve anlatan, ikincisi bunları kaleme alıp gerekli edebi düzenlemesi yaparak kitaplaştıran. Bu iki önemli rolü başarıyla üstlenen ender kişilerdensiniz.

Cumartesi annelerinin daha fazla yer bulmasını beklerdim. Hrant’ın sahnesindeki müzik ve koreografiyi çok anlamlı buldum. Genel anlamda acılarımız, uğradığımız haksızlıklar çok iyi anlatılmış. (Kötülüğün sembolü) Adamı da olduğundan çok daha samimi, gerçekçi açık sözlü buldum! İsterseniz konuları yine tartışırız…

Ayrıca kitaptaki bütün şiirleri beğendim. Bazı şiirlerinizi, isminiz ile birlikte, arkadaşlarımla paylaşmak üzere not aldım.

Yazdıran aklınıza ve yüreğinize, yazan elinize, bana gönderen düşüncenize teşekkür ederim…

Muzaffer Tansu

L tipi cezaevi Ferizli/ Sakarya

Devlet Baba, İnatçı Çocuklar ve Ulucanlar - Sevinç Koçak Yıldız

UlucanlarDevletin her zaman inatçı çocuklarla başı dertte olmuştu. Bu yüzden toplum ‘huzurunu’ gözeterek, onlar için özel olarak inşa ettiği mekânlara koymuştu. Öyle ya, ortalıkta dolaşsalar, huzuru bozar, diğerlerine de kötü örnek olurlardı. Devletin yaptığı her şeyi sorguluyorlar, her şeye karşı çıkıyorlardı. Oysa devlet, Baba’ydı. Babaların bir otoritesi olmalıydı. Bu otorite sarsılsa, aile birliği ortadan kalkardı. Zaman zaman bu itaatsizlerden etkilenenler de oluyor, Baba zor durumda kalıyor, hiç de hoş olmayan yöntemlere başvurmak zorunda kalıyordu. Aile birliğini fazlaca önemseyen Baba, bu inatçı, itaat etmeyen çocukları “size ceza vereyim de aklınız başınıza gelsin” diye koyduğu binalarda da rahat durmuyorlar, okuyorlar, yazıyorlar, türkü söylüyorlar, koro oluşturuyorlardı. Üstelik dışarıda da bu koroya eşlik edenler çıkıyordu. Eh artık buna bir dur demenin vakti gelmişti. Baktı, düşündü, başka Baba’lardan akıl aldı. Bunları bir arada tutmamak gerektiğine kanaat getirdi.

Dedi ki “artık bir arada kalmayacaksınız, size özel odalar yaptırıyorum. Topluca türkü söylemekten, yalnız kalıp düşünmeye vakit bulamıyorsunuz. Ben sizin Baba’nızım! Ben ne dersem o olur!” dedi. Dedi ama dinletemedi. Çokbilmiş itaat etmezler, buna da muhalefet ettiler. Üstelik de aile birliğini bozacak şekilde, mutlu mesut aile çocuklarını da etkilemeye başladılar. “Sen bizim iyiliğimizi değil, kendini düşünüyorsun, yaptığın her şeye boyun eğelim istiyorsun. Çünkü biliyorsun, biz karşı çıkmadıkça, soru sormadıkça, soru soran kimse kalmayacak sana. İstediğin gibi at koşturacak, canına okuyacaksın insanların!” Yok, bunlar laftan anlamıyorlardı. Nus ile uslanmamışlardı, tekdir de işe yaramamıştı, o zaman hakları kötekti.

Ulucanlar, inatçı, itaat etmeyen çocukların konaklama yerlerinden biriydi. 26 Eylül 1999’da önce Ulucanlar’dakilerle başladı. Dedi ki; “aman galeyana gelmeyin, yanlış anlamayın, onlar benim de çocuklarım, ben Baba’yım uslu duranı severim, durmayan kendi bilir!” Eh başlamıştı bir kere. Durmak olmazdı. Ardından 19 Aralık’ta bütün inatçı çocukları yola getirme operasyonları yaptı. Yola gelmediler, itaat etmediler, itaat etmektense ölmeyi tercih ettiler…

Aradan 13 yıl geçti. Devlet hepimizin üzerine F Tipi bir yaşam ördü. Bu yaşama sığdıramadıklarını, artık özel F Tipi hücrelere yerleştirdi. Ama bunların sayısı o kadar çoktu ve devlet bunların rahatını o kadar önemsiyordu ki, yeni binalar inşa etti. Hatta bu binalarda, yoğun ilgiden nefes alınamaz oldu… Devletimiz ‘sağ’ olsundu. Zaten hiç ‘sol’ olmamıştı.

Ve devlet: Yaşamın üzerindeki hücreleri kaldırabilecek güçte olanlar üzerlerine düşeni yapana kadar hep sağ olacaktı. Ama hafıza kaydını iyi tutmadığı sürece herkes mutlu mesuttu. Ve hafıza kaydının karşısına, hafıza kaybına neden olacak gündemler üretmekte çok başarılıydı. Buna rağmen fil hafızalı olanlar çıkıyordu. O zaman Baba çok sinirleniyordu.

Ve fil hafızalılar diğerlerine hatırlatıyorlardı: Mahir Emsalsiz, Önder Gençaslan, Habip Gül, Ümit Altıntaş, Abuzer Çat, Zafer Kırbıyık, İsmet Kavaklıoğlu, Halil Türker, Aziz Dönmez, Ahmet Savran. Ulucanlar 1999’da boyun eğmeyenlerdendi. Biz unutalım diye miydi?

Kaynak: haberfabrikasi.org

BEHÇET HASTASI HASAN ALKIŞ'IN HAYATİ TEHLİKESİ VAR

İbrahim Açıkyer'in İstanbul Indymedia ve Fırat Haber Ajansı'nda yayınlanan 18 Haziran ve 27 Eylül 2012 tarihli haberlerine göre, Kırıkkale F Tipi Cezaevi'nde bulunan Hasan Alkış'ın, Behçet hastalığına bağlı olarak beyin damarlarında kan pıhtılaşmasından dolayı felç olma hatta ölüm riski var.

