DUVAR YAZISI EDEBİYAT KAYINTISI XXII

“… 18. ve 19. yüzyıl kurmaca eserlerini okuyarak büyümüş olanlarımızın “her şeyi bilme” denen şeyle hiçbir sorunu yoktur. Ben buna “yazarın bakış açısı” diyorum çünkü “her şeyi bilme” tabiri –her şeyi bilen bir yazar fikri- çoğu zaman yargılayıcı bir tonda kullanılıyor, sanki kötü bir şeymiş gibi. Ama nihayetinde yazar gerçekten de bütün bu karakterlerin yazarıdır, yaratıcısıdır, hepsini icat eden kişidir. Aslında dürüst olursak bütün karakterler yazarın ta kendisidir.”

Ayhan KAVAK

2 Nolu T Tipi Hapishanesi A-17 Tarsus/MERSİN

 

 

DUVAR YAZISI EDEBİYAT KAYINTISI

XXII

Madde 211: Biçimcilik veya diğer adıyla Formalizm 1915-1930 yılları arasında o zamanki Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan bir edebi yöntemdir. Biçimcilikte yazar veya şairin ürettiği eseri biçim analizi çerçevesinde ortaya çıkarma, biçim yeniliklerini edebi değerlendirmede ölçü almayı ilke edinme tarzıdır. Rus biçimcilerinde dış dünyayı algılama tali bir sorundur. Metnin dış dünya ile bağıntısı değil, mevcut dil kurallarının kırılımıyla yani dilin düzenlenişiyle alakalı bir biçimde değerlendirme yapmalarıdır.

 

Madde 212: Haklı olarak biçimciliği eleştiren Terry Eagleton, öz olarak biçimciliğin dilbilimin edebiyata uyarlanması olduğunu savlar. Bu dilbilim, kişinin gerçekte dillendireceği değil de bizatihi dilin yapısallığı olduğunu belirtir. Haliyle bu yapısallıkla dillenmenin biçimsel kaldığını söyler.

 

Madde 213: Çoksatar anlamına gelen Best Seller, ilk olarak 1905’te ABD’de tedavüle sokulmuş bir terimdir. Best Seller, özellikle bir mevsim veya biraz daha uzun süre içinde çok satış yapan eserler için kullanılmaya başlamıştır. Ticari meta algısıyla zincir market tekelleri açanların kısa bir sürede yayınlatıp yüksek kâr kazanmalarını hedefleyen, tedavüle sokulmuş bir terim olagelir Best Seller. Kısa bir sürede tüketilen böylesi kitaplar peş peşe yayınlanıp durmakta. Günümüzde edebiyatın içinin boşaltılması olarak ele alınacak bu durum edebiyat sosyolojisi açısından değerlendirilecek bir olgudur.

 

Madde 214: Epik Tiyatro denince ilk akla gelen B. Brecht olur. Epik Tiyatro’nun esası, yabancılaştırmadır. Mevcut Epik Tiyatro’nun teorisinin esası, yetersiz bir anlamayı, anlamamanın şokuyla asıl hedeflenen anlamaya sevk etmesidir. Hasılı yabancılaştırmayla olumsuzlamanın olumsuzlanmasına varma anlamında gelişen bir tiyatro tarzıdır.

 

Madde 215: David Naimon’un Ursula K. Le Guin ile yaptığı söyleşilerde (Yazma Üzerine Sohbetler, Metis) Ursula K. Le Guin şöyle der:

“Yazmak hakkında yazan birçok insanın, yazdıklarını duymuyormuş gibi göründüğünü fark ettim; yazdıklarını dinlemiyorlar, algıları daha teorik ve entelektüel. Ama bu şey bedeninin içinde oluyorsa, yazdıklarını duyuyorsan, o zaman doğru ahengi yakalamak için dinleyebilirsin, dinlemek cümlenin berrak bir şekilde akmasına yardımcı olacaktır…” Dersler çıkarılacak bir saptama yapıyor Le Guin…

 

