NEDEN MEKTUP BEKLİYORUZ

"Örneğin okuduğunuz bir dergideki edebi yazıları mektup formatına dönüştürerek içerideki herhangi bir cana yollarsanız makbule geçecektir. En azından yazılan çizilenlerden bizleri de haberdar edersiniz. Çiçek açan, şiir olan nameler can suyudur, biline. Dilerim ve umarım ki meramımı kaç zamandır mektup yazmayanlara iletebilmişimdir. "

Ayhan KAVAK Ereğli Yüksek Güvenlikli Hapishanesi B-1. Kat-18. Oda

Ereğli/KONYA

NEDEN MEKTUP BEKLİYORUZ

              “Mektuplar alırım ayda, yılda bir/Bursa’dan, İzmir’den, ya Adana’dan/Yazanlar ne hısım, ne hemşeridir:/Bunları yedi kat eller gönderir,/Güç haber alırken oğul anadan/En yakın dostluğun, aşinalığın/İmtihan gördüğü ahir zamanda,/Hâl hatır soranlar çıkar bir yığın./Masaldır ey gönül, garip kaldığın/Bunca dert ortağın varken cihanda!”

              Bir şiirinde böyle dile gelir Faruk Nafiz Çamlıbel. Mektup bu, sıcak ekmek tadında içtenlik barındırır; ırağı yakın eyleyen özlemleri yüklenir sevenlerine. Önceden gurbete çıkanların arkada bıraktıklarına haber salmanın yegâne aracıydı mektup. Kavuşamayanların duygu ve düşüncelerini taşkın sel misali yazıya döküp yolladıkları bir iletişimdi. Dostların, kardeşliklerin veya sevdalıların birbirinden habersiz kalmamasına vesile olmasının yanı sıra sevgiyi, güzellik ve mutlulukla harmanlayıp, “kavuşamamanın ilmi”ndeki derinlikteki gibi hasretliğin yakıcılığını sayfalara dökmenin adıydı mektup. Asırlarca sürmüş bir iletişim aracı olan mektuplar, gurbete gidenden sual eylemenin yegâne yoluydu. Hakikâti, hikmeti, bilgiyi ve murad eylemeyi de heybesine koyup uzaklardan haber almak veya salmak işlevini sürdürmüştür. Kimi zaman da yazarların, bilim insanlarının dünyasına da aydınlık bir pencere olabilmiştir. İnsana dair olan her şeyin paylaşılmasını ihtiva etmiş mektuplar, doğal seslenişiyle yalansız, dolansız sözlerin aktarılmasına da aracı olmuştur. İçinde tüm güzellikleri taşıyan mektuplar Faruk Nafiz gibi nice şairlere de ilham vermiştir. El yazmasının sıcaklığını gönül enginliğine vardırmasından dolayı insanın içinin de görünür kılmasına kapı açmıştır. 

              Namelerin hayatın vazgeçilmesi olduğu demlerden birinde, yani 18. yüzyılda edebiyat disiplini içerisinde mektup roman türünün ortaya çıkmış olması olağandır. (Tehlikeli İlişkiler gibi) kuşkusuz. Nice tanıklıklara vesile olmuş mektup alışverişleri aynı zamanda takılan maskelerden sıyrılıp yürekleri birbirine açan özelliğiyle buram buram karanfil kokardı. Zira daha bir samimiyet taşırdı

              Edebiyatı zenginleştirmiş bu ulaşım aracı yer yer yazıyla iştigal eyleyenlerin daha bir dışa açılımını, sosyalleşmesini, estetik kaygıların diğer yazarlarla paylaşılmasına yol açmanın yanı sıra engin bir dünyayı görme işlevinde de olmuştur. Yaşamı içerenlerin bir yere taşmasının önemli bir etkeni olan nameler insani ilişkileri üst seviyelere çıkarmaya da yardım etmiştir. Şöyle bir literatürleri tararsanız şayet karşınıza mektuplarla alakalı bir dolu kitap çıkar. Gah edebiyatta silinmez yer edinen ve ölümlerine değin sürmüş H. Hesse ve T. Mann mektuplaşmaları, gah Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı “Leylim Leylim” olmuştur. Böylesi sayısız örnek bulabilirsiniz elbet. Bunları çoğaltırsak, bu nameler yekûnunda S. de Beauvoir’in Amerikalı şair N. Algren’e yazdığı aşk mektupları gibi, Nazım Hikmet’in içeriden yıllarca yazdığı Piraye’ye Mektuplar da vardır. Keza Cahit Sıtkı Tarancı ile Ziya Osman Saba mektuplaşmaları da insani olanın bir yürek dökümüne evrilmekten geri durmayıp edebiyat tarihinde silinmez izler bırakmıştır. Kimi zaman da Değerli Dostum Turabi Kişin’in öykü kitabında yer alıp da aynı zamanda esere adını da veren “Ayriyeten Ona da Selam Ederim” olmuştur. Kişin’in bu öyküsü, yolsuz, elektriksiz ve dilsiz zamanlarda, sıladan yollanmış bir hasret mektubunda çaktırmadan herkesten sakınılan sevdalıya işaret edilir. 