İki defa açık kalp ameliyatı, bir de safra kesesi ameliyatı geçiren Alkış, aynı zamanda Behçet hastalığıyla da mücadele ediyor. Behçet hastalığı sebebiyle sol gözünde bariz bir küçülme meydana geldiği bildirilirken, TUHAD-FED yetkililerinden Havva Özcan, Alkış'ın durumuna ilişkin şunları söyledi: "Beyne giden damarlardan birinde kan pıhtılaşması var. İğne ve 300 miligramlık aspirin veriliyor. Yapılan bu. Ancak bu tedavi uygulamasından ötürü sık sık burun kanaması meydana geliyor. Geçtiğimiz günlerde burun kanaması olmuş. Durdurulamayınca hastaneye götürülüp tampon yapılıyor. Ayrıca akan kanın ise çok berrak oluşu kaygıları da artırıyor. Son olarak hastaneye gittiğinde doktor, "Birkaç atak daha geçirirsen felç kalırsın ya da büyük ihtimalle ölürsün" diyor. Doktorun böyle söylemesi tahliye edilmesi gerektiğini gösteriyor. Felç kalacağını kendisi de biliyor. Cezaevindeki ortam tedavi için olanaksız. Çünkü stres ve üzüntüden uzak durması gerekirken, aksine o ortamda hastalık daha hızlı ilerliyor. İnfazın durdurulmasına dair iki ayrı rapor bulunmasına rağmen cezaevi idaresi "tedavisi cezaevinde mümkün" diyerek kabul etmiyor. Konuyu gerekirse Meclis’e taşıyacağız."

Muş Vartolu, 17 yıldır cezaevinde olan ve beynine giden damarlarında kan pıhtılaşması bulunan Alkış, şiddetli baş ağrısı nedeniyle hastaneye sevkini istediğinde bile iki ay sonra bu sevkine yanıt bulabildiğini aktardı. TUHAD-FED yetkilileri Haziran ayında, “Her an felç olma ihtimali var. Behçet hastalığı beyne vuruyor. MR çekilmiş. Sağlık kurulunun da bilgisi var. Ancak Alkış, muayene ve tetkik sonuçları konusunda bilgilendirilmemiş. Emar sonucunu da alamamış. İstanbul’a Adli Tıp’a gönderileceğini söyledi. Fakat oraya da gitmek istemiyor. Çünkü yolculuk kendisini olumsuz etkiliyor ve bir hafta kendisine gelemiyor, perişan oluyor. Ayrıca orada da soru sormanın ötesinde bir işlem de yapılmıyor. Bir haftaya kadar İstanbul’a Adli Tıp’a sevk edilmesi bekleniyor” demişti.

Ailesinin yaşadığı İzmir’e sevk talebinde bulunan ancak ne Şakran ne Kırıklar’daki cezaevlerinden olumlu yanıt alamayan Alkış’a “cezaevleri kapasitelerinin dolu olduğu, yer bulunmadığı” yönünde yanıt verildiği öğrenildi.

Adalet Bakanlığı’nın Şubat 2012 verilerine göre cezaevindeki hasta tutuklu ve hükümlü sayısı 520. Bu rakam Nisan 2012’de 469 olarak açıklandı. Bunlardan 143'ünün Cumhurbaşkanı affı ve infazın ertelenmesi kapsamında adli tıp rapor işlemlerinin devam ettiği, 231'inin bulundukları mahallin sağlık kuruluşlarında tedavi ve rapor işlemlerinin sürdürüldüğü, 95'i hakkında Adli Tıp Kurumu tarafından hastalıklarının af veya tehir kapsamında olmadığı ve infazın devamına karar verilmesi nedeniyle ceza infaz kurumlarında veya hastanelerin hükümlü koğuşunda tedavilerine ve infazlarına devam edildiği açıklanmıştı. Hayati tehlike düzeyinde sağlık sorunu yaşayan 364 mahpus ise halen cezaevi koşullarında “tedavi” ediliyor!

BEHÇET HASTALIĞI

Uluslararası literatürde Behçet Hastalığı ya da Behçet Sendromu olarak adlandırılan hastalık, genelde deri altı, göz, beyindeki kan damarlarının iltihaplanmasına yol açan, sebebi bilinmeyen, nadir görülen, bağışıklık sistemi ile ilgili bir rahatsızlık. 30-40 yaş aralıklarındaki erkeklerde görülen hastalığa başta Türkiye olmak üzere Çin’e kadar uzanan ülke insanlarında diğer ülkelere nazaran daha sıkça rastlanıyor.

