Duvar Yazısı, Edebiyat Kayıntısı I

Örneklerine çokça karşılaşılsa da kişiye has özellikler/özgünlükler barındırdığından kaç zamandır ben de bir şeyler yazmaya başladım. Okumalardan ve kitaplardan devşirdiğim kimi anekdotları maddeler halinde yazmaya koyuldum. Kim bilir dipnotlarda kalan edebi pasajları bu vesileyle sizlere ulaştırmak istedim. Dilerim ilginizi çeker…

Madde 1: Yazı ve edebiyatın Ana Tanrıça ile ilişkili olduğunun izleri Dünya Mitolojisinde çokça yer kaplar. Hint mitolojisinde Tanrıça Sarasvati’nin alfabeyi bulan olduğu yazılır. Sümerlerde de kil tableti Tanrıça Nidaba’nın bulduğu söylenir. Keltlerde de Tanrıça Brigid dilin koruyucusudur. Tüm bunların anaerkillikten kopuk olduğu söylenemez. Anaerkil toplumda şiir, müzik ve dans kadının rengini taşırdı. Şiir, müzik ve dansla yapılan toplumsal ifadelendirme İslamiyet dışındaki diğer semavi dinlerde silik bir yansımasını gözlemlemek mümkün.

Madde 2: Muazzez İlmiye Çığ’ın Sümerli Ludıngırra kitabında rast gelmiştim. Sümerlerde prenslere özgü yani erkeklerin konuştuğu EMEGİR lehçesi varmış. Kadınlara özgü de EMASAL lehçesi bulunuyormuş. Özellikle kadınlar konuşurken ve yazarken kendi lehçelerini kullanırlarmış. Erkeklerse bir kadın veya Tanrıçanın ağzından söylenecek şiir veya şarkıyı kadın lehçesiyle yani EMASAL lehçesiyle yaparlarmış. Anlaşılacağı üzere sanat ve edebiyatın yaratıcısı kadınlar olduğundan iktidar ve devletin kökleşmesinden sonra da Sümerlerde anaerkilliğin izlerini şiir ve müziklerinde takip edebilmekteyiz.

Madde 3: İncil’de “Önce Söz Vardı” denir. O söz ataerkillikle özdeşleşmiştir. Kadını kamusal alandan uzaklaştırıp eve kapatmanın adıdır o söz! O söz, şiiri, şarkıyı ve müziği yaratandan çalmaya tekabül eder. Ve gök kubbenin altındaki ilk sömürgeleşme olan kadının yoksanmasına delalet eder.

Madde 4: Şair Ludıngırra şöyle yazmıştır: Sümerler kitaplık ve arşivlerine gözü gibi bakarlar. İşgalcilerin ilk işi saraylarda, tapınaklarda ve evlerde bulunan kitapları (kil tabletler) ve belgeleri kırıp parçalamakmış… Bundan dolayı Sümerler kitap ve belgelerini dış tehditlerden sakınmak için azami önem gösterirlermiş. İlk yazı Sümerlerde bulundu. Alfabeyi öğrenmek için yıllarını verirlerdi. Haliyle kil tabletlerine değer verir ve korumaya alırlardı. Ne yazık Sümerlerdeki o duyarlılık bugün bile yoktur. Dünden bugüne kitaplara kıyılma hızından bir şey kaybetmeden sürmekte…

Madde 5: Ephrem-Isa Yousif’in Avesta Yayınları’ndan çıkan “Dicle ve Fırat’ın Destanı”nda okumuştum. Kitapta Sümerce ve Akadça yazılan iki dilli tablette yazı sanatının önemine değinilir. “Yazı sanatı, konuşmacının anası, sanatçının babasıdır; yazı sanatı görkemlidir, onun bolluğundan asla usanılmaz; yazı sanatı kolayca öğrenilmez, ama öğrenenin artık bununla uğraşmasına gerek kalmaz; Bu sanat için uykusuz kaldığında, o sana sırlarını açacaktır: Onun için tembellik yapma: kendi hakkında kötü konuşulmasına yol açarsın. Yazı sanatı iyi kaderdir: Sonsuz bir zenginlik ve bolluktur! Doğru söze ne demeli! Anlamak istemeyenlere, anlamlandırmayanlara duyurulur!