              Hasılı dünü bugüne yamayan hikayelere konu olur mektup. Tabii halen de karşılaşırız böylesi emsallerle. Ne yazık, unutulmakla yüz yüze kaldı mektuplar. Gitmez gelmez oldu, yazılmaz oldu artık. Teknolojik gelişimler yavaş yavaş hayatımızdan siliyor mektupları. Galiba en doğrusu da her bir yerlere koşturma telaşındakileri gelişimin hızına ayak uydurduklarından bu güzel ulaşım aracını demode görmeleridir. Günümüzdeki X gibi dijital ortamdaki uygulamalar sıkıştırılmış kelimelere kadar düşülmüştür. Üç beş kelimeye sığdırılan böylesi paylaşımlar yetenekleri de köreltir diye düşünüyorum. Hani soyu tükenen canlılar insanın içini acıtır ya, mektuplaşmanın da adeta yok oluşa gitmesi özellikle biz mahsus mahaldekileri daha bir acıtmaktadır. Sistemsizlikten sistem yarattıklarını sanan eğitim müfredatlarında halen öğretilmekte mi bilemem, eskiden ilk mektebe başlayanlara güzel yazma dersleri de verilirdi. Serde hekimlik olunca aklıma apandis gelir; insanın evrimsel sürecinde işlevsizleşip fazlalık olan apandisin kör bir bağırsak parçasına dönüşmüş olması gibi, sanki elle yazı yazma da körelip gitmekte. El yazısını kullanmaktan uzaklaşanların kargacık burgacık adına yazı dedikleri çiziktirmelerine tanık oldukça aklıma hep böylesi şeyler gelir işte. Nasıl ki eski zaman kültürleri antropolojik araştırma alanına girmişse, sanki yazı ve mektup etkinlikleri de yeni dönemin konularından olacakmış gibi durur. Günümüzde insanlar işin kolayına başvurarak bilgisayarda birkaç satırı geçmeyen X formatını andıran cinsten mektubumsu edimlerle yetinir oldular. Üstelik mektup yazımları, farkında olunmasa da hayatın daha bir çoraklaşmasına yol açtığını düşünürüm düşünmesine de, benim için bugün bile dışarıya ulaşmanın yegane aracı olmayı sürdürmektedir. Zira benim gibi kuşatılmış karanlık mekanlara ‘yazgılatılanlar’ için başka bir alternatif sunulmamıştır. Duvarlar ardında e-mail veya X yoluyla (nasıl yapıldığını da teorik olarak bilmekteyim. Hiç kullanma şansım olmadı.) mesajlaşmak ham hayalden öte bir şeydir. Olur da talep edersen “yassak” karşına çıkar. Onun için gene kadim uğraş olan mektup aman olur bize. Elbette akıllarda hep bir soru işareti de bırakır; namenin ulaşıp ulaşmayacağının garantisi yoktur. Yazdıklarının iyi saatte olsunların hoşuna gitmediğinde bir yerlere takılması vakai adiyedendir. Gene de tutunacak tek dalımız olduğundan mektup yazmayı sürdürürüz inatla. 

              Son yıllarda mekânsal değişimlerin artışı o kadar çok oldu ki kimin nerede olduğunu bilemez vaziyetteyiz. Buna rağmen çoğun içeriden içeriye yazarız namelerimizi. Bunun başat halde oluşunun bir sebebi var elbet. İçeriden dışarıya veya dışarıdan içeriye taşmanın yolunun tıkanmasından kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Cahit Sıtkı’nın Postacı şiirinden pastiş yapacak olursam; Çalmıyorsun kapıları/Postacı/Çalınacak kapı unutuldu/Kimseye yok artık/Üstünde adlar, adrese yazılı mektuplar. 