Kaynak: Hapiste Sağlık

4 Ekim’de yargılanan kimdir? - ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU

Özgür MüftüoğluTürkiye’de örgütlü olmak zor iştir. Özellikle 12 Eylül darbesi sonrasında egemen sisteme muhalif tüm örgütlenmeler (Ki buna anayasal kurum olan sendikalar ve siyasi partiler de dahildir) terör örgütü olarak gösterilmiştir. Bu şekilde sermaye ve çıkarları sermaye ile ortak olan azınlık dışındaki geniş toplum kesimleri apolitikleştirilmeye ve böylece toplumsal muhalefet ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. 1980’li yıllarda toplum üzerinde kurulan baskılar örgütlenmeyi ve muhalefeti engellemeyi başarmıştır. Böylece emekçilerin birçok hakkı gasbedilerek Türkiye’nin küresel rekabet içinde ucuz emek alanı haline gelmesi yönünde önemli bir yol katedilmiştir.
Türkiye sınıf mücadeleleri tarihine, 1989 Bahar Eylemleri olarak geçen süreçte emekçi kesimler ekonomik ve siyasal haklarına yönelen tüm baskılara karşı mücadeleye girişmiştir. Bu mücadelenin bir ayağı işçiler diğer bir ayağı da kamu emekçi hareketidir. Kamu emekçileri yasal düzenlemeler olmamasına karşın “fiili ve meşru mücadele” düşüncesiyle 1995 yılında KESK çatısı altında birleşen bir örgütlenme sürecini başlatmışlardır. 1990’lı yılların ilk yarısında yaşanan siyasal ve ekonomik gelişmeler, işçi sendikalarını mücadeleden uzaklaştırırken, kamu emekçi hareketi toplumsal mücadelenin öncüsü durumuna gelmiştir. Yine 1990’lı yıllarda Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve sıcak çatışma ortamı içinde tüm baskılara rağmen kamu emekçi hareketinin oluşturduğu KESK çatısı altında Kürt ve Türk emekçileri bir arada mücadeleye devam etmiştir.
2001 krizi ardından Kemal Derviş’in başlattığı ve 2003 yılından itibaren AKP tarafından etkili biçimde uygulanan neoliberal yapısal uyum programı ile emekçilerin haklarına yönelik saldırılar artmıştır. Bu çerçevede emekçiler için esneklik, güvencesizlik, işsizlik hızla artarken; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi haklar da ortadan kaldırılmaya başlamıştır. KESK, tüm baskılara rağmen bu saldırılara karşı mücadelede yine ön saflarda yer almaya devam etmiştir. KESK bir taraftan ekonomik ve sosyal haklara yönelik mücadelesini yürütürken diğer taraftan da Kürt ve Türk emekçileri bir çatı altında toplayan bir emek örgütü olarak Kürt sorunu ve demokratikleşme konularında “barışın” tarafı olmaya devam etmiştir.
Haziran 2011 genel seçimlerinde BDP’nin emekten yana sol partilerle girdiği ittifakın başarıyla sonuçlanması iktidarı endişelendirmiş; Kürtlere ve Kürt sorununa dokunanlara yönelik baskılar artmıştır. Zira AKP’nin uyguladığı emek karşıtı ekonomik programa karşı emekçilerden yükselen tepkinin; kültürel hakları için mücadele eden Kürtlerin tepkileriyle birleşmesi egemen siyasete karşı büyük bir güç oluşturacaktır. Bu gücün engellenmesi için Kürt ve Türk emekçilerin bir arada mücadele ettiği her alan bir tehdit olarak görülmeye başlanmıştır. KESK de bu tehdit algısından nasibini almış; KESK üyesi ve yöneticisi olan birçok Kürt emekçi tutuklanmıştır.  
4 Ekimde Ankara’da şubat ayında tutuklanan KESK’li kadın emekçilerin duruşmaları görülecektir. Bu dava siyasi bir davadır ve mevcut yargı sistemi içinde bu davanın hukuk yoluyla savunulmasının yetersiz olacağı; toplumsal desteğin de en etkili biçimde kullanılması gerektiği benzer birçok davada görülmüştür. Örneğin Onur Hamzaoğlu’ya Dilovası bölgesinde sanayinin insan sağlığını etkileyen araştırmasını açıkladığı için “şarlatan” diyen Kocaeli Belediye Başkanı yargılanmış ve suçlu bulunmuştur. Öte yandan Kürt sorununa dokunduğu için tutuklanan Büşra Ersanlı ve son olarak da Müge Tuzcuoğlu’nun özgürlüklerine kavuşmasında yine ulusal ve uluslararası düzeyde sağlanan toplumsal dayanışmanın önemli rolü olmuştur.
Bu olumlu örneklerden de yola çıkarak; KESK’li kadın emekçilerin özgürlüklerine kavuşması için toplumsal desteğin mutlaka sağlanması gerekir. Kaldı ki KESK bir mücadele örgütüdür ve bu emekçiler kadın ve Kürt olmalarının yanı sıra KESK’li yani sendikalı oldukları için tutuklanmışlardır. KESK’li olmak, sendikalı olmak özgürlüklerin kısıtlanması için bir gerekçe oluşturuyorsa bu tüm KESK’lilerin ve tüm sendikalıların özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelir. Dolayısıyla 4 Ekimde sadece tutuklular değil tüm KESK üyeleri ve Türkiye sendikal hareketi yargılanacaktır. Bu nedenle sendikal hareketi etkisizleştirmeye ve Kürt-Türk emekçileri ayrıştırma gayretlerine de inat yargılanan KESK’lilerin ve onların davalarının sahiplenmesi gerekir. Aksi halde Türkiye’de emek ve demokrasi mücadelesini yürütmenin koşulları tamamen ortadan kalkacaktır. Bu durumda da Türklüğüne Kürtlüğüne bakılmadan tüm emekçiler demir parmaklıklar içinde ya da dışında özgürlüğünü kaybetmiş olacaktır!

Kaynak: evrensel.net

KESK'li Tutukluların Ortak Özelliği: Kadın, Kürt, Emekçi

KESK üyesi 15 kadın, dokuz ay sonra ilk kez 4 Ekim'de hakim karşısına çıkacak. Avukat Kozağaçlı, KESK'e sızmak için KCK'nin görevlendirdiği iddia edilen sanıkların KESK'in kurucuları olduğunu söyledi.

Nilay VARDAR Ankara - BİA Haber Merkezi 27 Eylül 2012, Perşembe

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu'na (KESK) bağlı sendika üyesi dokuzu tutuklu 15 kadın, dokuz ay sonra 4 Ekim'de Ankara'da ilk kez hakim karşısına çıkacak.

15 Şubat'ta yapılan KCK operasyonu kapsamında KESK'li kadın sekreter, kadın eğitimci, kadın komisyonu üyesi 15 kadın gözaltına alınmış; dokuzu tutuklanmıştı.

Haklarında hazırlanan 70 sayfalık iddianamede, kadınlar KCK üyesi olmakla suçlanıyor.

İddianamede deliller arasında sanıklara ait olduğu iddia edilen siyasal örgüt özeleştirisi ve özgeçmiş raporu yer alıyor. KESK, bu raporun geçerli sayılmasının tek nedeninin her yerde bulunabilecek bilgiler olan sanıkların isim, soy isim ve doğum tarihlerinin uyuşması olduğunu belirtiyor.

İkinci önemli iddia ise 3-4-17-18 Ocak'ta Diyabakır'da yapıldığı öne sürülen toplantılar. KESK'lilere yönelik bir davada yine bu toplantılar gündeme gelmiş, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi'ne böyle bir toplantı yapılmadığını bildirmişti. İddianamede bu toplantıya katılmaya delil olarak Diyarbakır uçak biletleri sunuluyor.

"KESK'e 'sızacak' bu kadınlar KESK'in kurucuları"

KESK ve bağlı sendikalar tarafından örgütlenen eylem ve toplantıların yer aldığı iddianamede sanıkların KCK tarafından KESK'e sızdırıldığı iddia ediliyor.

Avukat Selçuk Kozağaçlı, "En trajik olan KESK'e sızma iddiasıdır. Sanıklar 1995'ten beri konfederasyonun kuruluşunda yer alan kurucu üye ve aktivistlerdir" dedi.

Kozağaçlı, iddianamede yer alan tüm eylem ve toplantıların konfederasyonun kararıyla alındığını, açık bir şekilde ilan edildiğini üstelik geçmişte yapılan bu etkinliklerle ilgili herhangi bir soruşturma açılmadığını söyledi.

"İddianamede yeni olan hiçbir şey yok. Burada KESK yargılanıyor ve itibarsızlaşmaya çalışılıyor."

4+4+4, sendika yasası, Kürt sorunu

KESK yaptığı açıklamada, "Bu kadınların ortak özelliği Kürt, kadın ve emekçi olmaları" diyor.

KESK, kendilerine yönelik baskıların nedenini 4+4+4 yasasına, 4688 sayılı sendika yasasına, güvencesiz ve esnek çalışmaya, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve Kürt sorununda güvenlikçi politikalara karşı çıkmak olarak gösteriyor.