Madde 6: Ralph Waldo Emerson, “Yakılan her kitap, dünyayı aydınlatır” demiş. Acaba öyle mi? Heinrich Heine de, “Kitapları ateşe verenler, insanları da yakar” der. Şahsen kendimi Heine’ye yakın hissediyorum. Kitapların yakılması zifiri karanlıkla gark edilmeye yol açar. İnsanın dünyasını çoraklaştırır. Geçmişten bugüne, kitapları ateşe atanların insanları da katliamdan geçirdiklerini ibretle gördük. Kanımca kitaplara olan tahammülsüzlük habis iktidar yapılanmalarının naturasından gelir.

Madde 7: Shakespeare insanı, “Düşlerin malzemesi” diye tanımlar. Roma mitolojisindeki esin perisi Tanrıça Thalia imiş. Thalia’nın düşlerimizin malzemesini kanatlanmasını sağlamasını dileyelim! Düşlerin kanatlanması en çok da edebi okuma ve yazmalarda anlamına kavuşur.

Madde 8: Osmanlılar Döneminde basılan kitapların ilk sayfasına “Ya Hafız Ya Kebikeç” diye yazılırdı. Kebikeç’e atfedilen anlam kitapların koruyucusu melekliğiymiş. Kebikeç’e, kitapları çalmak isteyenlerden ziyade kitaba zarar veren, sayfalarını kemiren güveler, böceklere karşı korunmak için başvurulurdu. Bu söz bir nevi muska diye yazımının yanı sıra işi garantiye almak için de özel hazırlanmış ilaçlı bir mürekkeple yazılırmış kitaplar. Günümüzde güvelerden ve böceklerden koruyacak bir Kebikeç’e ihtiyaç yoktur. Fakat koruyacaksa eğer Kebikeç, kitaplara karşı tahammülsüz ve onları bomba gibi algılayan bir zihniyete karşı korusun Kebikeç!

Madde 9: “Şair yağmurdan söz etme bize. O yağmuru yağdır” diye bir Hint özdeyişi vardır. Şiiri dizen şairin elbet böyle bir güce haizdir. Şair kelime ve imgeleriyle yağmur da kar da yağdırır. İyi şair sonbahar yaprakları gibi dökülen kelimelerin altında saklı kalmış dünyanın büyüsünün arayışına çıkandır. İmgeye kesilmiş sözcüklerden berkittiği şiirleriyle kurulumunu gerçekleştirdiği dünyanın yörüngesinde dönmesini sağlar. Bunun aksi olan şairler de mevcut. Žižek’in “Ahir Zamanlarda Yaşarken” kitabında geçer: “Radovan Karadžić’ten bir şair olarak bahsedildiğinde sorulması gereken soru şudur: Hangi şiir uğruna katliama girişmiştir?” Doğru söze ne hacet! Aslolan öylelerine de şair dememektir. Onların şiirinde yağmur yerine, masum insanların üstüne bomba yağar…

Madde 10: Edebiyat yazının başlangıcıyla ilintilendirilir. Ama öncesindeki sözlü gelenek ve edebiyat vardır. Nitekim yazılı edebiyatın yanı sıra da sözlü edebiyat da hayat ve toplum içinde varlığını sürdürür. Bu günümüzde de süregelir. Sözlü edebiyat geleneği modernizmle birlikte kentlerde özellikle gerilese de, yazılı edebiyatın ardında unutuluşa, küçümsenmeye terk edilse de toplumumuzda hikaye anlatıcılarının –çîrokbêj- ve ses erbaplarının –dengbêj- anlatılarının aktarımı canlılığını koruyabilmekte. Özellikle asırlık çınarların göçüp gitmeleri bazı geleneksel anlatıları unutuluşa götürmektedir. Son on yıllarda duyarlılık gösterip geleneksel halk müziği, masalları, destanları, fıkraları ve özdeyişlerini kayıt altına alan sözlü anlatıları kayıt altına alma girişimleri de var. Unutulmaması için daha çok sözlü tarih-toplum-kültür araştırmaları yapılmalıdır. Geçmişten günümüze ulaşan Memê Alan, Kela Dimdimê, Sîyabend û Xecê, Derwêşê Evdî gibi anlatılar edebi zenginliğimiz olmaktadır…

(Devamı: Duvar Yazısı, Edebiyat Kayıntısı II)

Ayhan KAVAK

1 Nolu T Tipi Cezaevi A-3

Siverek/Ş. URFA