              Can çekişen mektuplaşmanın miadının dolduğu söylense de ısrarla içeriden yazılmaya devam etmektedir. Amma velakin dışarıdakiler eskisi gibi bu etkinliği kullanmadıklarından kapı duvarla karşılaşmaya da alıştık gibi. Mektup göndermeme hususu türlü gerekçelere sığınılarak akamete uğratılmış bir iletişim aracına dönüştüğü doğru bir saptama oldu ne yazık ki. Naçar kesilmiştir, karşılıklı sürdürülmez oldu nameleşme. Velhasıl dışarıdan mektup ulaşmaz oldu. Kuşkusuz topu böyle oldu da demeyeyim; mektup yoluyla arada konukluğa gelen ve bir nevi demli çay tadını çağrıştıran böylesi edimleri sürdürenler de var halen. Bir elin parmağını geçmeyen mektup yazma ısrarını sürdüren canlar engel tanımazlar. Dedim ya çok azdır böyleleri. Şu veya bu şekilde kısacık bir karta indirgenmiş yazmalar da olsa gelir bizi bulur. Bu soğuk duvarları ilke edinmiş canlar yine de yazarız dışarıdakilere. Bu yazmalar göle maya çalmaya benzese de zorlarız, ısrarla yazmayı sürdürürüz. Dışarıdakiler pek farkında olmasa da tedavülden kalkışa doğru giden mektup yollamaların kesiliyor olması en çok bizi etkiler. Bir nebze anlam verebiliyorum da. Ama genel anlamda unutulma, terk edilme haleti ruhiyesine yol açabildiğini söylemek yanlış olmaz. Elbette istenmeden olur bütün bunlar. Biz içeridekiler adeta kapsam dışına çıkarılıp hayattan koparılmak istenir pozisyona getirilmekteyiz. Bunu boşa çıkaran veya mevcut ‘yazgıyı’ kırabilmenin bir yolu da mektuplaşmalardan geçtiği çoğun kimsenin aklına gelmez. Bilinmeli! 

Yol ve yöntem bilen erbapların belki el yazısıyla olmasa da bilgisayar yoluyla bir şeyler yollamaları az bir şey değildir. Biraz daha açımlarsam; burada istediğin süreli yayınları takip etmekten mahrumsundur. Herhangi bir edebiyat dergisi veya kuramsal dergilere ulaşmak yassak, kuşatılmışsın dört bir yandan. Nefessiz kalınman istenir. Toplumsal nabzın ta yüreklerde attığı bu mekânlarda can suyuna ihtiyaç duyulduğunda ulaşma imkanın yoktur. Nefes olmanın ve can suyu ulaştırmanın bir yolu da mektuplardır. Bunun ayırdına dışarıdakiler de varmalıdır. Kulak arkası yapıldığında biz içeridekiler de bir başımıza bırakılmış duygusuna kapılabiliriz. Ayrıca kullanılmayan yetilerin körelmesine izin vermeyelim derim. Haliyle mektup yollamak bunun için yakıcı bir işlevsellik taşır. Köreltmeyin yetilerinizi! Olur da elle yazamam diyebilirsiniz. Bilgisayar çıktılarıyla yollanan mektuplar da kabulümüzdür. Eğer duygu ve düşüncelerinizi dile getirmede zorlanıyorsanız yine de yapabileceğiniz bir şey bulunur. 

Örneğin okuduğunuz bir dergideki edebi yazıları mektup formatına dönüştürerek içerideki herhangi bir cana yollarsanız makbule geçecektir. En azından yazılan çizilenlerden bizleri de haberdar edersiniz. Çiçek açan, şiir olan nameler can suyudur, biline. Dilerim ve umarım ki meramımı kaç zamandır mektup yazmayanlara iletebilmişimdir. Selam taşıyan namelerin gelmemesi demek dünyanın büyüsünün kalmaması izlenimini doğurmakta. Bunu bilir bunu söylerim işte. Yıllardır mektup yazmamışlara duyurulur. Bir yerlerde okuyup da beğendiğiniz metinleri uzak diyarlarda kalan bizlerle paylaşmak ister misiniz? Deneme olur, öykü veya şiir olur fark etmez mektup diye postalayabilir misiniz? Konukluğunuz baş göz üstüne. Tıpkı Faruk Nafiz’in şiirindeki gibi artık mektuplar alan birileri olsun. Tanıdıklarınıza, ayrı düştüklerinize mektup yazmaktan vazgeçmeyin! İlla tanışınız da olmayabilir; ufkun ardındaki özgür yaşam güzelliğini yüreğinde yaşayıp görenlerin bil cümlesi tanıştır, özge candır, yoldaştır. Şimdi mektup yazma zamanıdır! Biz kuyumuzda beklemekteyiz. Sese ses olmak isteyen canlar neredesiniz?

Ayhan KAVAK

Ereğli Yüksek Güvenlikli Hapishanesi B-1. Kat-18. Oda

Ereğli/KONYA