Şu anda 69 KESK üyesi tutuklu veya hükümlü; bunlardan 17'si kadın. KESK yüzde 50'ye varan oranla en fazla kadın üyesi olan konfederasyon.

Ankara Kadın Platformu ve Barış İçin Kadın Girişimi, kendilerinin düzenlediği eylemlerin de iddianamede yer aldığını söyleyerek "İddianamedeki bazı toplantıları sanıklar değil, bizzat biz barış adına düzenledik. O yüzden barış için tarafız; suç ortağıyız" diyor.

Tutuklı sanıklar şöyle: KESK Genel Kadın Sekreteri Canan Çalağan, SES Genel Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun,Tüm Bel - Sen Genel Kadın Sekreteri Güler Elveren, SES Ankara Şube Kadın Sekreteri Nurşat Yeşil, Eğitim Sen Ankara 2 No'lu Şube Kadın Sekreteri Güldane Erdoğan, Eğitim Sen 1 No'lu Şube üyeleri Hatice Beydilli ve Evrim Özdemir, SES Ankara Şube üyeleri Hülya Mendillioğlu ve Belkız Yurtsever. (NV)

Kaynak: bianet.org

Yazdı, Okuyamayacaksınız! Çünkü İletişim Cezası Verdiler

"Gereksiz yere" marş söylediği için iletişim cezası alan Füsun Erdoğan'ın itirazları reddedildi. Erdoğan'ın yazılarını 8 hafta süreyle yayınlayamıyoruz. Disiplin Kurulunun "Gereksiz yere" olarak adlandırdığı "Hayata Dönüş Operasyonu" anmasıydı.

Füsun ERDOĞAN Kandıra - BİA Haber Merkezi 28 Eylül 2012, Cuma

Yazarımız Füsun Erdoğan'a "gereksiz yere" marş söylediği için iki ay "haberleşme ve iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama" cezası verildiği için yazısına bu hafta yer veremiyoruz.

Füsun Erdoğan'a Adalet Bakanlığı Kocaeli  2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığı'ndan ceza kararı 26 Aralık 2011 tarihinde tebliğ edilmişti.

Füsun Erdoğan, haberleşme cezasını 7 Ocak 2012 tarihinde Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishane'den yazdığı "Sen Neymişsin Be 'Sözde'?" başlıklı mektubuyla duyurmuştu.

Erdoğan, karardaki "gereksiz yere marş söyleyerek" kısmını aktararak Aziz Nesin'i anmıştı.

Sözkonusu mektuptaki ilgili bölüm şöyleydi:

"Devlet 19 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishanede eş zamanlı bir saldırı gerçekleştirmişti.

28 tutsağın öldürüldüğü bu katliamın adını da 'Hayata Dönüş Operasyonu' koymuşlardı.

Biz de D-6 sakinlerinden beş kadın, katliamın yıldönümü nedeniyle bir anma yaptık.

Hapishane koşullarında bir anma töreninde ne yapılır?

Saygı duruşunda bulunulur, slogan atılıp, şiir okunur. Bir de marş söylenir.

Biz de aynen bunları yaptık!

Hapishane Disiplin Kurulu hakkımızda soruşturma açtı.

Elbette tutsakların bu kısıtlı zamanlarda ya da hak arama mücadelelerinde yaşadıkları bu kısıtlı koşullarda: Marş söylemek, slogan atmak, açlık grevi yapmak, kapı dövmek gibi kendilerini ifade edebilecekleri çok sınırlı fiillere hemen soruşturma açılıp, disiplin cezaları yağdırılması başlı başına bir tartışma ve mücadele konusu. (...)

Hakkımızda açılan soruşturmayla ilgili Disiplin Kurulu'na savunmalarımızı yaptık."

Birkaç gün sonrada; mazgaldan 26 Aralık 2011 tarihli Disiplin Kurulu Kararı'nı elimize verdiler: "İki ay süre ile haberleşme ve iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama" cezası verildi hepimize!

Kararla ilgili itirazlarımızı İnfaz Hakimliği'ne yaptık."

Erdoğan'ın İnfaz Hakimliği'ne dilekçe ile başvurup yaptığı itiraz, 15 Ağustos 2012 kararıyla reddedildi.

Bunun üzerine 3 Eylül 2012'de Kocaeli 2. Ağır ceza Mahkemesi'ne itiraz dilekçesi gönderen Erdoğan'a 7 Eylül 2012 tarihinde yine ret yanıtı verildi.

Böylece Füsun Erdoğan ile birlikte Meral Sönmez, Gülşah Işıklı, Mihrican Atalay ve İlke Başak Baydar'a verilen iletişim yasağı kesinleşti.

Bu nedenle Füsun Erdoğan'ın yazılarına 8 hafta yer veremeyeceğiz. Yasağın kalkmasının ardından biriken sekiz yazıyı yayınlayacağız. (bianet)

Kaynak: bianet.org

Üniversite Öğrencileri Baran Nayır Ve Ali Deniz Kılıç'a 21 Yıl Hapis Cezası İstendi

2 yılı aşan tutukluluğun ardından geçtiğimiz Haziran ayında tahliye edilen üniversite öğrencileri Baran Nayır ve Ali Deniz Kılıç hakkında 21 yıl hapis cezası istendi. 

Üniversite öğrencileri Baran Nayır ve Ali Deniz Kılıç'ın da aralarında bulunduğu 12 sanıkla davada sona doğru gelindi. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün görülen duruşmada savcı Bilal Bayraktar, mütalaa verdi. 

Savcı mütalaasında Baran Nayır ve Ali Deniz Kılıç hakkında "örgüt adına suç işlemek suretiyle örgüt üyeliği", "toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet", "patlayıcı madde bulundurmak", "terör örgütünün propagandasını yapmak" suçlarından cezalandırılmalarını istedi. Buna göre, iki öğrenci hakkında 21'er yıl hapis cezası talep edildi. 

Savcı Bayraktar, Eyüp Kaya, Abdullah Özmen, İbrahim Kürkçü, Ali Karaçay, Rıdvan Takan, Mahmut Bertan, Cumali Özkaya, Ali Başdaş ve Hayrettin İynem de, "örgüt adına suç işlemek suretiyle örgüt üyeliği", "toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet", "terör örgütünün propagandası yapmak" suçlarından cezalandırılmalarını istedi. 

Savcının, mütalaasındaki tek 'delil'in ise, Nayır ile Kılıç'ın cep telefonlarına gelen "7'de İstiklal'de eylem var. Katılım önemli. Dev-Lis... saat 11'de ilçede toplanıyoruz. Yoldaşlar eylemimiz var. Katılım önemli gelmeye çalışın" şeklindeki mesajlar olması dikkat çekti. 

