Tutsak yazar Şiir Hakkında yazdı

ŞİİR DEVRİMCİDİR!

’’Onurunu yitiren toplumda şair,onuruna çıkan bir varlık olabilmeli’’

(Baudelaire)

Hayat şiirle akışa geçer…

İstisnalar kaideyi bozmaz diye kerameti kendinde menkul bir deyim vardır. İnanma sakın! O söz anca donuk bir düşünceye tekabül eder. İstisnaların kaideyi bozduğu hadiseler o kadar çok ki saymakla bitmez. Bunu bizlere öğreten tabuları yıkan , ezber bozan şiirdir elbet. Gaileleşen hayatta tarihe şirk koşmada yanımızda , yöremizde , ta yüreğimizin süveydasında, Ozan Ahmed Arif ‘in ‘’Kalbim Dinamit Kuyusu’’dediği yerde şiir göverir. Dayanma gücü ve takat verendir o.

Şiir, ne denli ifade edilmeye çalışılsa da kifayetsiz kalacaktır; ’’söylenen az bile söylenmiştir’’ denilecek bir güzellikten, estetikten , bir büyüsellikten ve bir sevdadan bahsedilmektedir. Şiir, feri kaçmış gözlere ışık olandır. Ahir ömürlerin birikimlerinin toplamı olan şiiri arzın merkezi olarak algılamak olasıdır. Orayı keşfetmeye çıkanların payandaları imgelerden mürekkeptir. Dillenmemiş sözlerimizin can yoldaşı, dert ortağı ve direngenliğini temsil eden şiir üstüne her şairin ve de şiirle hemhal olan her okurun kendine has tanımlamaları mevcuttur. Tüm hepsi deneyimlerden geçirilerek kristalize hale gelen fikriyata tekabül eder.

Ben de ,kendimce şiirin ne’liği üzerine karınca kararınca kimi tanımlamalar yapmayı deneyeceğim. Şiir Karun ‘un Hazinesi’yse her dile geliş şiirin bu hazinesine anca pul olacağından şüphem olmasa da,yazarın ‘’yazmasam deli olacaktım’’mottosunu kulağa küpe yapıp yazmaya çalışayım yine de. Söz konusu yedi dipsiz vadiyi geçip hazinenin kapısını açmak olduğundan; esrar perdesiyle sarmalanmış şiirin kilidi şairin anahtarına gereksinim duyar. Bazen fotoğraflara akseden 40 Kapının 40 Dizesiyle buluşturur bizi. Bazen de hayatın ritmini şiirselliğe yedirmiş Adil OKAY olur, buyur eder,açılan kapıdan şiir alemine.

Ne mi şiir? Felsefe taşını bulmaya çıkanların ete-kemiğe büründürdükleri efsunlu kelimelerin harmanlamasıyla kaçak çay tadında doyumsuz içimdir şiir…

Şiir dendi mi dağların şahikasında zifiri karanlığı ışıtan ateş gelir aklıma. Şiir Ateşgehlerdeki  sönmeyen Ateştir! Evveliyatı ilk insana kadar uzanır. Ateşi terbiye eden ilk insanın gece ayazında, ocak başında,ateşe uzattığı ellerinin ısınmasının hoşnutluğuyla ‘’Ateş ,Ateş, Güzel Ateş,Sönmez Ateş! Diyen ilk cümlesinde saklı olandır şiir…

   Sözü çalıp yalanı egemen kılan ilk  haramiyle başlayan zulüm cendersinde her şeye rağmen sözcüklere can suyu verip umut çiçeklerini yeşerten şiirden bahsetmeden geçilmezdi… Yüreğin süveydasında tomurcuklanan kır çiçeklerini derleyendir. En çok da gülhatmidir şiir! Zira gülhatmi direngendir. Metruk yerlerde , çorak ve kimsesizlikte filizlenir,açılan çiçeklerinde yüreğini taşır. ’’Eksik olma sakın şiirden ‘’ der gibi nazlı seher yıldınızını andırdığından hep gülhatmiye yakıştırmışımdır şiiri…

    Şiir, sütun kreması,ayranın köpüğü,insanın hasına denk gelir.

    Tuz ve ekmek hakkını bilendir o…

    Kalıba sığmayan akışkan bir yaratı  olan şiir herhalde en çok maddenin amorf biçimi tarif etmeye kabildir…

    Zihinlerde çınlayan kakafonik seslerin kırp diye kesilmesi ve ardı sıra usulden, ahenkle gökkubbeyi dolduran senfoninin adı şiirdir…

    Şayet şafağı olmayan bir gecede  uykuya yatılmışşa,asudelikte görülen düş şiire dairdir. Tenler şafakta karışmışsa toprağa,sonra ki şafaklarda ölesi olmayan canlar, çifte su verilmiş çelik misali , kavi şiirdir,şiir olacaktır. Bir kez olundu mu şiirle hemhal,hakikatin üstündeki demir tozlarını çeken mıknatısın sırrına vakıflığın göstergesidir.

    Şiir daha ne olsun? Şiir devrimcidir; insanın yabancısı olmadığı bitimsiz ve özlem ve umutla imgelenmiştir. Aynı zamanda kriz ve kaos aralığında seyreyleyen bir muhtevası vardır. O sokakların, alanların,meydanların asi küheylanıdır, şahlandıkça şahlanır… O yıldızların altında enginlikleri hedef eylemiş özgür yaşam düşbazlarının içini ısıtan bitimsiz enerjidir.

