Gece, Yürek ve Dil Suskun

7 Aralık 2019

<<Toprağın koynunda bile yan yana olmak bizim için yüksek bir değerdir>>

Neden diye sormayacağım, çünkü ruhum hapishanelere sığmıyor. Ruhumu hiç bir yere sığdıramıyorum. Bu hakikat ortadayken bile toprağın koynuna sığacağıma sanmıyorum. Toprak dar gelir. Sığamam toprağın koynuna.

Toprak ağır.

Duvarlar soğuk.

Sular kurşun kadar ağır.

Özlemler ise büyük.

Yani topraktan gelerek gecenin kalbine akarak, gecenin yatıştırıcı, uslu sessizliği ile birlikte bir sonsuzluk içinde kalmayı yeğlemek daha iyi.

Çünkü gece; dinginliktir, huzurdur, yumuşaktır, insana nefes aldırır her an. Buna rağmen zorlayıcı, olağanüstü güç gerektiren anlar yok mu? Elbette vardır. Bu zorlayıcı an’ları bir bebeğin masumiyetiyle, saflığıyla karşılamak, sonra anlamak ve ona göre yaşama kalınan yerden devam etmek kaygısızca.

Toprağın koynu benim toprağım !

Toprağın koynu senin toprağın. Toprağının koynuna yerleşerek, orada yurt edinmek isterim. Senin toprağının kalbine yerleşmek istiyorum, isterim. İstiyorum gibi yuvarlak cümlelerle de olsa içimdekini söylüyorum. Belki kelimeer bayağılaşabilir. <<ölüm hep Bana mı düşer usta>> dediğim için.

Bir avuç toprak bile zenginliktir.

İnsanın ufkunu açar. İnsana anlam kazandırır. Bu zenginlik bahşediliyorsa, şimdiden gözlerimi kapıyorum açmamak üzere.

Akşam saat dokuz’u iki dakika geçiyor.

O daracak sokakta yürüşün ne kadar da heybetliydi. Rüyalarda yer edinemeyecek bir güven sarmıştı kalbini. Ama arkada gelen...

Issızlığın içinde yeni bir dünyaya gözlerimi açmak isterim.

Toprağımın güzelliğini, narinliğini, kırılganlığını karanlıklara bırakamam. Orada şimdi siz varsınız.

Ah!

Ah!

Gece saçlarının içinde koyulaşırken yıldızlar cıvıl cıvıldı. Benim aklımda sadece yıkıma uğrayan şehirlerim var. Şehirlerim LORCA’nın dizelerindeki denizin yakamozlarıyla öyle bir parlıyor ki, dilim peltekleşyor dillendiremiyorum. Şairin gücünden dile getirmeyi.

Yılın son haftalarına bir adım daha yaklaşmışken, umutla şafağın pürüzsüzlüğüyle yeniden her yeri onun diliyle fethedileceğini biliyorum. Çünkü <<Şafaklarda şehirler fethedilir>>demiş şahirler.

Akşam saat dokuz’u yirmibeş geçiyor!

Adım adım sana yaklaşıyorum.

Şehirlerimin yıkıntıları arasında yüzlerce ışıldayan gözlerle karşılaşıyorum.

Saydam gözler.

Karanlık, koyu gözler.

Kederli gözler.

Hüzünlü gözler.

Nemli gözler.

Yaş dolu gözler.

Yönlendirilen, konuşan, filizlenen, çiçeklenen, fışkıran, taşınan, gelişip büyüyen, buğday tanesi renginde bereketlenen gözler.

Ela gözler.

Mavi gözler.

Siyah gözler.

Sonsuzdu herşey.

Gözlerin sonsuzluğu içinde ardıma bakmadan gezgin gözlerin parıltısı içerisinde eridim.

Ölümün kenarında kalıp, kış mevsiminde kalmak yalandır. Saydam gözlerde ölümü çağrıştıran herhangi bir emare yoktu.

Gecenin sonsuzluğuna doğru yol alıyorum. Uyku yok, ses yok, köpekler bile havlamıyor.

Sadece her zaman olduğu gibi diliniz, yüreğiniz, çığlığınız, feyadınız ve yalnızlığınız olmak isterdim.

Yine başbaşa kaldım.

Yine kendimle konuşuyorum.

Ne gece.

Ne yürek.

Ne dik.           

Üçü de suskun. Kocaman bir suskunluk. Mezar sessizliği.

Dışarıda ne bir rüzgar ne bir bulut. Gökyüzü çoktan doğumu gerçekleştirdi. Bundan sonra hiç kimse için dua okumayacağım.

Beddua etmek.

Beddua etmek.

Ölüm.

Çığlık.

Yakarış.

Gözlerinizden yıldız yağmuru gibi dökülen gözyaşlarınızın içine yerleşerek kaybolmak istiyorum.

Sadece kaybolmak.

Bundan başka kimseden, ama hiç kimseden hiç bir şey dilemiyorum. Tıpkı yüreğiniz gibi yüreğimi alarak rüzgarlara karışmak istiyorum, yada...

Bekleyeceğim.

Bekleyeceğim.

Yüreğim yeniden denizin dalgaları gibi kabardığında ve her yeri merhametiyle ele geçirdiğinde belki o zaman kendi başlangıcımı ve sonumu bu puslu, kirletilmiş kış mevsiminin katılığında tanımlarım, ondan sonra aşarım.

Yeni bir lanetin yeniden yeniden üzerime yağmasına gücüm elvermeyecektir. Lanet geri geliyor. Başına buyrukla saldırıyor. Sonsuz bir iştahla... Aç ve saldırgan...

Neyime saldırmadılar ki!

Sokak başlarında,

Parklarda,

Caddelerde,

Kuytu odaların köşelerinde,

Hışım işte.

Doyrulmamış bir açlık akıyor ölüm ile.

Ölüm kader bellenmiş, nümayişle.

Tüm bunlardan sonra bu yürek çatlasa ne olur çatlamasa ne olur?

Ardınızda geride bıraktığınız resimler kaldı. Fotoğraflarda büyüdüğünüze şahitlik etmek düştü geridekilere...

Aslında hiç olmadık.

Yoktuk.

Çünkü kelam çürümüş.

LORCA kurşuna dizilmeseydi belki hepinizin resmini işleyecekti yastıklara dizelerinde...

Gülümsemenizle,

Kahkahanızla,

Özleminizle Hasretinizle,

Yokluğunuzla hep çoğaldınız. Yağmurla kök saldınız. Sonra karanfil kokan tan atımına ve zamana kapı araladınız.

Belki bundan sonra sizlerle gün doğumunda yada ayığında yeni yolculuklara yelken açarız bu kaskatı buz kesilmiş mevsimde.

Sinan BÜLBÜL

1.Nolu L Tipi Cezaevi

C-14 Koğuşu

MALTEPE / İSTANBUL

Fotoğraf: Arif Kılıç