Savcının mütalaasına karşı sanıklara ve avukatlara savunma için süre verilerek duruşma ertelendi. 

Baran Nayır ve Ali Deniz Kılıç, 2009 yılının Aralık ayında kapatılan DTP'nin barış talebiyle yaptığı basın açıklamasının ardından gözaltına alınarak tutuklanmıştı. 2.5 yıl tutuklu kalan öğrenciler, 28 Haziran 2012 tarihinde tahliye edilmişti. (etha)

Kaynak: baskahaber.org

Tutuklu Gazetecilerin Davalarını İzleyen Örgütlerden Ortak Çağrı: Tutuklu Gazeteciler Derhal Serbest Bırakılmalıdır

IPI, EFJ, IPI Türkiye Ulusal Komitesi, TGS ve Gazetecilere Özgürlük Platformu temsilcileri, hapiste bulunan gazetecilerin duruşmalarını izledi ve rapor hazırladı.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ), IPI Türkiye Ulusal Komitesi, EFJ üyesi Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Gazetecilere Özgürlük Platformu temsilcileri yaklaşık 77 gazetecinin terör odaklı iddialarla hapis tutulmaya devam edilmelerini kınadı. Grup ayrıca bağımsız, eleştirel gazetecilik üzerindeki süregelen baskılar konusunda derin endişelerini dile getirdi

Grup temsilcileri gözlemlerini terör örgütü üyeliği ile suçlanan ve bu suçlamalarla hapiste bulunan gazetecilerin duruşmalarını izleyerek, hapisteki gazetecileri ziyaret ederek, gazetecilerin avukatları ve aileleriyle görüşerek sürdürdü.

Grup, Odatv ve KCK Basın Komitesinden 2’şer tutuklunun tahliye edilmelerini memnuniyetle karşılarken, haklarındaki zayıf delillere rağmen diğer tutukluluların serbest bırakılmaması karşısında hayal kırıklığı yaşadı. Diyarbakır’da mahkemenin gazeteci/yayıncı Bedri Adanır’ın tahliye talebini reddetmesi hayal kırıklığını artırdı.

'Devam eden davalar ve gazetecilerin hala tutuklu olmaları, bu yaz meclisten geçerek yasallaşan Üçüncü Yargı Paketinin Türkiye’de basın özgürlüğünü güvence altına alacak gerçek yapısal reformları gerçekleştirmekten uzak kaldığı, tutuklu gazetecilerin durumlarına çare olamadığını göstermektedir. Gazetecilere reva görülen ve kimileri çok açıkca keyfi olan uygulamalar derin endişe yaratmaktadır'

IPI Direktörü Alison Bethel Mc Kenzie, “Türkiye’nin demokrasi modeli olması ile
gazetecilerin karşı karşıya kaldıkları uygulamalar arasındaki uçurum giderek artmaktadır. Biz Türk yetkililerden basın özgürlüğünün önünü açmaları, gazetecilerin her gün yaşadıkları korku iklimine son vermeleri için talepte bulunuyoruz. Biz aynı zamanda basının da ayağa kalmasını ve birbirine destek vererek Türk halkının, kendi yaşamlarını etkileyecek kararlar verebilmeleri için gerekli olan haber alma hakkınının ortadan kaldırmasına karşı mücadele etmeleri ve yetkililerden hesap sormaları için çağrıda bulunuyoruz” 
dedi.

EFJ Başkanı Arne König, “Endişelerimiz sadece Türk meslektaşlarımız ya da Türkiye’deki insanların güvenilir bilgiye ulaşması noktasında değil, Türkiye’deki durumun diğer ülkelerdeki muhtemel yansımalarına ilişkin. Türk hükümeti bu şekilde yoluna devam edememelidir. Maalesef, Avrupa’da gazetecilik ve basına yönelik artan kısıtlama eğilimlerini açıkca görmekteyiz. Eğer Türkiye gazeteciler ve basın üzerindeki baskılarına son vermezse, bu durumun diğer ülkelerde, bölgede ve Avrupa’da olumsuz etkiler yaratmasından korkuyoruz. Bu nedenle Türkiye’nin dostlarından hükümetin gazetecilere ve basın özgürlüğüne açtığı bu savaşa son vermesi için baskı yapmaları çağrısında bulunuyoruz” dedi.

Rapordan detaylar ise şöyle;

OdaTv Davası 

IPI, EFJ, IPI Ulusal Komitesi, TGS ve GÖP temsilcileri 14 Eylül’de İstanbul’da yapılan OdaTV duruşması izledi.

Dava adını Soner Yalçın’ın başında olduğu ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yönettiği hükümete çok sert eleştirilerde bulunan, haber içerikli bir web sitesinden almaktadır. 
Savcılar websitesinin ve yargılanmakta olan 10 gazetecinin konumlarından yararlanarak basında Ergenekon
komplosunu sorgulamakla, dolayısıyla önemini azaltmakla suçlamaktadır. Savcılar web sitesine ait bilgisayarlarda ve çalışanların bilgisayarlarında ele geçen belgelerde operasyonel bir planın mevcudiyetini iddia etmektedir. Bu iddialarını, elektronik postalar, dinlenilen telefon görüşmeleri ile desteklemektedirler.

Bazı sanıklar, hükümetin daha önce Ergenekon komplosunda hedef aldığı, yazar ve akademisyen Yalçın Küçük’ün OdaTV davasında sanık olmasını, bu davayı darbe komplosuna bağlayabilmek için “kayıp halka” konumunda olduğunu iddia ediyorlar.

Sanıklar delil dokümanların virüsle gönderilmiş olduğunu söylediler. Türkiye’den ve ABD’den gelen ve bu savlarını destekleyen uzman raporlarını sundular. Ancak mahkeme bu yılın başında TUBİTAK’tan rapor istemişti, gelen raporda söz konusu belgelerin sanıkların hiçbirinin oluşturmadığı ve açmadığı belirtiliyordu. Ancak TUBİTAK bu dokümanların virüsle gönderilip gönderilmediği konusunda açık bir şey söylemiyordu.

Ancak, sanıklar davanın bağımsız sesleri susturmak için bir bahane olduğunu iddia ediyorlar.
2011 Yılı başlarında sanıkların gözaltına alınması zamanlamasının, o yıl yapılan meclis seçimlerinden önce Yalçın’ın televizyon yayıncılığına başlamasını engellemeyi  amaçladığını ve IPI Dünya Basın Özgürlüğü Kahramanı Nedim Şener’in, araştırmacı gazeteci Ahmet Şık’ın, kurum içi haberlerin yazarı Hanefi Avcı’nın da bu davaya dahil edilmelerinin suskunluk yaratmak ya da en azından dini bir hareket olan Fethullah Gülen hareketine karşı tepkileri kanunsuz hale getirmeyi amaçladığımı iddia ediyorlar.