Madde 216: (Devamla) “… 18. ve 19. yüzyıl kurmaca eserlerini okuyarak büyümüş olanlarımızın “her şeyi bilme” denen şeyle hiçbir sorunu yoktur. Ben buna “yazarın bakış açısı” diyorum çünkü “her şeyi bilme” tabiri –her şeyi bilen bir yazar fikri- çoğu zaman yargılayıcı bir tonda kullanılıyor, sanki kötü bir şeymiş gibi. Ama nihayetinde yazar gerçekten de bütün bu karakterlerin yazarıdır, yaratıcısıdır, hepsini icat eden kişidir. Aslında dürüst olursak bütün karakterler yazarın ta kendisidir. Dolayısıyla yazarın onların ne düşündüğünü bilmeye bal gibi de hakkı vardır. Yazar bize onların ne düşündüğünü söylemiyorsa… neden söylemiyor?...” üzerinde düşünülmesi gereklidir.

 

Madde 217: Her yazarın kendine has bir yazma tarzı var. Stephen King, Yazma Sanatı’nda şöyle der: “Kaç müsvedde ve ne kadar düzeltme? Benim açımdan bu sorunun cevabı hep iki müsvedde ve bir cila olageldi… Düzeltme yazarken yazardan yazara büyük farklılıklar gösterir. Örneğin Kurt Vonnegut, romanlarının her bir sayfasını tam kendi istediği gibi alana kadar yeniden yazardı. Sonuç olarak bazen günlerce bir veya iki sayfayı bitirebiliyordu (ve çöp sepeti buruşturulmuş, kabul görmemiş yetmiş bir,  yetmiş iki sayfayla dolu oluyordu) ama el yazması bittiğinde de kitap tamamen hazır oluyordu.”

            Hasılı kelam bir çırpıda, çala kalem yazılmaz romanlar. Yaratıcılığın sınırları sonuna kadar zorlanarak uygun dil, üslup ve kurguyu kalemle buluşturmak gerek. Bu hususta gerekirse onlarca kez düzeltme yapmayı da göze almak icap eder.

 

Madde 218: Minima Moralia’da Theodor W. Adorno şöyle bir belirlemede bulunur: “Yazarlar için bir ilk uyarı: Her metinde, her parçada, her paragrafta, ana motifin açıkça ortaya çıkıp çıkmadığına bakılmalı. Bir şey anlatmak isteyen kişi anlatmak istediği şeye kapılıp gider ve üzerinde düşünmez olur. Niyetine fazlaca yakın durduğu, “düşüncelere dalmış” olduğu için, söylemek istediği şeyi unutmuştur…”

 

Madde 219: Adorno’dan devamla, “Metni kısaltmaktan kaçınmamak, atılan cümlelere hiç acımamak gerekir. Yapıtın uzunluğu önemsizdir. Kağıda dökülenlerin miktarının yetersiz olduğu kaygısı da çocukça. Hiçbir şey, sırf var olduğu için, sırf yazılmış olduğu için değerli olamaz. Aynı düşüncenin çeşitlemeleri gibi duran cümleler çoğu zaman, yazarın henüz tam hakim olamadığı bir şeyi kavramaya yönelik farklı çabaların anlatımıdır. O zaman en iyi formülü seçmek ve daha da geliştirmek gerekir. Kurgunun gerektirdiği durumlarda düşünceleri, hatta doğurgan olanları bile bir yana atmak yazı tekniğinin önemli bir yönüdür…”

 

Madde 220: Adorno devam eder, “Gerektiği gibi yazılmış metin örümcek ağına benzer. Gergin, eş merkezli, saydam, sıkı örgülü, uçuşan şeyi kendisine çeker. Arasından geçmeye çalışırken ağa yapışıp kalan metaforlar, onu besleyen avlardır. Konu ve malzeme kendiliğinden ona doğru kanat çırpıyordur.”

            Her yazarın deneyiminden, çıkarılacak dersler var. Yazar veya yazmaya gönül indirenler tamam oldum dememeli. Her daim arayışını sürdürmelidir…

(Devam edecek)

 

Ayhan KAVAK

2 Nolu T Tipi Hapishanesi A-17

Tarsus/MERSİN