   Şiir yerleşik kural ve kaidelere boyun eğmez. Öyle iki dirhem bir çekirdek giyinik halini göremezsiniz. Çıtkırıldım hiç olmadı. Saksıya alışık değildir,ekmeye çalıştığında kurur. Bir başına koşuşturmayı,toz-toprak bulamacında göksemaya karşı kahkalarını salıvermeyi sever. Bir çırpıda imla kılavuzlarını yok hükmünde  ilan eder. Roman,öykü veya deneme gibi diğer edebi verimlere benzemediğinden noktalama işaretlerine eyvallahı olmaz.

   Diğer edebi disiplinler mukavemete dayanan hazır beton blokları itinayla üst üste bindirerek  konut yapmayı bilirler. Ya şiir, ’’topraktan geldik toprağa gideceğiz’’i en iyi bilen olduğudan toprak insandır. Halis topraktan bir başına çamur yoğurup kerpiç yapmanın ardından güneşe teslim eder kuruması için. Eciş bücüşlüğe bakmadan toprak damlı, toprak kokulu evler örer kendine. Evi yaratımdır;kavurucu sıcakları serin, kışı da sıcak eyler o doğayla bir olan evler…

    Şiir yazım kurallarına başkaldırıdır!

   Resmiyete gelmeyen asi yüzündeki menevişlenme hep özgür yaşam istencini duyumsatır. ’’Pasaporta ısınmamış içimiz’’demişse Ozan, biliriz ki bu sözün hikmetine sual olunmaz. Şiirde de pasaportsuz sınır ihlalleri olağandan sayılır. Sınırlar,çitler ve duvarlar engelleyemez onu. İlla ki  ufkun ardında saklı güzelliklere uzanacak enerjisi bulunur. Enerjisi yerküredendir. Yer altında fokurdayan mağmanın lav olup akmasıdır yanardağdan.

    Evet, ne kadar da peş peşe tanımlamaları sıralamaktan yoruldumsa da; bu belirttiklerim anca Şiir Dağının yamacında biten cılız bir otu tarif etmeye yeteceğinin de ayırdındayım. Tanıma sığmaması dadevrimciliğinden gelir.Hattı zatında anarşisttir şiir! Devlet dersinde ölmek yerine dirençle pusatlanıp kötülüğü yerle yeksan edecek potansiyeli ihtiva eder.

    Hani mitolojilerde ölümsüzlük otunu uzaklarda arayanların hep hüsrana uğrayıp kaderlerine razı olmaları anlatılır ya; uzağa gitmeye gerek yok oysa. Varsa eğer ölümsüzlük şiirde bulunur ancak.Pablo Neruda’nın dediği gibi öldüremedi kimse şiiri:

  ‘’ Şiiri kim öldürebilir ki?.. Ona işkence ederler, sokaklarda sürklerler,üstüne tükürürler, alay ederler, çevresini dört duvarla çevirirler,sürgüne yollarlar;ama şiir bütün bunları yaşar,tertemiz bir yüzle gülümseyerek ortaya çıkar sonunda.’’

    Bu saikten ötürü diyorum bende ; Devrimciler şiire benzer! En çok şiire yakışır devrimciler. Dayatılan tahakküm ve sömürü sistemine karşı başkaldıranların arasında şiirle hemhal olmayanı bulamazsınız. Belki zulasında mahsun resim yoktur amma,’’O büyük gün geldiğinde’’gün yüzüne çıkmayı bekleyen’’bir çift güvercin’’ olup havalanmaya dair sözü illaki bulunur.

    Değil mi ki şiirsel yaşamın cevherinde de bu yatar.Nasıl ki müzikte dokuzuncu notanın arayışı kusursuz melodilerin üretimi içinse; şiirde de her dem bir arayış bulunur ve bu arayış insana, topluma, börtü-böcek ve bilcümle canlıları; muktedirce kirletilmemişse saf haliyle - ‘’Yaradılanları yaradandan ötürü severiz’’ diyen Yunus Emre duyarlılığıyla kucaklamaya nail olan hakikat üzerindedir.

    En güzel dizeler henüz dillenmeyenlerdir! O dizeler ki acıların damıtılmasından elde edilen usareyle ekilen tohumu sulayacak olandır. Yeşerecek tohumun meyve ağacı olacağı bilinir elbet. Şiir de o meyve ağacının yemişidir. İşte bunu bilip,bunun kavgasını veren özgür yaşam sevdalıları da şiirleşerek yola vurur kendini,bir şiir eyleyerek…

   Biz yine de son sözü Büyük Usta Nazım Hikmet’e verelim:

  ‘’….

Şiirler gezer ağızdan ağıza türküleşerek

Şiirler bayraklaşabilir benim orda

                          Sizin ordaki gibi

 kardeşlerim

Sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz

                                          toprağı sürebilmeli

pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli

                                        dizlerine kadar

 

bütün soruları sorabilmeli

bütün ışıkları derebilmeli

yol başlarında durabilmeli

                   kilometre taşları gibi şiirlerimiz

yaklaşan düşmanı  herkesten önce görebilmeli

cengelde tamtamlara vurabilmeli

ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan

gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar

malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli

                                büyük hürriyete şiirlerimiz ‘’

AYHAN KAYAK

Bandırma 1 Nolu T Tipi Hapishanesi