Geçen Cuma günkü oturumda sanıklar raporu ve belirsizliğini sorguladılar, mahkeme raporu 20 gün içerisinde revize etmesi talimatıyla TUBİTAK’a geri gönderdi. Mahkeme Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nu tahliye ederken Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’ün tutukluluklarının devamına karar verdi. Terkoğlu ve Pehlivan’ın tahliyeleri memnniyet yaratmasına karşın mahkemenin TUBİTAK raporuna rağmen aynı sanıklar için tahliye
talebinin daha bir hafta once reddedilmiş olması şaşkınlık yarattı.

Bedri Adanır Davası
EFJ ve TGS temsilcileri Kürt gazeteci/yayıncı Bedri Adanır’ın 13 Eylülde Diyarbakır’da yapılan duruşmasında hazır bulundu. Ocak 2010’dan beri tutuklu olan Adanır PKK üyesi olmakla suçlanıyor. Mahkeme Adanır’ın avukatına müvekkilinin tahliyesi ile ilgili olarak beş dakika konuşma hakkı tanıdı, tahliye talebinin verilen 15 dakikalık aradan sonra reddedilmiş olması bu kararın daha önceden verildiği izlenimini yarattı.

KCK Basın Davası
IPI Türkiye Ulusal Komitesi, TGS ve GÖP temsilcileri 44 gazeteci ve basın çalışanın yargılandığı bu davanın ilk duruşmasında hazır bulundu. İddianamede gazeteciler meslektaşlarıyla telefon görüşmeleri yaptıkları, basın kartları taşıdıkları, pasaport aldıkları, yurtdışına seyahat ettikleri için hedef olmaktadırlar. Eleştirmenler sanıkların bütün dünyada standart gazetecilik faaliyeti olarak kabul edilen faaliyetlerinden dolayı  suçlandıklarını kaydetmektedir.

Önceki Pazartesi günü yapılan ilk duruşmada sanık avukatları yeterli oturma yeri bulamayıp ayakta kaldıkları için öğleden sonraya ertelendi.Mahkeme Perşembe günü iki sanığı, Vatan muhabiri Çağdaş Ulus’u ve Demokratik Modernite dergisinden Cihan Ablay’ı tahliye etti.

Üçüncü Yargı Paketi
Temmuz ayında Meclis, Türkiye’de hasar görmekte olan basın özgürlüğü iklimine hitap etmeyi amaçladığı belirtilen Üçüncü Yargı Paketini çıkardı. Pakette belirtildiğine göre basın aracılığıyla işlenen ve beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak suçlar üç yıl içerisinde aynı türden suç işlenmediği takdirde tamamen düşürülecektir. Özel yetkili mahkemeler kaldırılacaktır ancak sürmekte olan davalar souçlanana kadar görevleri sürecektir. Ancak paketin terrorle suçlanan gazeteciler üzerinde bir etkisi  bulunmamaktadır.

Sonuçlar
Türkiye’de bağımsız ve eleştirel gazetecilik üzerinde sürmekte olan baskı korku iklimine yol açmakta ve basın özgürlüğünü tahrip ettiği konusunda ciddi endişeler yaratmaktadır.

IPI ve Ulusal Komitesi, EFJ, TGS, Alman Gazeteciler Federasyonu (Deutscher  Journalisten Verband, yani DJV), Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), Avrupa Gazeteciler Derneği (AEJ) nin içinde bulunduğu uluslararası gazeteciler ve basın kuruluşlarndan bir heyet geçen yıl 22- 24 Kasım 2011 tarihlerinde yaptıkları ziyaret sonrası benzer  gözlemlerini dile getirmişlerdi.

Oto sansür giderek yayılmış, açıksözlü gazeteciler sadece teröre destek vermekle suçlanma tehlikesiyle değil, medya sahiplerinin farklı ekonomik çıkarlarına olumsuz etkileyecek haberler yapılması durumunda işlerini kaybetme tehlikesiyle de karşı karşıya kalmaktadırlar.

Terörle ilgili bağımsız haberciliğin yokluğu savcıların gazetecilerle ilgili iddialar yaymasına
yol açmakta ancak pekçok ana akım medya gazetecilerin kendini savunma argümanlarına sessiz kalmaktadırlar. Gazeteciler arasında yaygın endişe güvensizlik bir istisna değil kural haline gelmiştir. Sonuç olarak, cezaevlerindeki gazeteci sayısında azalma olmasına karşın, olumlu gelişmeler ve gerçek basın özgürlüğü hala yok hükmündedir.

IPI, EFJ, IPI’ın Türkiye Ulusal Komitesi, TGS ve GÖP talepleri şunlardır:
- Türkiye’de basın özgürlüğünün giderek artan ölçüde kötüye gitmesi karşısında endişelerini
yinelerler. Türkiye hala dünyadaki en çok tutuklu gazetecisi olan ülke konumundadır.

- Tutuklu gazeteciler derhal serbest bırakılması için çağrıda bulunur.

- Gazetecileri kriminalize etmeye çalışan yargılamaları kınar.

- Türkiye’de yasa yapıcıların basın özgürlüğüne güçlü güvence verecek, uluslararası
standartlarda reformlar yapması konusunda ısrar eder.

- Türkiye’de kriminal iddialarla yargılanan gazeteciler için adil yargılanma talep eder.

Kaynak: baskahaber.org

Tahir Canan'ın durumu komisyonu ilgilendirmedi!


BDP Mersin Milletvekili Bandırma M Tipi Cezaevi'nde tutuklu olan Tahir Canan'ın dosyası için Adalet Bakanlığı nezdinde girişimde bulunulması talebi TBMM İnsan Hakları Komisyonu tarafından reddedildi.

12 Eylül'den beri tutuklu bulunan Tahir Canan'ın durumu TBMM İnsan Hakları Komisyonu'nu ilgilendirmedi.

Yurt gazetesinin haberine göre, Komisyon da AKP hükümeti gibi 'devam eden yargılama' bahanesinin ardına sığındı. Komisyon yanıtında, "Bu husus devam eden bir yargılamaya ilişkin olduğundan Anayasanın 138. maddesinin ikinci fıkrasındaki 'Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez: genelge gönderemez; tevsiye ve telkinde bulunamaz.' ve dördüncü fıkrasındaki' Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır: bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez...' hükmü uyarınca yasama organını bir birimi olan Komisyonumuzca başvurunuz hakkında yapılacak bir işlem bulunmamaktadır" denildi.

'Bizi kim dinleyecek?'

Konuya ilişkin Tahir Canan'ın ailesi adına yazılı açıklama yapan İlhan Canan, hukuksuzluğun son bulması talebiyle daha öncede çok sayıda yere başvuru yaptıklarını, bunlarada "Anayasanın 138. maddesi" diye başlayan cevaplar verildiğini hatırlattı.

İlhan Canan, şunları sordu: "Şimdi soruyoruz Bu adalet ve Hukuk mekanizması madem bu kadar sistematik ve son derece güvenilir olarak çalışıyor, hiç kimse parmakla işaret ederek hüküm ve karara varamıyor, son derece adil ve bağımsız işliyor? O halde bize birisi cevap versin Tahir Canan'ın yaşadığı hukuksuzluk nereden kaynaklanıyor? Biz bu hukuksuzluğu T.C. Devletinin hukuk ve adalet mekanizmaları ve insan haklarının incelendiği komisyonlarda ifade edemeyeceksek başka bir devlete mi anlatalım? Bizi kim dinleyecek ve sorunumuzu hangi Bakanlıkta çözeceğiz?"

'Kimse adalet ve özgürlükten bahsetmesin'
İlhan Canan, "Tahir Canan 31 yılı aşkın süredir cezaevinde yatmakta iken bu ülkede kimlerin hangi yargı paketleri ile bırakıldığı çok net iken, hiç kimse hukuk adalet ve özgürlüklerden bahsetmesin bize!" dedi.

Adalet, demokrasi ve özgürlükler meselesine "Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü" kavramı ile bakılsayda Tahir Canan'ın uzun zaman önce özgürlüğüne kavuşmuş olacağını kaydeden İlhan Canan, Türkiye'de hukuk ve adalet mekanizmasının üstünlerin hukuk ve siyasal erk'in çıkarları doğrultusunda işlediğini vurguladı.

Tahir Canan'ın tutuklu kaldığı sürece, hukuk ve adalet konusunda yaşanan sıkıntıları sorguladığını ve incelediğini söyleyen resmi kurumların kendileri için hukuksuzluğun ve adaletsizliğin sembolü olarak kalacağını vurguladı.

İlhan Canan, teknoloji çağında, Yargıtay'da çıkan kararın 7 aydır halen yerel mahkemeye ulaşmadığına da dikkat çekti.

Kaynak: sol.org.tr

"Tutuklu Öğrenciler"in Eğitim Yılı Başladı

Üniversitelerde 2012-2013 eğitim yılı açılış törenlerinin yapıldığı şu günlerde, tutuklu öğrenciler için sokakta "temsili açılış töreni" yapıldı.

Eğitim-Sen 6 No'lu Şube, GIT Türkiye, Öğrencime Dokunma Kampanyası, Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi ve Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Galatasaray Lisesi önünde dün saat 18.30'da "Temsili Açılış Töreni" yaptı.

Eylemi düzenleyenler adına Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Seçil Doğuç ortak bir açıklama yaptı. Doğuç açıklamasında, "Bütün üniversitelerde açılış törenleri yapılıyor. Bu açılış törenlerini ve okullarını uzaktan izleyen öğrenciler var: tutuklu öğrenciler. Bu ülkede yüzlerce öğrencinin hakka, hukuka, akla sığmayacak gerekçelerle ve yöntemlerle özgürlüklerinin ellerinden alındığına tanık oluyoruz. Bizler bu açılış törenini onları unutmadığımızı bir kez daha haykırmak için yapıyoruz. Bu açılış dersinden kendine pay çıkarması gerekenlerin öğrencilerin özgürlüklerini ellerinden alanlar olduğunu hatırlatıyoruz. Öğrenciler özgür oluncaya dek sokaklarda olmaya devam edeceğiz." dedi.

Yeşildere: Adalet herkese gerekir

Seçil Doğuç'un ardından açılış konuşmasını yapmak üzere söz alan Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Tahsin Yeşildere, "Biz öğretim görevlileri olarak burada olmaktan hoşnut değiliz, bizim de öğrencilerimizin de yeri kampüslerdir. Türkiye'nin geldiği nokta oldukça endişe verici. 1982 Anayasası'nın ürünü olan YÖK sistemi hala devam ediyor. Bu eğitim sistemi ile Türkiye bir yere varabilir mi? Öncelikle üniversitede özgürlük alanlarının genişletilmesi gerekir. Tutuklu öğrencilerimizi hapsedenlere sesleniyoruz, adalet size de lazım olabilir. Tutuklanan tüm öğrencilerimizin bir an önce serbest bırakılmasını istiyoruz" dedi.

Üniversite halka toplumsal mücadeleyle açıldı

Konuşmaların ardından Prof. Dr. Neşe Özgen açılış dersi verdi. Dersinin açılış ve kapanış bölümlerini Türkçe ve Kürtçe yapan Özgen, dersinin konusunu "Üniversitenin tarihi ve şimdiki durumu" olarak seçmişti.

Özgen dersinde şöyle dedi, "Üniversiteler 11. yüzyılda Fransa'da kilise görevlilerinin kurduğu katedral okullarından başlatabiliriz, burada sorular hocaların yüzüne bakarak sorulmazdı, bir yıllık ders süresinde birden fazla soru soran öğrenciye iyi gözle bakılmazdı. Öğrencinin görevi kendisine verilen metinleri aynısıyla geri yazmaktı. Üniversite çok değişken dönemler geçirerek bugünlere geldi. Üniversitelerin bizim anladığımız anlamda özgür bilim yapma, bunu üniversitenin tüm bileşenleriyle birlikte yapma ve araştırmanın ve bunun öğretiminin esas ilkesi ancak 1968'lerde kendisini somutlayabilmiştir. 1968'de üniversitelerin kapıları halk çocuklarına açılmıştır, bu ise mücadele ile olmuştur ve yoksul çocukları da üniversite eğitimi alabilmiştir. 1968'e kadar birçok üniversitede kadınlar için tuvalet bile bulunmamaktadır."

Özgen dersini şu sözlerle bitirdi, "Bugün üniversitelerden Roma Hukuku dersi kaldırılmaya çalışılmaktadır. Oysaki Roma Hukuku medeni hukukun ve laik eğitimin temelidir. Nazi Almanya'sında politika çamuruna batmamak adına, pasif direniş göstererek geri çekilen akademinin tutumu nazizmin adım dadım gelişmesine sebep olmuştur. Bizim de buradan çıkarılacak derslerimiz mutlaka vardır."

Açılış töreninin ardından cezaevindeki öğrencilere gönderilmek üzere hazırlanan öğrenci belgeleri ve kartpostallar doldurularak cezaevlerine postalandı. Eylem sonunda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Ercan Kazgan'ın duruşmasının sonucu da açıklandı: 14 yıl 9 ay. (AS/HK)

* Fotoğraflar: Can Memiş

Kaynak: bianet.org

PKK ve PAJK tutsaklarına saldırı

Silivri Cezaevi'nde açlık grevinde olan Kürt tutuklular, jandarmanın saldırısına uğradı. Tutuklular, tek kişilik hücrelere konuldu.

Silivri Cezaevi'nde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a uygulanan tecridin son bulması ve sağlık-güvenlik-özgürlük koşullarının sağlanması için süresiz dönüşümsüz açlık grevinde olan PKK ve PAJK'lı 10 tutuklu, jandarmanın saldırısına uğradı. Koğuşları basan robocop askerler, 10 direnişçi tutuklu ile onlara destek vermek isteyen 4 tutukluyu, tekli hücrelere koydu.

Cezaevine giderek müvekilleri ile görüşen Avukat Sinan Zincir'den alınan bilgiye göre, cezaevi idaresi, tutuklulara, "Açlık grevi yapamazsınız. Yaparsanız, hücreye konulacaksınız" tehdidinde bulundu.

Cezaevi idaresinin talimatıyla dün gece koğuşları basan jandarma robokoplar, 10 tutukluyu hücrelere koydu. Tutukluların hücrelere konulmasına direnen 4 tutuklu da ceza olarak tekli hücrelere alındı.

Jandarmanın saldırısı sırasında bir tutuklu başından, bir tutuklu da kolundan hafif bir şekilde yaralandı.

Zincir, konuyla ilgili olarak cezaevi yönetimi ile de görüşmek istediklerini ancak mesai saati dolduğu için görüşmenin gerçekleşmediğini söyledi. Avukat Zincir, yarın saat 14.00'de İHD İstanbul Şubesi'nde basın toplantısı düzenleneceğini duyurdu.

Kaynak: ANF / 26.09.12

TURAN DEMİR'DEN MEKTUP VAR

Sevgili Öykü,

Sana selam ve sevgilerimi gönderiyor. Kucaklayıp öpüyorum. Bütün tutsak amcalar aynı içtenlikle sana selam ve sevgi gönderiyorlar, sarılıp öpüyorlar...Çok sevildin, çok öpüldün...!

Sana daha önce kuşlarla, rüzgarla, bulutlarla selam gönderdim, bir de kucaklar dolusu sevgiler... getirdiler mi sana, ulaştırdılar mı? Kuşlar eğer selam ve sevgilerimi  sana getirmemişlerse üzülme. Bir yanlışlık olmuştur. Gagalarına aldıkları sevgilerimi yem diye yalnışlıkla yavrularına yedirmişlerdir. Bir şey olmaz, senin sayende yavrular sevgi yemiş oldular, değil mi? Sevgilerimiz boşa gitmedi. Sevgilerimiz boşa gitmedi... sevgiyle büyüsün kuş yavruları...

Bulutlar getirmediyse, rüzgar onları başka bir tarafa sürüklediği içindir... olsun ama değil mi? Belkide bulutlar Afrika'ya gitmiştir. Orada aç hasta çocuklar var, sevgimiz onlara gitmişse ne güzel değil mi? Sevinmişlerdir. Boşa gitmemiş sevgimiz, bulutlara kızmıyoruz, olur mu? Rüzgar eğer getirmemişse selam ve sevgilerimi, bir yerlerde yağmura yakalandığı içindir. Sevgilerimiz yağmurla toprağa karışmış, sonrada çiçek olmuş renga renk olmuştur. Rüzgara da kızmıyoruz, değil mi? Sevgimiz boşa gitmemiş, çiçeğe dönmüş. O çiçeklere kuşlar kelebekler taç yapmış, ne güzel değil mi?

Bende bu doğa sevgi ve selamlarımı zarfın içine doldurdum, ağzını iyice kapattım, öyle gönderiyorum, anlaştık mı?

Baktım senden gelen zarfın üzerine aaa... ne göreyim zarf çiçek açmış, şaşırdım...! Sonra dikkatli bakınca çiçeklerle kocaman bir “öykü” yazıldığını fark ettim. Herkesi çağırdım, “gelin gelin bakın, öykü çiçek açmış” dedim. Çok sevdik çiçek açan Öykü'yü. Öykü çiçekleri içinde bir dağ vardı kocaman... o dağın eteklerinde ışık var bizi aydınlatan, yol gösteren. Işığın içinde çocuklar koşuyordu bir yere doğru. “Bu çocuklar nereye koşuyor dedim?” dedik. “ Sevgiye, barışa, kardeşliğe” dedi. Senin çizdiğin çiçekler! Çok sevindik çok...!

Okula gidiyorsun bu sene değil mi? Orada güzel oyunlar varsa bize haber ver, geliriz. Biz oyun oynamayı çok severiz, hele ki çocuklarla... Bu sene de gelemedik. Artık bana yazacağın dondurma başka bir yaza kaldı. Olsun önümüzde çok yaz var. Dondurma da bitmez değil mi? Park da orada duruyor. Bir bahar gelirim, parka götürür, dondurma ısmarlarsın bana...

Fotoğraflardan boyunu ölçemiyorum ama her fotoğrafta biraz daha büyüdüğünü görüyorum. Hepimiz seviniyor, mutlu oluyoruz seni büyürken görmekten.

Bir de senin "Pastamın Mumları" şiirin çok güzeldi. Defterimize yazdık. Gurur duyduk seninle, şiirine güldük coştuk. Hani demişsin ya şiirin sonunda “unutma bu şarkıyı” diye. Evet unutmayacağız bu şarkıyı. Hepimiz sana söz verdik o şarkıyı hep birlikte söyleyeceğiz. Her şeyin “çok güzel olduğu o dünyada...”

Buralar daima soğuk, üşüyoruz!

Bize her zaman sıcak şiirler yaz ki ısınalım. Tamam mı? Burada yemekler berbat daima “Pastamın Mumları” tadında şiirler yaz ki, doyalım. Anlaştık mı?

Kendine çok iyi bak. Seni çok seviyor ve o güzel gözlerinden öpüyoruz. Sevgilerimle.                                  

Turan Demir

Not: Sana bir şiir yazdım arka sayfada, çok sevdiğim, gidip de dönmeyen, aceleci bir çocuğa atfen yazmıştım. Seninle paylaşmak geldi içimden.

Kırıkkale F Tipi

Yüksek Güvenlik Kapalı C.İ.K